1- MÜSLÜMANLARIN MEDİNE’YE HİCRETLERİ
Hicret bir yerden başka bir yere göç etme demektir. Müşriklerin zulümleri yüzünden Mekke’de Müslümanlar barınamaz hâle gelmişlerdi. Bu sebeple 2′inci Akabe Bîatında Hz. Peygamber (s.a.s.) ve Müslümanların Medine’ye hicretleri de kararlaştırılmıştı. Rasûlullah (s.a.s.) “Sizin hicret edeceğiniz yerin iki kara taşlık arasında hurmalık bir yer olduğu bana gösterildi…”(120) diyerek Müslümanların Medine’ye hicretlerine izin verdi. 2′inci Akabe Bîatı, Peygamberliğin 12′nci yılının son ayı olan Zilhicce’de yapılmıştı. 13′üncü yılın ilk ayı Muharrem’de (Temmuz 622) Medine’ye hicret başladı. Mekke’den Medine’ye ilk hicret eden, Beni Mahzûm’dan Abdülesed oğlu Ebû Seleme(121), en son hicret eden ise Rasûlullah (s.a.s.)’in amcası Abbâs’tır.
Mekke’nin fethine kadar geçen süre içinde, dini uğruna, evini-barkını, malını-mülkünü, âilesini, kabîlesini, akrabasını, bütün varlığını Mekke’de bırakarak Rasûlullah (s.a.s.)’in müsâdesiyle Medine’ye göç eden Mekke’li Müslümanlara “Muhâcirûn” adı verilmiştir.
Medine’de muhâcirleri misâfir eden, onlara bütün imkânları ile yardımcı olan Medine’li Müslümanlara da “Ensâr” denilmiştir. Muhâcirûn ve Ensâr, Kur’ân-ı Kerîm’de bir çok vesîlelerle övülmüşlerdir.(122)
Muharrem ve safer aylarında Müslümanlar, âileleri ile birlikte hicret ettiler. Birer, ikişer, gizlice Mekke’den ayrılıp Medine’ye gittiler. Ensâr tarafından Medine civârındaki “Avâlî” denilen köylere yerleştirildiler.
Hz. Ömer Mekke’den gizli ayrılmadı. Kılıcını kuşandı, Kâbe’yi tavâf etti. Bütün müşriklere meydan okuyarak:
İşte ben Medine’ye gidiyorum. Analarını ağlatmak, karılarını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyenler peşime düşsün… dedi. Ömer’in hicreti Hz. Peygamber (s.a.s.)’in hicretinden 15 gün kadar önce olmuştu.
Kısa zamanda, Mekke’li Müslümanların hemen hepsi Medine’ye göç etti. Yalnızca Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ali’yi Rasûlullah (s.a.s.) Mekke’de alıkoymuştu.(123) Ebû Bekir hicret için izin istediğinde, Rasûlullah (s.a.s.):
“Acele etme, Allah sana hayırlı bir arkadaş verecek…” diyerek hicretini geciktirmiştil(124). Mekke’de müslümanlıkları yüzünden âileleri tarafından hapsedilmiş olanlar ile köle ve câriyelerden başka Müslüman kalmamıştı. Rasûlullah (s.a.s.) düşmanları arasında, en büyük tehlike karşısında yapayalnız bulunuyordu.
