23 nisan münasebeti ile yazdığı duygu yüklü yazıyı müsaadenizle paylaşıyorum .. iyi okumalar ..
--
O çocuklar öyle mahzun ağlamaya gittiler
--
Seneler önce miydi, yoksa dün müydü? Mesele koyu bir yaşanmışlık olunca dünün ya da yıllar evvelinin bir önemi var mıydı?
Serde yönetmenlik de var ya, bir reklam çekimindeyim. Evvelden adlarına figüran denilen, şimdilerde 'yardımcı oyuncu' olarak adlandırılan 10-12 oyuncu da var setimde.
Bizden sonra geldi oyuncular çekim alanına. Sabahın çok erkeni. Uykusuzluk, bitkinlik, hayata karşı umutsuzluk akıyor her birinin gözünden. Biri hariç. Onun gözleri ışıl ışıl. Sanki gece 3'te bir servis aracına binmemiş de, saatlerce diğer oyuncuların toplanmasını beklememiş de, iki saati aşkın süre yol gelmemiş de gibi bir keyif hali.
Yanıma geldi. 'Yönetmen siz misiniz?' diye sordu. 'Benim' dedim. 'Ben de Elif' dedi. 'Memnun oldum' dedim ve o andan itibaren eşsiz bir çekim alanının tam ortasında buldum kendimi.
Nasıl bulmayayım ki? Uzun siyah saçlar, derinine derinine bakan siyah gözler, muazzam bir Türkçe. Anlayacağınız, şahane bir sohbet arkadaşım oluverdi sette.
Birazdan reklam için çekimlere başladık. Baktım, yanımda ayakta dikilmiş, pürdikkat çektiğim sahneleri izliyor. Arada, haddini asla aşmayan sorular soruyor. Öyle tatlı soruyor ki, unutuyorum bir işim olduğunu. Bütün gövdemle dönüp cevaplar veriyorum.
Bir ara, refakatçisi olan anneannesi geldi yanımıza. Biraz da çekinerek 'hocam, işinize mani oluyorsa...' diye başlayan bir cümle kurmaya başladı. Hemen bir el hareketimle durdurdum. 'Ziyanı yok' dedim. 'Elif'le ben çok iyi arkadaş olduk. Yanıma oturabilir.'
Söylemeyi unuttum değil mi? Yeni arkadaşım Elif 7 yaşında.
Bir ara, bir çekim mekanından diğerine yürürken bir el giriverdi koluma. 'Sen çok iyi bir insansın' deyiverdi sonra. 'Teşekkür ederim de nereden ulaştın bu sonuca?' diye sordum. 'İyisin işte' dedi, 'diğer bazı yönetmenler çok soğuk oluyorlar. Sen çok iyisin.'
Sonra işe güce gömüldüm iyice. Bir ara baktım, bir kağıt bardakta bir kahve konuldu masama. 'Çok çalıştın, bunu hak ettin. Şeker atıyor musun kahveye? Getireyim mi?'
7 yaşındaki arkadaşımın ikramını yudumlarken son derece doğal bir merakla soruverdim: 'Baban ne iş yapıyor Elif?'
Bazen bir sorunun sorulmaması gerektiğini soruyu daha sorduğunuz anda karşınızdaki insanın yüzünden anlarsınız ya. Elif için de öyle oldu. Yüzünün kıvrımından anladım cevabı. Fakat duraksamadı. 'Benim babam ben bebekken ölmüş' dedi. Aradan iki dakika geçmeden bir bahane bulup uzaklaştı yanımdan.
Belki beni bir binanın üçüncü katından itseniz ve doğruca asfalta yapışsam canım bu kadar yanmaz, kalbim bu kadar acımazdı. Yeni arkadaşımın o ifadesi, o üzgünlüğü, o 'benim babam ben bebekken ölmüş' deyişi...
Bir yetişkin olarak yapabileceğim en sıkıcı, en berbat şeyi yaptım ve çekime devam ederek bastırmaya çalıştım yaşadığım şeyi.
Bir süre sonra yardımcım, 'abi Elif'in sahnesi ama kızı bulamıyoruz' dedi. 'Ben bulurum' deyip kalktım. Çünkü biliyorum. 'O çocuklar öyle mahzun ağlamaya gittiler.' Bal gibi biliyorum.
Servis minibüsüne gittim. Arabanın en arkasında oturuyor. Gözlerinde yaş kalmamış.
'Sizin sahneniz küçük hanım' dedim. Aptalca olduğunu biliyordum söylediğimin. Fakat hangi cümleyle teselli edecektim, hangi kelimeyle o kırgınlığı geriye alabilecektim ki?
'Gidelim öyleyse' dedi. Birlikte sete doğru yürümeye başladık. Koluma girdi usulca.
'Biliyor musun hocam, bugün 23 Nisan. Bugün bayram' dedi.
'Ah' dedim, 'ne kadar da aptalım. Bayramınız kutlu olsun Elif Hanım.'
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?