tayyip erdoğan'ın, paralel üyelerine hitap şekli
''dünya da en kötü köle bile sahibine karşı gelir ama mankurt bunu yapamaz''
https://www.youtube.com/watch?v=k8OiBzaaTeg
mankurt
Cengiz Aytmatov'un 1980 yılında yazdığı Gün Olur Asra Bedel adlı eserinde, Orkun Uçar'ın ise Metal Fırtına 2 / Kayıp Naaş adlı eserinde Kırgız destanlarından yararlanarak güncelleştirdikleri bir kişiliktir. Mankurt bazı işlemler sonucu öz benliğini yitirerek kendisini kimliksizleştiren düşmanının kuklası haline gelmiş bir zavallı insan tipidir.
*Sözcük Türkçedeki Mankafa :) tabiri ile aynı kökten gelir ve benzer manalar içerir.*
*Sözcük Türkçedeki Mankafa :) tabiri ile aynı kökten gelir ve benzer manalar içerir.*
mankurt'un ne olduğu konusunda herhangi bir anlaşmazlık yok. romandaki anlatımdan, özetle ''efendilerinin emirleri doğrultusunda, içinde yetiştiği toplumun tüm değerlerini kendi varlığında sıfırlayan ve tüm benliğiyle efendilerinin tahakkümüne giren canlı.'' diye özetleyebiliriz. bunun yöntemi ilk entryde açıklanmış. tabii günümüzde, romandaki uygulanış biçimiyle uygulanmadığı açık. daha girift, daha zor anlaşılabilir yöntemler uygulanıyor.
dediğim gibi, mankurt'un ne olduğu konusunda bir anlaşmazlık yok. anlaşmazlık, mankurt'un kim olduğu konusunda. zira, bir insan başka birini kolaylıkla mankurtlukla itham edebilir. kimin haklı olduğunu anlayabilmek için yapılması gereken en akla yakın şey, eldeki verileri değerlendirmektir.
en iyisi, somut örnekler üzerinden ilerlemek.
örneklerden biri olarak kendimi seçtim. öncelikle kendimle ilgili bir iki temel veriyi vermekle başlayayım. eğer birisi bana kendimi tanımlamamı isteseydi, üç aşağı beş yukarı şöyle bir tanım yapardım. ''okumayı, düşünmeyi severim. bir yargıya varmadan önce, doğal olarak duygularımı da işin içine katarım ancak duygularımdan daha önce, yargıya varacağım konuyla ilgili somut verileri değerlendirmeyi tercih ederim. şimdiye kadarki seçim tecrübelerimde 'sol' olarak nitelendirilen partilere oy vermedim. çoğunlukla mhp'ye oy vermekle birlikte, bbp'ye de oy vermiş biriyim. hatta bir seçimde, 28 şubat dönemini protesto amacıyla saadet partisi'ne oy vermiş bir seçmenim. bir de anayasa oylamasında akp'ye oy vermişliğim var ki, bu tercihim hayatım boyunca yaşadığım en önemli pişmanlıklarımdan biridir. kendimi milliyetçi olarak nitelendiremem. ülkücü de demem. illa bir kelimeyle tanımlamam gerekseydi, kendim için 'vatansever' demeyi seçerdim. dini inanç olarak da kendimi 'elhamdülillah müslümanım' diye tanımlarım. ancak bu tanımın açılımı olarak, günümüzde yaygın olarak kabul edilen islam anlayışının kimi noktalarına şiddetle muhalefet ettiğimi, dinin rivayet edilen hadisler yoluyla ruhundan uzaklaştırıldığını ve mezhepler yoluyla da aslından farklılaştırıldığını düşünürüm.'' (bu husus, olayı farklı noktalara götürebileceği için fazla ayrıntıya girmeyi uygun görmüyorum. dileyen dilediği gibi inanmakta ve dilediği şekilde uygulamakta özgürdür neticede.)
kendimi bir paragrafla somutlaştırdıktan sonra, sıra geldi fikir jimnastiğine. ben bir mankurt muyum?