2- HZ. PEYGAMBER (S.A.S.)’İN HİCRETİ
a) Dâru’n-Nedve’nin Korkunç Kararı
Akabe görüşmeleri ile Müslümanlık Medine’de yayılmağa başlamış, müşrikler korktuklarına uğramışlardı. Üstelik Mekke’deki Müslümanlar da Medine’ye göç etmişlerdi. Şimdi Hz. Muhammed (s.a.s.)’de Medine’ye gider, Müslümanların başına geçerse, Mekke’lilerin Şam ticâret yolu kapanabilirdi. Mekke müşrikleri Müslümanlara son derece kötü davranmışlar, târihte eşine ender rastlanan işkence ve hakarette bulunmuşlardı. Bunlar Medine’lilerle birleşip, kuvvetlendikten sonra kendilerinden öç alabilirlerdi. Esâsen Mekke’lilerle Medine’liler arasında, öteden beri geçimsizlik vardı. Çünkü Mekke’liler Adnânîlerden; Medine’liler ise Kâhtânîlerdendi. Durumun ciddiliğini anlayan Kureyş müşrikleri, Mekke’de yapayalnız kalan Peygamber Efendimize ne yapmak gerektiğini kararlaştırmak üzere Dâru’n-nedve’de toplandılar. Toplantıda Ebû Cehil, Ebû Süfyan, Ebu’l-Bahterî, Utbe b. Rabîa, Cübeyr b. Mut’im, Nadr b.Hâris, Ümeyye b.Halef, Hakim b.Hızâm…… gibi Mekke ileri gelenlerinin hemen hepsi vardı. Müslümanlık tehlikesinin önlenmesiyle ilgili çeşitli fikirler ileri sürdüler.
İçlerinden Ebûl Bahteri:
- Muhammed (s.a.s.)’i bağlayıp her tarafı kapalı bir yerde ölünceye kadar hapsedelim, dedi. Amr oğlu Hişâm:
- O’nu bir deveye bindirip Mekke’den çıkaralım, uzak yerlere sürelim, dedi. Ebû Cehil ise:
- Kureyş’in bütün kollarından birer temsilci seçelim. Bunlar aynı anda hücûm edip Muhammed (s.a.s.)’i bir hamlede öldürsünler. Kimin vurduğu, kimin darbesiyle öldüğü belli olmasın. Böylece kanı bütün Kureyş kabîlesine dağılsın, Hâşimîler bütün Kureyş kollarına karşı çıkamayacaklarından kan davasına kalkışamazlar. Çâresiz diyete (kan bedeline) râzı olurlar. Bu iş böylece kapanır… dedi. Ebû Cehil’in teklifi ittifakla kabûl edildi. Diğer teklifler beğenilmedi. Hemen Kureyş kollarında 40 yeminli kişi seçip toplantıyı bitirdiler.(125)
Müşriklerin Dâru’n-Nedve’deki bu konuşma ve plânları el-Enfâl Sûresi’nin 30′uncu âyetinde şöyle özetlenmektedir.
“Ya Muhammed, hatırla şu zamanı ki, inkâr edenler (Mekke müşrikleri) seni bir yere kapatmak veya (hepsi birden) öldürmek yahut da (Mekke’den) çıkarmak için sana tuzak hazırlıyorlardı. Onlar sana tuzak kurarken, Allah da (onlara) tuzak kuruyordu. Allah tuzakların en iyisini kurar.”
b) Rasûlullah (s.a.s.)’in Evinin Müşrikler tarafından Kuşatılması
Müşriklerin bu korkunç plânını Cebrâil (a.s.) Peygamber Efendimize haber verdi. “Bu gece, her zaman yatmakta olduğun yatağında yatmayacaksın, evini terkedeceksin…” dedi. Böylece Rasûlullah (s.a.s.)’e de hicret için izin verildi. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) Hz. Ali’yi çağırdı.
“Ben Medine’ye gidiyorum. Sen bu gece benim yatağımda yat, hırkamı üstüne ört. Müşrikler beni yatıyor sansınlar, onlara bir şey sezdirme. Sabahleyin şu emânetleri sâhiplerine ver.(126) Ondan sonra sen de hemen gel” dedi.
