yeni şafak gazetesi köşe yazarı .. 13/03/2016 tarihli yazısında; başta abd olmak üzere uluslararası yayınlarda ülkemizin nasıl karalandığını örneklerle çok güzel anlatmış ..
yazının tamamını paylaşıyorum ..
Batı medyasından okuduğun Diyarbakır, gözünle gördüğün Diyarbakır
Sabahın erken saatlerinde başlıyor Diyarbakır seyahati... Yolculuk sırasında okuduğum yazı Amerika'nın haftalık dergilerinden the Nation'dan... Jesse Rosenfeld imzalı yazının başlığı şu: “Türkiye kendi Kürt nüfusuna karşı kirli bir savaş yürütüyor.” Bu, uluslararası medyada Temmuz ayından beri kaçıncı benzeri başlık, sayısını inanın hatırlamıyorum.
Dokunmatik ekranı aşağı doğru çekerek Rosenberg'in her biri diğerinden sorunlu cümleleri okuyorum:
“Burası ne Suriye ne Irak. Burası Türkiye, Amerika'nın NATO partneri; şimdi ülkenin güneydoğusunda kendi Kürt nüfusuna karşı hızla genişlettiği savaşın sancılarını yaşıyor.”
“Cizre ve Türkiye Kürdistanı'nın de facto başkenti, eski şehir Diyarbakır, Kürtlerin Kuzey Kürdistan dediği bölgeye yayılan şehir isyanda en şiddetli çatışmayı yaşıyor. Burası Türk hükümetinin tanımayı reddettiği anavatan.”
“Türkiye'nin Suriye sınırında, savaş halindeki Nusaybin'de, barikatlar ardında the Nation'a konuşan PKK savaşçıları ve komutanları, dokuz ay önce biten barış müzakerelerinin çökmesinin nedeninin hükümetin azınlık haklarını kabul etmekteki isteksizliği olduğunu söylüyor. Otuz yıllık çatışmanın son evresi olan bu yeni savaş yayılacak diyorlar ve PKK'nın gerillalarını gelecek aylarda doğuya, Kürt yoğunluklu şehirlere yayacağına, savaşı İstanbul gibi metropollere getireceklerine söz veriyorlar.”
“Çatışmaların bitmesinden üç hafta sonra, ölümün kokusu her yerde.”
“Cizre'de hayatta kalanların ortak hissiyatı ihanete uğramışlık; Suriye'deki Kürt isyancıları destekleyen Batı'nın, liderleri ve ideolojileri aynı olmasına rağmen, neden Türkiye'deki müttefiklerine terörist dediğini bilmek istiyorlar.”
“De facto Kürt başkenti Diyarbakır'ın sokaklarında, YPG'nin Suriye'de güç kullanarak Kürt bölgesini özgürleştirmesi örneği artarak popülerleşiyor. Türkiye'nin Sur ilçesini 90 günden uzun süre kuşatması ve bombalaması, bu değişen davranışta itici etken. Savaş yüzünden kapana kısılan sivillerin haberleri, soyularak öldürülen ve çürümesi için haftalarca sokağa bırakılan kadın savaşçıların hikayeleri halkı öfkelendiriyor.”
“Sur'un içinde, Türk saldırılarının toplanma bölgesi askeri araçlarla dolu. UNESCO dünya mirası bölgede bombalanmış binaların yanında ele geçirilmiş binalara devasa Türk bayrakları asılmış.”
“Askeri harekatın yanı sıra, güvenlik güçleri medyayı, sivillerin ve yaralıların çıkması için oluşturulan iki saatlik insani koridoru gözlemlemek için davet etti..... Bir kişi bile çıkmadı.....”
“PKK halktır” çağrılarının ardından kalabalık bağırıyor: “Her yer Sur, her yer direniş...”
“Savaşın ve baskının ortasında, Kürtlerin mevcut durumu, Türkiye'nin kırsalda vahşi bir kontrgerilla harekatı düzenlediği ve 2400 köyü yaktığı 90'lı yılların şiddetiyle kıyasladığını sıkça duyuyorsunuz.”