gelelim cevaba: yukarda da belirttiğim gibi, geçmişte farklı partilere oy vermiş biriyim. bunun sebebi, belli bir dünya görüşümün olmaması değil, vereceğim oyu, o zamanın konjonktürüne ve partilerin uygulamalarına göre belirliyor olmam. misal, oy verdiğim bir parti verdiği sözleri tutmazsa (mesela teröristbaşını asacağız deyip asılmamasına sessiz kalırsa) o partiyi yo vermeyerek cezalandırırım. eğer bir partinin kurulu düzen tarafından haksız şekilde cezalandırıldığını düşünüyorsam (mesela saadet partisi) gidip oyumu o partiye verebilirim. bazı görüşlerini onaylamasam da, özgürlükçü olduğuna ikna olduğum bir partinin fikirlerine oy verebilirim (anayasa referandumunda akp) vs... içinde doğduğum toplumun dini kabullerini, sırf o toplumda yaşadığım için kabul etmem. aklımın yettiğince, zamanım elverdiğince okumaya, neyin, niye olduğunu anlamaya çalışırım. vardığım sonuçların doğru ya da yanlış olması ayrı bir konu. ama netice itibarıyla, hayata bakış açım ve yöntemlerim budur.
şimdi ben bu şartlarda bir mankurt oluyorsam, yapacak bir şey yok.
bir de farklı bir örneği irdeleyelim. hadi bu defa örneğimiz soyut olsun. somut örnek bulmakta zorlandım. zira, anlatacağım özelliklere sahip bir örneği çevremde/ülkemde bulamadım (!)
anlatacağımız örneğin dini inanışına dair fazla yorum yapmak istemiyorum. zira, dini inanç son tahlilde bir iman meselesidir. ama öyle inanıyorum ki, bu örneğimizin müslüman olmasının tek sebebi, müslüman bir toplumda doğmuş olması. şayet hristiyan bir ana babanın eline doğmuş olsaydı, koyu bir katolik olurdu. hindistan'da doğsa fanatik bir budist, japonya'da doğsa muhtemelen ateist olurdu. hangi dine inanırsa inansın, o dinin en koyu savunucusu ve şartlara göre belki de eli silahlı askeri olurdu. inandığı dine inanmayan birilerinin ölümünü duyduğunda, 'oh olmuş o kafirlere. yahudiler gebersin. ateistlere ölüm.' çığlıkları atabilirdi. etrafındaki insanları, diğer hiçbir olumlu ya da olumsuz özelliklerini dikkate almadan, onun dinine inanan ya da inanmayan olarak gruplandırırdı. dindaşlarının yaptıkları kimi fiilleri, sırf aynı dinden olduğu için görmezden gelirken, benzer fiilleri yapan farklı inanışa sahip insanları acımazsızca eleştirebilir, kınayabilirdi. kurulu düzene karşı güçsüzken en sık kullandığı kelimeler, 'eşitlik, özgürlük, adalet, hak, hukuk...' gibi evrensel söylemlerken, kurulu düzenin yönetim kademesine geçince, atıfta bulunduğu değerlerin tamamını görmezden gelebilirdi. demokrasinin nimetlerini sonuna kadar kullanarak demokrasiyi kaldırmak istediğini haykırabilirdi. bazen 'vatan' kavramını su gibi, ekmek gibi vazgeçilmez sayarken, bazen bu değerlerin görmezden gelinmesi gerektiğini savunabilirdi. bazen mensubu olduğu milletin mensubu olmakla övünürken, bazen tek önemli olanın ümmet olduğunu söyleyebilirdi. bazen ülkesinin bayrağını partisinin mitinglerinde yerlere serip üzerine otururken, bazen o bayrak için ölünmesi gerektiğini şaşmaz bir imanla savunabilirdi. bazen o bayrağı asanları provokatörlükle suçlarken, bazen o bayrağı asmayanları hainlikle suçlayabilirdi. bazen inandığı dinin ritüellerinden biri için yıllar boyunca tüm geleceğini riske atarak eylemler yaparken, bazen aynı ritüeli uygulayan başkalarını görmezden gelebilir, onlara reva görülen uygulamaları haklı bulabilirdi. bazen 'analar ağlamasın' derken, bazen 'gebersinler' diyebilirdi. bazen