Ortalık kararınca, Kureyş’in seçme cânileri evin etrâfını sardılar.(127) Sabahleyin evinden çıkarken hep birden saldırıp öldüreceklerdi. Hz. Ali, Rasûlullah (s.a.s.)’in yatağına yattı. Hz. Peygamber (s.a.s.) eline bir avuç kum alıp, evini çeviren müşriklerin üzerine saçtı. Saçılan kum taneleri cânilerden herbirine isâbet etmiş, hepsi de derin bir uykuya dalmışlardı. Rasûlullah (s.a.s.) “Yâ-Sîn Sûresi”nin başından:
“Biz onların önlerine ve arkalarına birer sed çektik, böylece gözlerini perdeledik. Onlar artık elbette görmezler” anlamındaki 9′uncu âyetine kadar olan kısmı okuyarak, aralarından geçip gitti.(128) Müşrikler Hz. Muhammed (s.a.s.)’in yatağında yattığını sanıyorlardı. Sabahleyin, yatakta yatanın Ali olduğunu görünce, donakaldılar, ne yapacaklarını şaşırdılar; hiddetlerinden çıldıracak hâle geldiler. Hemen her tarafı aramağa koyuldular. Mekke’yi alt üst ettiler. Fakat Hz. Peygamber yoktu.
Muhammed (s.a.s.)’i bulana 100 deve verilecek, diye ilân ettiler. Bu haber duyulunca, ne kadar mâceracı, cânî, katil varsa, hepsi etrâfa yayıldı. Mekke’de ve Mekke dışında, harıl harıl Hz. Peygamber (s.a.s.)’i arıyorlardı.
Rasûlullah (s.a.s.), gece evinden ayrıldıktan sonra Kâbe’yi tavâf etti. “Ey Mekke, sen Allah katında yeryüzünün en hayırlı ve bana en sevimli yerisin; eğer çıkmak zorunda bırakılmasaydım, senden ayrılmazdım”, dedi.(129) Ertesi gün öğle sıcağında Hz. Ebû Bekir’in evine vardı. Allah’ın emri ile, berâber hicret edeceklerini bildirdi. Hz. Ebû Bekir, sevinç göz yaşları ile, 4 aydır dışarıya bırakmayıp, ağaç yaprakları ile beslemekte olduğu iki cins devesini işâret ederek:
Dilediğini seç, Yâ Rasûlallah, dedi. Rasûlullah (s.a.s.) bedelini ödeyerek devenin birini aldı.
Rasûlullah (s.a.s.) ve Ebû Bekir için hazırlanan yol azığı bir dağarcığa konuldu. Ebû Bekir’in kızı Esmâ, belindeki bez kemeri ikiye ayırıp bir parçası ile bu dağarcığın ağzını bağladığı için Esma’ya “Zâtü’n-nitâkayn” (iki kemerli) ünvânı verild.(130/1)
c) Mağarada Gizlenmesi
Gece olunca, her ikisi evin arka penceresinden çıktılar. Ayakkabılarını çıkarıp, ayaklarının uçlarına basarak ıssız yollardan Mekke’nin güneyine doğru ilerlediler. 1.5 saat (3 mil) mesafede Sevr Dağı’nın tepesindeki mağaraya vardılar. Kureyşin araması bitinceye kadar, (perşembeyi cumaya bağlayan geceden pazar gününe kadar) üç gün bu mağarada gizlendiler.
Ebû Bekir’in oğlu Abdullah, geceleri mağaraya gelip Mekke’de olup biteni anlatıyor, ortalık ağarmadan gene Mekke’ye dönüyordu. Kölesi Âmr b. Füheyre de koyunlarını otlatırken akşamları Sevr dağına götürüp onlara süt veriyordu.
