euroya geçmeyen, ekonomisi hizmetler sektörüne dayanan, işsizliğe çözüm bulabilmiş yağmurlu ülke.
ingiltere
yazılı anayasası olmayan ülke
ingiltere'nin yazılı bir anayasasının olmaması, enteresan bir bilgidir ve yer yer dile getirilir.
tabii, bu başlık altında dile getirilmesinin nedeni, 'helal olsun adamlardaki toplumsal düzene' kastıyla mı yoksa 'bakın gördünüz mü, madem ingiltere'nin yazılı anayasası yok, bizde de olmayıversin. 80 milyon insan, kaderini uzunumuzun iki dudağının arasına bırakıversin.' kastıyla mı emin değilim. yani aslında eminim de, niyet okuması yapmış gibi görünmeyelim. şimdilik derdim bu da değil zaten. amacım, bunun nasıl olabildiğiyle ilgili birkaç söz etmek.
malumunuz, ingiltere monarşiyle yönetilir ama ingiltere'deki monarşi büyük oranda simgeseldir. yani kral ve kraliçe (günümüz itibarıyla kraliçe), devlet yönetimine karışmaz. sadece şeklen bazı yasaların onayı ve parlamentoyla ilgili bazı rutin işlemler dışında bir şeye karışmazlar.
peki, pratikte parlamenter demokrasiyle yönetilen bir ülkede yazılı anayasa nasıl olmaz?
cevap basit aslında: yazılı olmayan kuralların sağlamlığı sayesinde.
ingiltere'de yasaların uygulaması yargıçlar eliyle yürütülür. yargıçların verdikleri kararlar da yer yer gelenek ve göreneklere, yer yer kanunlara, yer yer vicdana dayalıdır.
hani çok anlatılan bir hikaye vardır. ingiltere'de gece yarısı parkta dolaşan bir kızı adamın biri korkutur. kız kaçar, adamı da yakalayıp mahkemeye çıkarırlar. yargıç, adama 7 yıl 7 günlük bir ceza verir. bu cezanın, birini korkutmaya karşılık çok olduğunu söylediklerinde, hakim şöyle cevap verir: ''verdiğim cezanın 7 günü kızı korkuttuğu içindi. 7 yıllık kısmı ise, parkta gece yarısı gezmek isteyen kadınların özgürlüğüne yapılan saldırının karşılığıdır.''
hikayeden de anlaşılacağı üzere, ingiliz yargıçlarının, diğer pek çok ülkedekinin aksine inanılmaz bir yetki alanları vardır. uygulamaların bir çoğu karşılıklı güven üzerine kuruludur. konuyla ilgili başka bir hikaye daha anlatayım:
bilenler vardır. ingiliz yargıçlarının belli bir maaşı yoktur. yargıçların çek defterleri vardır ve ihtiyaçları olduğunda, o çekin üzerine istedikleri miktarı yazarak bankadan tahsil ederler. yazdıkları miktar sorgulanmaz. devlet, kendi yargıcının bu güveni kötüye kullanmayacağına inanır.
işte efendim, ingiliz yargıçlarından biri çekin üzerine 1 milyon pound yazar ve bankaya giderek tahsil etmeye çalışır. bankadakiler panikler. bu kadar para olmadığını söylerler. hemen adalet bakanlığını arayıp durumu bildirirler. bakanlık ödemeyi yapmalarını söyler. banka ertesi günü, bu ödemeyi yapar. parayı alan hakim, bir iki gün sonra gelir ve parayı geri vermek istediğini söyler. sebebini sorduklarında, yargıç devletin bu parayı gerçekten verip vermeyeceğini merak ettiği için yaptığını söyler. bakanlık bunu öğrenir öğrenmez, 'biz devlet olarak yargıcımıza güveniriz ve yargıçlarımızın da devletine güvendiğini kabul ederiz. bunu sorgulayan bir yargıçla çalışmayız.' diyerek adamı işten çıkarırlar.
bu örnekten de anlaşılacağı üzere, ingiltere'de sistem büyük oranda karşılıklı güven üzerine kuruludur. bakın şimdi yazarken aklıma geldi. zamanın birinde, ingiltere'de doğup büyümüş biriyle, bir tatil beldesine gitmiştik. yolda jandarmalar çevirip kimlik kontrolü yapmışlardı. eleman cebinden a4 kağıdı boyutunda, katlı bir kağıt çıkarmıştı. jandarmalar kağıda bakıp ne olduğunu sorduklarında 'nüfus kağıdı' olduğunu söylemişti. adamlar bunun ingiliz vatandaşı olduğunu anlayınca bizi salmışlardı. elemanın nüfus kağıdına baktığımda üzerinde fotoğraf olmadığını farketmiştim (şimdi nasıldır bilmem. bu olay yıllar önceydi. muhtemelen son yıllardaki terör olayları, göç vs. nedeniyle fotoğraf kullanılmaya başlanmıştır.). elemana, 'e bu nasıl iş? senin nüfus kağıdını başkası da kullanır böyle.' demiştim. o da, 'evet, kullanabilir.' demişti. sebep olarak da, 'ingiltere'de devlet vatandaşına güvenir. normal şartlarda beyanı esas alır. ne zaman ki, bir yalanını yakalar, işte o zaman hayatı zindan eder.' diye açıklamıştı.