en sevdiği yemek maklube olurken, bazen maklubeden iğrenebilirdi. bazen kadını özgür bir birey olarak kabul edip, kamu hayatının her kademesinde olması gerektiğini savunurken, bazen kadının gündelik hayatta erkeğin yardımcısı olduğunu söylerdi. bazen hırsızların kolunun kesilmesi gerektiğini söyler, bazen 'onların hepsi montaj ki akıllım' derdi. gerek gördüğünde atatürk'e etmedik hakareti bırakmaz, gerek gördüğünde çanakkale'den, kurtuluş savaşı'ndan, yunanların denize dökülüşünden vs. dem vururdu. 20, 30, 50, 80 yıl önce gerçekleşen olaylardan mağduriyet yaratır ama son 14 senenin uygulamalarını zinhar eleştirmezdi. bazen insanların kepazeliklerini -büyük oranda haklı olarak- 'insanların yanlışlarını kurumlara/inançlara yüklemeyin' der, bazen de 'işte malum zihniyet değil mi. ne bekleyebilirsin ki.' diye kestirip atardı... velhasılı kelam, hayata dair, benzer birçok durum karşısında, birbirinden siyah ve beyaz kadar farklı bakış açıları sergileyebilirdi.
bunu, 'düşündükçe geliştim. yanlış fikirlerimden sıyrıldım. tekamül ettim.' diye savunsa amenna. ancak bütün bu dönüşümleri tek bir sebeple gerçekleştirirdi: liderinin söylemleri, eylemleri ve belirlediği doğrultu.
öyle ki, yıllardır, o ve onun gibi olanlar için yapılan mankurt benzetmesini, lideri gündeme getirdiği için farkeder ve kendisine mankurt diyenleri mankurtlukla suçlardı.
dediğim gibi, eğer ikinci örnekteki olmayan (!) kahramanımıza değil de, birinci örnekteki bana mankurt diyorsanız, 'ellaham haklısınız...' demekten başka elimden bir şey gelmez.
dediğim gibi, mankurt'un ne olduğu konusunda bir anlaşmazlık yok. anlaşmazlık, mankurt'un kim olduğu konusunda. zira, bir insan başka birini kolaylıkla mankurtlukla itham edebilir. kimin haklı olduğunu anlayabilmek için yapılması gereken en akla yakın şey, eldeki verileri değerlendirmektir.
en iyisi, somut örnekler üzerinden ilerlemek.
örneklerden biri olarak kendimi seçtim. öncelikle kendimle ilgili bir iki temel veriyi vermekle başlayayım. eğer birisi bana kendimi tanımlamamı isteseydi, üç aşağı beş yukarı şöyle bir tanım yapardım. ''okumayı, düşünmeyi severim. bir yargıya varmadan önce, doğal olarak duygularımı da işin içine katarım ancak duygularımdan daha önce, yargıya varacağım konuyla ilgili somut verileri değerlendirmeyi tercih ederim. şimdiye kadarki seçim tecrübelerimde 'sol' olarak nitelendirilen partilere oy vermedim. çoğunlukla mhp'ye oy vermekle birlikte, bbp'ye de oy vermiş biriyim. hatta bir seçimde, 28 şubat dönemini protesto amacıyla saadet partisi'ne oy vermiş bir seçmenim. bir de anayasa oylamasında akp'ye oy vermişliğim var ki, bu tercihim hayatım boyunca yaşadığım en önemli pişmanlıklarımdan biridir. kendimi milliyetçi olarak nitelendiremem. ülkücü de demem. illa bir kelimeyle tanımlamam gerekseydi, kendim için 'vatansever' demeyi seçerdim. dini inanç olarak da kendimi 'elhamdülillah müslümanım' diye tanımlarım. ancak bu tanımın açılımı olarak, günümüzde yaygın olarak kabul edilen islam anlayışının kimi noktalarına şiddetle muhalefet ettiğimi, dinin rivayet edilen hadisler yoluyla ruhundan uzaklaştırıldığını ve mezhepler yoluyla da aslından farklılaştırıldığını düşünürüm.'' (bu husus, olayı farklı noktalara götürebileceği için fazla ayrıntıya girmeyi uygun görmüyorum. dileyen dilediği gibi inanmakta ve dilediği şekilde uygulamakta özgürdür neticede.)