Peygamber Efendimizi ve Ebû Bekir’i arayanlar, iz sürerek, nihâyet Sevr’deki mağaranın ağzına kadar geldiler. Ayak sesleri ve konuşmaları içeriden duyuluyordu. Hz. Ebû Bekir, başını kaldırdığı zaman onların ayaklarını görmüş ve heyecanla:
-”Yâ Rasûlallah, eğilip baksalar, bizi görecekler, demişti, bunun üzerine Peygamber Efendimiz:
-”Korkma, Allah’ın yardımı bizimledir.(130/2) İki yoldaş ki, üçüncüsü Allah’tır, hiç endişe edilir mi?” buyurdu.(131)
Tâkipçiler Sevr dağı’na henüz çıkmadan, bir örümcek mağaranın ağzına ağ örmüş, bir çift beyaz güvercin yuva yapıp yumurtlamıştı. Bu durumda Kureyşliler mağaranın içine bakmanın ahmaklık olacağını düşünerek bırakıp gittiler.(132)
Kureyşlilerin aramaları üç gün sürdü. Peygamber Efendimiz ile Ebû Bekir Mekke’de iken Abdullah b. Uraykıt adında henüz müslüman olmamış, fakat son derece emîn bir şahsı kılavuz olarak kiralayıp develeri de ona teslim etmişlerdi.(133) Kılavuz Abdullah, üç gün sonra, dördüncü günün (Pazar) sabahı develeri mağaraya getirdi. Devenin birine Rasûlullah (s.a.s.) ile Ebû Bekir diğerine ise kılavuz Abdullah ile Ebû Bekir’in kölesi Âmir b. Füheyre bindiler. Sâhili takibederek Medine’ye doğru 24 saat hiç dinlenmeden yol aldılar Deve yürüyüşü ile 13 günlük olan Medine yolunu 8 günde katederek 12 Rabiulevvel/23 Eylül 622 pazartesi günü Kuba’ya ulaştılar.
Rasûlullah (s.a.s.)ilk vahiy Hîra (Nûr) dağı’ndaki mağarada gelmişti. Hira’daki mağara ile Sevr’deki mağara arasında geçen müddet, Rasûlullah (s.a.s.) ‘in Peygamberlik hayatının Mekke Devri’ni teşkil etmişti. Sevr dağı’ndaki mağaradan başlayan hicret ise, Mekke Devri’nin sonu, Medine Devri’nin başı olmaktaydı.
d) Rasûlullah (s.a.s.)’i Tâkibedenler
Hicret yolculuğunda Peygamber Efendimiz iki önemli takiple karşılaştı.
Müdliçoğullarından Sürâka, Kureyş’in ilân ettiği mükâfâtı ele geçirmek hevesiyle, kendi bölgelerinden geçmiş olan hicret kafilesini tâkibe koyuldu. Atını dört nala sürerek Rasûlullah (s.a.s.) ve arkadaşlarına yaklaştığı sırada, atı sürçüp kapaklandı. Kendisi de yere yuvarlandı. Yeniden atına binip koşturdu. Tam yaklaştığı sırada, atının ön ayakları kuma saplandığı için, yine düştü. Atını zorlukla kurtardı. Sürâka’nın morali iyice bozulmuştu. Rasûlullah (s.a.s.)’den özür diledi. Yazılı bir emânnâme alarak geri döndü; diğer tâkipçileri de “ben aradım, boşuna yorulmayın, bu tarafta yok…” diyerek geri çevirdi.(134)
Eslemoğullarından Büreyde de, Kureyşin ilân ettiği mükâfâtı alabilmek için Rasûlullah’ı tâkibe başlamıştı. Fakat ilk görüşte, yanındakilerle beraber Müslüman oldu. Daha sonra başındaki beyaz sarığı çözerek mızrağının ucuna bağladı. “Sizin gibi şanlı bir kafile bayraksız gitmez. İzin verirseniz ilk alemdârınız olayım” diyerek ta Kuba Köyü’ne kadar Rasûlullah (s.a.s.)’e bayraktarlık yaptı.
Daha sonra, Şam’dan Mekke’ye dönmekte olan bir ticâret kafilesine rastladılar. Kafilede bulunan, ilk 8 Müslümandan Avvâm oğlu Zübeyr, Rasûlullah (s.a.s.) ve Ebû Bekir’e beyaz elbiseler giydirdi.(135) Ve Medine’lilerin kendilerini sabırsızlıkla beklediklerini haber verdi.