hah haa. bu hikayeyi anlatırken, hollanda'daki başka bir hikaye aklıma geldi:
bizim gurbetçilerden biri hollanda'ya yerleşecektir. kayıt kuyut işleri için belediyeye gider. belediyede kendisine çeşitli sorular sorarlar. bu da sırayla cevaplar. buna, 'balkonunuzda saksı var mı?' diye sorarlar. bu da niye sorduklarını sorar. adamlar, 'balkonundaki saksıda çiçek yetiştirenlerin su parası %50 indirimli hesaplanıyor.' derler. bizimki, 'peki saksı yoksa bile saksı var dersem ne olacak?' der. adamların gözleri faltaşı gibi açılır. biraz düşünürler. 'valla bilmiyoruz. hiç böyle bir durumu düşünmemiştik. niye öyle diyesiniz ki?' derler :)
tekrar ingiltere'ye dönecek olursak. örneklerden de anlaşılacağı üzere, oturmuş bir toplumsal düzende, yazılı anayasa aslında bir ayrıntıdan ibarettir. misal, ingiltere'de seçim kararını başbakan verir.
aklınıza geleni biliyorum. çünkü benim de aklıma gelen şey aynı. 'iyi de ya başbakan 20 yıl seçim kararı almazsa...' diye düşündük hepimiz. niye? çünkü biz ingiliz değiliz. ama emin olun, bu uygulama bizim ülkemizde olsaydı aklımıza gelen şey kesinlikle başımıza gelirdi. çünkü burası türkiye...
yazılı anayasası paçavraya çevrilmiş, anayasayı bizzat koruyup kollamakla yükümlü ve bunun üzerine namus ve şeref sözü vermiş kişiler tarafından hallaç pamuğu gibi atılmış, çuvalladığı her konuda 'onlar bizi kandırmış, bunlar bizi kandırmış, şunlar bizi kandırmış' denilerek işin içinden çıkılabilen bir ülkede, bir de yazılı anayasa olmasaydı neler olurdu, onu da engin görüşlerinize bırakıyorum.
tabii, bu başlık altında dile getirilmesinin nedeni, 'helal olsun adamlardaki toplumsal düzene' kastıyla mı yoksa 'bakın gördünüz mü, madem ingiltere'nin yazılı anayasası yok, bizde de olmayıversin. 80 milyon insan, kaderini uzunumuzun iki dudağının arasına bırakıversin.' kastıyla mı emin değilim. yani aslında eminim de, niyet okuması yapmış gibi görünmeyelim. şimdilik derdim bu da değil zaten. amacım, bunun nasıl olabildiğiyle ilgili birkaç söz etmek.
malumunuz, ingiltere monarşiyle yönetilir ama ingiltere'deki monarşi büyük oranda simgeseldir. yani kral ve kraliçe (günümüz itibarıyla kraliçe), devlet yönetimine karışmaz. sadece şeklen bazı yasaların onayı ve parlamentoyla ilgili bazı rutin işlemler dışında bir şeye karışmazlar.
peki, pratikte parlamenter demokrasiyle yönetilen bir ülkede yazılı anayasa nasıl olmaz?
cevap basit aslında: yazılı olmayan kuralların sağlamlığı sayesinde.
ingiltere'de yasaların uygulaması yargıçlar eliyle yürütülür. yargıçların verdikleri kararlar da yer yer gelenek ve göreneklere, yer yer kanunlara, yer yer vicdana dayalıdır.
hani çok anlatılan bir hikaye vardır. ingiltere'de gece yarısı parkta dolaşan bir kızı adamın biri korkutur. kız kaçar, adamı da yakalayıp mahkemeye çıkarırlar. yargıç, adama 7 yıl 7 günlük bir ceza verir. bu cezanın, birini korkutmaya karşılık çok olduğunu söylediklerinde, hakim şöyle cevap verir: ''verdiğim cezanın 7 günü kızı korkuttuğu içindi. 7 yıllık kısmı ise, parkta gece yarısı gezmek isteyen kadınların özgürlüğüne yapılan saldırının karşılığıdır.''