kendimi bir paragrafla somutlaştırdıktan sonra, sıra geldi fikir jimnastiğine. ben bir mankurt muyum?
gelelim cevaba: yukarda da belirttiğim gibi, geçmişte farklı partilere oy vermiş biriyim. bunun sebebi, belli bir dünya görüşümün olmaması değil, vereceğim oyu, o zamanın konjonktürüne ve partilerin uygulamalarına göre belirliyor olmam. misal, oy verdiğim bir parti verdiği sözleri tutmazsa (mesela teröristbaşını asacağız deyip asılmamasına sessiz kalırsa) o partiyi yo vermeyerek cezalandırırım. eğer bir partinin kurulu düzen tarafından haksız şekilde cezalandırıldığını düşünüyorsam (mesela saadet partisi) gidip oyumu o partiye verebilirim. bazı görüşlerini onaylamasam da, özgürlükçü olduğuna ikna olduğum bir partinin fikirlerine oy verebilirim (anayasa referandumunda akp) vs... içinde doğduğum toplumun dini kabullerini, sırf o toplumda yaşadığım için kabul etmem. aklımın yettiğince, zamanım elverdiğince okumaya, neyin, niye olduğunu anlamaya çalışırım. vardığım sonuçların doğru ya da yanlış olması ayrı bir konu. ama netice itibarıyla, hayata bakış açım ve yöntemlerim budur.
şimdi ben bu şartlarda bir mankurt oluyorsam, yapacak bir şey yok.
bir de farklı bir örneği irdeleyelim. hadi bu defa örneğimiz soyut olsun. somut örnek bulmakta zorlandım. zira, anlatacağım özelliklere sahip bir örneği çevremde/ülkemde bulamadım (!)
anlatacağımız örneğin dini inanışına dair fazla yorum yapmak istemiyorum. zira, dini inanç son tahlilde bir iman meselesidir. ama öyle inanıyorum ki, bu örneğimizin müslüman olmasının tek sebebi, müslüman bir toplumda doğmuş olması. şayet hristiyan bir ana babanın eline doğmuş olsaydı, koyu bir katolik olurdu. hindistan'da doğsa fanatik bir budist, japonya'da doğsa muhtemelen ateist olurdu. hangi dine inanırsa inansın, o dinin en koyu savunucusu ve şartlara göre belki de eli silahlı askeri olurdu. inandığı dine inanmayan birilerinin ölümünü duyduğunda, 'oh olmuş o kafirlere. yahudiler gebersin. ateistlere ölüm.' çığlıkları atabilirdi. etrafındaki insanları, diğer hiçbir olumlu ya da olumsuz özelliklerini dikkate almadan, onun dinine inanan ya da inanmayan olarak gruplandırırdı. dindaşlarının yaptıkları kimi fiilleri, sırf aynı dinden olduğu için görmezden gelirken, benzer fiilleri yapan farklı inanışa sahip insanları acımazsızca eleştirebilir, kınayabilirdi. kurulu düzene karşı güçsüzken en sık kullandığı kelimeler, 'eşitlik, özgürlük, adalet, hak, hukuk...' gibi evrensel söylemlerken, kurulu düzenin yönetim kademesine geçince, atıfta bulunduğu değerlerin tamamını görmezden gelebilirdi. demokrasinin nimetlerini sonuna kadar kullanarak demokrasiyi kaldırmak istediğini haykırabilirdi. bazen 'vatan' kavramını su gibi, ekmek gibi vazgeçilmez sayarken, bazen bu değerlerin görmezden gelinmesi gerektiğini savunabilirdi. bazen mensubu olduğu milletin mensubu olmakla övünürken, bazen tek önemli olanın ümmet olduğunu söyleyebilirdi. bazen ülkesinin bayrağını partisinin mitinglerinde yerlere serip üzerine otururken, bazen o bayrak için ölünmesi gerektiğini şaşmaz bir imanla