Özenle seçilmiş cümleler, yalnız PKK güçleri ve destekçileri ile örgüte yakınlığıyla bilinen aktivistlerle görüşerek hazırlanmış, bir Amerikalı'nın PKK'yı Kürtler adına savaşan bir özgürlük savaşçısı grubu olarak için görmesi hiçbir boşluk bırakılmadan özenle hazırlanmış bir metin... Dediğim gibi, PKK'nın Türkiye'ye açtığı savaşı, “Erdoğan'ın Kürtlere açtığı savaş” olarak lanse etmek ve zihinlere kodlamak adına titizlikle yazılmış kim bilir kaçıncı haber, makale, analiz uluslararası medyada yayınlanan. Beni bile, en az altı aydır gitmediğim Diyarbakır'ın nasıl bir yere döndüğü konusunda şüpheye düşürebiliyor.
Oysa uçaktan indiğimizde, baharın ilk günlerinin de geldiğini hissettiğimiz Diyarbakır'da, soğuk Amerikan gazetelerinde Suriye'ye, Irak'a eş tutulan hissiyattan eser yok. Yeni havaalanından çıkıp şehir merkezine doğru yol alırken, elbette hüznü hissediyorsunuz ama burada bir iç savaş hali yok.
The Nation'ın insani koridor oluşturulduğunda bir kişinin bile çıkmadığını söylediği Sur'da hendeklerin kazıldığı dört mahalleden 5000'den fazla aile çıkarılmış, Diyarbakır Valiliği tarafından yoğunlukla Diyarbakır'ın başka ilçelerine ve otellere yerleştirilmiş. Her aileye 1000 TL maddi yardımın yanı sıra, gıda, eğitim yardımı ve psikolojik yardım da sağlanıyor.
Sur'dan çıkan ailelerle görüştüğümüzde, Türkiye devletinin Kürtler'e açtığı savaştan değil, kendilerini PKK şiddetinden kurtaran devletten bahsettiklerini dinliyoruz. Bize göre değil ama sabah akşam örgüt propagandası okuyanlara göre ilginçtir, “devletin Kürtlere açtığı savaş”la ilgili hiçbir şey bilmiyorlar.
Onlardan, kapılarını, baskılara ve tehditlere rağmen bize açmayı göze alan ailelerden biri, önce çatılarının üzerinden uçan, ardından duvarlarına isabet eden kurşunlardan, kim olduklarını bilmedikleri insanların yüzleri kapalı halde kapılarına gelip kendilerini önce oy için, ardından çocukları için tehdit ettiklerinden bahsediyor ağlayarak. Aynı eve sığınmış üç aile, her biri bir odada yatan beş kişi, altı kişi, kapı gıcırtısından korkan çocuklar, gözü yaşlı analar, 13-14 yaşlarındaki evlatlarını örgütten korumak için nasıl Ankara'ya, İstanbul'a, uzaktaki akrabalarının yanına yollamak zorunda kaldıklarını anlatıyor ağlayarak. “Uyuşturucuyla, sigarayla, cebine konan 50 lirayla kandırılacağına, gurbette olsun özlemini duyayım” diyor adını veremeyeceğim gözü yaşlı bir ana ağlayarak.
92'de kırsaldan Sur'a göç etmek zorunda kalıp şimdi de Sur'daki evlerinden olmuşluğun, yalanın ve aldatmacanın ortasında, Amerikalı dergilerin, Batılı medyanın işine yarayacak görüş alamayacağı için mikrofon dahi uzatmadığı gerçek mağdurlar onlar. Ama adları yok, yüzleri yok... Olursa kendileri, akrabaları ölümle karşı karşıya kalabileceği için bunları bizim de yayınlamamızın imkanı yok.
Kafamda Rosenfeld'in The Nation'daki haberi, karşımda gözü yaşlı anneler, kulaklarımda Sare Davutoğlu'nun cümleleri: “provokasyonları boşa çıkaran şey, Diyarbakır kadınlarının teröre karşı duruşudur.” Hangisine inanacağımı biliyorum, lakin ardı arkası gelmeyen yalanlarla, afili cümleler arkasına saklanmış entrikalarla nasıl baş edeceğimizin derdiyle ve PKK zulmüne direnen kadınların hikayelerinin hüznüyle İstanbul'a dönüyorum.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?