Karacaahmet mezarlığından geçiyordum. Çekçek arabasıyla... Arabada kalabalık olduğumuz için yokuş bitinceye kadar yayan yürüyeyim dedim. Arabadan indim, mezarlara baka baka yürümeye başladım.
Karacaahmet... Ölüler okyanusu... Sahilsiz bir deniz gibi her mezar taşı bir kıvrım halinde dipsizliğe doğru dalga dalga akıyor...
Servi, mezar taşı, taşın tepesinde kavuk, taşa hakkedilmiş Allah adı, mezarlıkta şuurlu bir hendese ve intizam nefreti ve bütün bunların üstünde zamanın yeşil küfü... Bu unsurları tek tek idrak vahidine ircâ edecek olursak Müslüman mezarlığının misilsiz şahsiyet ve hususiyetine ulaşmış oluruz.
Böyle düşünerek ilerliyordum. Ne görsem iyi?
Ahşap bir yalıya nispetle kübika basitlik ve adiliğinde bir mezar taşı; ve taşın tepesinde bir fotoğraf... Ölünün resmi... Fotoğrafın altında iğrenç cümleler...
İki adım ileride bir tümseğin üstünde cicili bicili bir çelenk... Haçlı ölülerinin kadife tabutlarındaki çiğ ziynetler gibi, ölüm karşısında hokkabaz suratına benzer bir ifade... Tümseğin etrafında reverans yapmadığı kalan bazı komik eşhas...
....
Necip Fazıl Kısakürek
[Mezarlıkta İnkılâp (1943) adlı yazısından bir bölüm... ]
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?