Rasûlullah (s.a.s.)’ın yola çıktığı Medine’de duyulmuştu. Bu yüzden Medineliler, Rasûlullah (s.a.s.)’i karşılamak üzere her sabah şehir dışına çıkıp bekliyorlardı. 12 Rabiulevvel /23 Eylül 622 Pazartesi günü yine öğleye kadar beklemişler, sıcak bastırınca ümitlerini kesip dönmüşlerdi. Bu esnâda bir iş için evinin yüksek kulesinden etrafı seyreden bir Yahûdî, beyazlar giyinmiş bir kafilenin uzaktan gelmekte olduğunu gördü ve yüksek sesle: İşte günlerdir yolunu beklediğiniz devletli geliyor, diye haykırdı.
3- MEDİNE’YE VARIŞ
a) Hz. Peygamber (s.a.s.) Kuba’da
Medineliler derhal silahlanarak, bir bayram sevinci içinde yollara döküldüler. Rasûlullah (s.a.s.)’i Medine’ye bir saat uzaklıkta Kuba Köyünde karşıladılar. Rasûlullah (s.a.s.) burada Amr b. Avf Oğulları’nda 14 gece misâfir kaldı.(136) Bu esnâda Kur’ân-ı Kerîm’de “takvâ üzere yapıldığı” bildirilen Kuba Mescidi’ni binâ etti ve burada namaz kıldı.(137)
Rasûlullah (s.a.s.)’den 3 gün sonra tek başına yola çıkmış olan Hz. Ali de, gündüzleri gizlenip, geceleri yürüyerek, Kuba’da iken kafileye yetişti.
b) İlk Cuma Namazı ve İlk Hutbe
14 gün sonra, bir cuma günü Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz devesine bindi. Karşılamağa gelenlerle muhteşem bir alay içinde Medine’ye hareket etti. Yolda “Sâlim b. Avf oğulları”na âit “Rânûnâ Vâdisi”nde öğle vakti oldu. Rasûlullah (s.a.s.) burada arka arkaya iki hutbe okuyarak ilk Cuma Namazını kıldırdı.
İlk hutbede Allah’a hamd ve senâ ettikten sonra:
Ey nâs, ölmeden önce Allah’a tevbe ediniz, fırsat elde iken iyi işlere koşunuz. Allah’ı çok anmak, gizli ve âşikâr çok sadaka vermek sûretiyle O’nunla aranızdaki bağı kuvvetlendiriniz. Böyle yaparsanız, rızıklandırılır, yardım görürsünüz, kaçırdıklarınızı tekrâr elde edersiniz.
Biliniz ki, Cenab-ı Hakk, içinde bulunduğum yılın bu ayında, bugün şu bulunduğum yerde Cuma namazını kıyâmete kadar, üzerinize farz kıldı. Hayâtımda veya benden sonra, -âdil veya zâlim- bir imamı olduğu halde, önemsiz gördüğü veya inkâr ettiği için kim bu namazı terkederse, Allah onun iki yakasını bir araya getirmesin ve hiç bir işine hayır vermesin. Biliniz ki, böylesinin, tevbe etmedikçe, ne namazı, ne zekâtı, ne haccı, ne orucu, ne de herhangi bir iyiliği Allah katında bir değer taşır. Ancak, kim tevbe ederse Allah tevbesini kabûl eder.(138)
Ey Nâs, kendinize âhiret için azık hazırlayıp önceden gönderin. Hepiniz ölecek ve sürünüzü çobansız bırakacaksınız. Sonra Rabbınız, -arada tercümân veya perdedâr olmaksızın- bizzat:
- Sana benim peygamberim gelip haber vermedi mi? Ben sana mal vermiş, ihsânda bulunmuştum. Sen bunlardan âhiretin için ne gönderdin? diye soracaktır. O kimse sağına, soluna bakacak, hiç bir şey göremeyecek. Sonra önüne bakacak, orada Cehennem’i görecek. Öyleyse yarım hurma ile de olsa, kendini ateşten korumağa gücü yeten, bunu yapsın. Buna gücü yetmeyen, bâri güzel sözle kendini kurtarsın. Çünkü bir iyiliğe 10′dan 700 katına kadar sevap verilir. Allah’ın selâm ve rahmeti üzerinize olsun.(139)
Rasûlullah (s.a.s.) birinci hutbeyi böylece bitirdikten sonra ikinci hutbede de şunları söylemiştir.