hikayeden de anlaşılacağı üzere, ingiliz yargıçlarının, diğer pek çok ülkedekinin aksine inanılmaz bir yetki alanları vardır. uygulamaların bir çoğu karşılıklı güven üzerine kuruludur. konuyla ilgili başka bir hikaye daha anlatayım:
bilenler vardır. ingiliz yargıçlarının belli bir maaşı yoktur. yargıçların çek defterleri vardır ve ihtiyaçları olduğunda, o çekin üzerine istedikleri miktarı yazarak bankadan tahsil ederler. yazdıkları miktar sorgulanmaz. devlet, kendi yargıcının bu güveni kötüye kullanmayacağına inanır.
işte efendim, ingiliz yargıçlarından biri çekin üzerine 1 milyon pound yazar ve bankaya giderek tahsil etmeye çalışır. bankadakiler panikler. bu kadar para olmadığını söylerler. hemen adalet bakanlığını arayıp durumu bildirirler. bakanlık ödemeyi yapmalarını söyler. banka ertesi günü, bu ödemeyi yapar. parayı alan hakim, bir iki gün sonra gelir ve parayı geri vermek istediğini söyler. sebebini sorduklarında, yargıç devletin bu parayı gerçekten verip vermeyeceğini merak ettiği için yaptığını söyler. bakanlık bunu öğrenir öğrenmez, 'biz devlet olarak yargıcımıza güveniriz ve yargıçlarımızın da devletine güvendiğini kabul ederiz. bunu sorgulayan bir yargıçla çalışmayız.' diyerek adamı işten çıkarırlar.
bu örnekten de anlaşılacağı üzere, ingiltere'de sistem büyük oranda karşılıklı güven üzerine kuruludur. bakın şimdi yazarken aklıma geldi. zamanın birinde, ingiltere'de doğup büyümüş biriyle, bir tatil beldesine gitmiştik. yolda jandarmalar çevirip kimlik kontrolü yapmışlardı. eleman cebinden a4 kağıdı boyutunda, katlı bir kağıt çıkarmıştı. jandarmalar kağıda bakıp ne olduğunu sorduklarında 'nüfus kağıdı' olduğunu söylemişti. adamlar bunun ingiliz vatandaşı olduğunu anlayınca bizi salmışlardı. elemanın nüfus kağıdına baktığımda üzerinde fotoğraf olmadığını farketmiştim (şimdi nasıldır bilmem. bu olay yıllar önceydi. muhtemelen son yıllardaki terör olayları, göç vs. nedeniyle fotoğraf kullanılmaya başlanmıştır.). elemana, 'e bu nasıl iş? senin nüfus kağıdını başkası da kullanır böyle.' demiştim. o da, 'evet, kullanabilir.' demişti. sebep olarak da, 'ingiltere'de devlet vatandaşına güvenir. normal şartlarda beyanı esas alır. ne zaman ki, bir yalanını yakalar, işte o zaman hayatı zindan eder.' diye açıklamıştı.
hah haa. bu hikayeyi anlatırken, hollanda'daki başka bir hikaye aklıma geldi:
bizim gurbetçilerden biri hollanda'ya yerleşecektir. kayıt kuyut işleri için belediyeye gider. belediyede kendisine çeşitli sorular sorarlar. bu da sırayla cevaplar. buna, 'balkonunuzda saksı var mı?' diye sorarlar. bu da niye sorduklarını sorar. adamlar, 'balkonundaki saksıda çiçek yetiştirenlerin su parası %50 indirimli hesaplanıyor.' derler. bizimki, 'peki saksı yoksa bile saksı var dersem ne olacak?' der. adamların gözleri faltaşı gibi açılır. biraz düşünürler. 'valla bilmiyoruz. hiç böyle bir durumu düşünmemiştik. niye öyle diyesiniz ki?' derler :)
tekrar ingiltere'ye dönecek olursak. örneklerden de anlaşılacağı üzere, oturmuş bir toplumsal düzende, yazılı anayasa aslında bir ayrıntıdan ibarettir. misal, ingiltere'de seçim kararını başbakan verir.
aklınıza geleni biliyorum. çünkü benim de aklıma gelen şey aynı. 'iyi de ya başbakan 20 yıl seçim kararı almazsa...' diye düşündük hepimiz. niye? çünkü biz ingiliz değiliz. ama emin olun, bu uygulama bizim ülkemizde olsaydı aklımıza gelen şey kesinlikle başımıza gelirdi. çünkü burası türkiye...
yazılı anayasası paçavraya çevrilmiş, anayasayı bizzat koruyup kollamakla yükümlü ve bunun üzerine namus ve şeref sözü vermiş kişiler tarafından hallaç pamuğu gibi atılmış, çuvalladığı her konuda 'onlar bizi kandırmış, bunlar bizi kandırmış, şunlar bizi kandırmış' denilerek işin içinden çıkılabilen bir ülkede, bir de yazılı anayasa olmasaydı neler olurdu, onu da engin görüşlerinize bırakıyorum.
gitmek isteyip gidemediğim ülke :(
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?