savunabilirdi. bazen o bayrağı asanları provokatörlükle suçlarken, bazen o bayrağı asmayanları hainlikle suçlayabilirdi. bazen inandığı dinin ritüellerinden biri için yıllar boyunca tüm geleceğini riske atarak eylemler yaparken, bazen aynı ritüeli uygulayan başkalarını görmezden gelebilir, onlara reva görülen uygulamaları haklı bulabilirdi. bazen 'analar ağlamasın' derken, bazen 'gebersinler' diyebilirdi. bazen en sevdiği yemek maklube olurken, bazen maklubeden iğrenebilirdi. bazen kadını özgür bir birey olarak kabul edip, kamu hayatının her kademesinde olması gerektiğini savunurken, bazen kadının gündelik hayatta erkeğin yardımcısı olduğunu söylerdi. bazen hırsızların kolunun kesilmesi gerektiğini söyler, bazen 'onların hepsi montaj ki akıllım' derdi. gerek gördüğünde atatürk'e etmedik hakareti bırakmaz, gerek gördüğünde çanakkale'den, kurtuluş savaşı'ndan, yunanların denize dökülüşünden vs. dem vururdu. 20, 30, 50, 80 yıl önce gerçekleşen olaylardan mağduriyet yaratır ama son 14 senenin uygulamalarını zinhar eleştirmezdi. bazen insanların kepazeliklerini -büyük oranda haklı olarak- 'insanların yanlışlarını kurumlara/inançlara yüklemeyin' der, bazen de 'işte malum zihniyet değil mi. ne bekleyebilirsin ki.' diye kestirip atardı... velhasılı kelam, hayata dair, benzer birçok durum karşısında, birbirinden siyah ve beyaz kadar farklı bakış açıları sergileyebilirdi.
bunu, 'düşündükçe geliştim. yanlış fikirlerimden sıyrıldım. tekamül ettim.' diye savunsa amenna. ancak bütün bu dönüşümleri tek bir sebeple gerçekleştirirdi: liderinin söylemleri, eylemleri ve belirlediği doğrultu.
öyle ki, yıllardır, o ve onun gibi olanlar için yapılan mankurt benzetmesini, lideri gündeme getirdiği için farkeder ve kendisine mankurt diyenleri mankurtlukla suçlardı.
dediğim gibi, eğer ikinci örnekteki olmayan (!) kahramanımıza değil de, birinci örnekteki bana mankurt diyorsanız, 'ellaham haklısınız...' demekten başka elimden bir şey gelmez.
cengiz aytmatov'un romanında geçen; aklını sahibinin emrine vermiş, robot insanlardır .. sahipleri onlara ne emrederse, sorgusuz sualsiz o işi yaparlar ..
romanda mankurt şu şekilde geçiyor:
annesi sürekli gerçekleri oğluna anlatmasına rağmen çocuğun aklına hiç bir şey girmiyor ve sonunda sahibinin emri ile annesini öldürüyor ..
cumhurbaşkanımızın yakın zaman önce gündemimize sokmuş olduğu bir kelimedir ve muhalefetimizin içler acısı halini resmetmektedir ..
romanda mankurt şu şekilde geçiyor:
annesi sürekli gerçekleri oğluna anlatmasına rağmen çocuğun aklına hiç bir şey girmiyor ve sonunda sahibinin emri ile annesini öldürüyor ..
cumhurbaşkanımızın yakın zaman önce gündemimize sokmuş olduğu bir kelimedir ve muhalefetimizin içler acısı halini resmetmektedir ..
Gerçekte “bilinçsiz köle” anlamına gelen mankurt, eski dönemde insanları köleleştirmenin bir yöntemi olarak kullanılıyordu. ‘Mankurt’ haline getirilmek istenen insanın saçları kazınıp başına devenin boyun derisi gerdirilerek geçirilir ve güneş altında birkaç gün bekletilirdi.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?