Hamd Allah’a mahsustur. O’na hamdeder. O’ndan yardım dileriz. Nefislerimizin şerlerinden ve kötü işlerimizden Allah’a sığınırız. Allah’ın hidâyet verdiğini kimse saptıramaz. O’nun saptırdığını da kimse doğru yola koyamaz. Allah’tan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim. O birdir, eşi , ortağı ve benzeri yoktur.
Sözlerin en güzeli, Allah Kitabı (Kur’ân-ı Kerîm) dir. Allah’ın kalbini Kur’ân ile süslediği, küfürden sonra İslâm’a soktuğu, Kur’ân’ı diğer sözlere tercîh eden kimse felâh bulup kurtulmuştur.
Allah’ın sevdiğini seviniz. Allah’ı bütün kalbinizle (can ve gönülden) seviniz. Allah Kelâmı Kur’an’dan ve zikrinden usanmayınız.
Allah’ın Kelâmına karşı kalbiniz katılaşmasın.
Yalnız Allah’a kulluk edip ibâdetinizde O’na hiç bir şeyi ortak yapmayınız. O’ndan hakkıyla sakınınız. Yaptığınız iyi şeyleri dilinizle doğrulayınız. Aranızda Allah’ın rahmet ve merhametiyle sevişiniz. Allah’ın selâm ve rahmeti üzerinize olsun.(140)
c) Hz. Peygamber (s.a.s.)’in Medine’de Karşılanışı
Cuma namazından sonra Rasûlullah (s.a.s.) Medine’ye hareket etti.(141) Medine, târihinin en önemli gününü yaşıyordu. Halk bayram sevinci içinde, Kuba’dan itibâren yolu iki taraflı doldurmuştu. Kadınlar şiirler söylüyor, çocuklar “Rasûlullah geldi, Rasûlullah geldi” diye bağrışıyor, küçük kızlar def çalarak şenlik yapıyorlardı. Medine halkı, Rasûlullah (s.a.s.)’in gelişinden duyduğu sevinci, hiç bir şeyden duymamıştı.
Herkes Peygamber Efendimizi kendi evinde misâfir etmek istiyor, “Ey Allah’ın Rasûlü, bize buyurunuz… “diyerek deveyi durdurmak istiyorlardı. Rasûlullah (s.a.s.) ise, kimseyi gücendirmemek için devesini serbest bırakmıştı.
- “Siz deveyi kendi hâline bırakınız. O memurdur, emrolunduğu yere gider,” diyerek dâvet edenlerden izin istiyordu. Nihâyet deve, hâlen “Mescidü’n-Nebi”nin bulunduğu boş arsada çöktü, Rasûlullah (s.a.s.) inmedi. Deve kalkarak bir kaç adım gittikten sonra geri dönüp ilk çöktüğü yere yeniden çöktü, bir daha kalkmadı. Rasûlullah (s.a.s.) üzerinden inerek:
- “Akrabamızdan en yakın kimin evi?” diyerek etrâfındakilere sordu. Zeyd oğlu Hâlid.(142)
- İşte evim, işte kapısı, buyurunuz Yâ Rasûlallâh… diyerek Rasûlullah (s.a.s.)’i dâvet etti. Peygamber Efendimiz böylece Hz. Hâlid’in misâfiri oldu. Bu misâfirlik “Mescidü’n-Nebî”nin inşâatı tamamlanıncaya kadar 7 ay devam etti.(143)
[http://www.unitedamericanmuslim.org/news.php?newsid=96 kaynak]