confessions

angarali

1. nesil Yazar - Yazar -

  1. toplam entry 783
  2. takipçi 24
  3. puan 26564

amin alayı

piri fani
Osmanlı döneminde çocukların okula başlaması büyük törenlerle olur, bütün mahalle eğlenerek çocuklarını okula başlatırdı.

Başta taşınan Kuran rahlesi, midilli at, hazırlanmış yemekler, ilahiler, dualar ve hep bir ağızdan aminlerle mektebe yeni başlayan talebeleri okula götüren Amin Alayı







gözyaşı çeşmesi

piri fani
Kırım Bahçesaray'da bir çeşme.

Hansaray'ın hiç şühesiz en meşhur yelerinin başında Gözyaşı Çeşmesi gelmektedir. Kırım Hanı Kırım Giray Han tarafından, çok sevdiği ve genç yaşta ölen eşi Dilara Bikeç anısına "Dünya durdukça bu çeşme de benim gibi ağlasın" diyerek Bahçesaray'lı bir taş ustasına (kimilerine göre İranlı Ömer usta'ya) 1763 yılında bu çeşmeyi yaptırmıştır.

ahmet tevfik okday

piri fani
Osmanlı devlet adamı ve son Osmanlı sadrazamı. ikinci Abdülhamid döneminin Hariciye Nazırı olarak 14 yıl görev yaptı.

binali yıldırım'ın kader arkadaşıdır. koltuk ellerinde patlamıştır.

Tevfik Paşa Ankara'daki mücadeleye saygı duyan politikaları yüzünden cumhuriyetçilerin de saygısını kazanmıştı.

hayatı:
Ahmet Tevfik Paşa son devrin en ilginç sadrazamıdır. Bu memlekette öğrendiği Fransızcayla yüzbaşılığın eşiğinde hariciyeye geçmeye karar verdi ve kademe kademe büyükelçiliğe kadar yükseldi. Zekası ve çalışmasıyla diplomasi sanatı ve devletler hukukunu iyi öğrendi

Çağımızın cumhuriyeti denen ve vatandaşlık esasına dayanan rejimlerin tarihi içinde şüphesiz en ilginci Türkiye Cumhuriyeti'dir. Oluşumu özgündür. O tarihte Avrupa'nın en uzun ömürlü monarşisinin askerî ve mülkî kadroları, o saltanata bağlı din adamları, modern dünya ile anayasal monarşinin arasında bocalayan aydınların yer aldığı bir hareketle yeni Türkiye
ve halkı saltanattan cumhuriyete geçmişti. Kadroların içinde cumhuriyetçi, devrimci kısvetiyle çıkanlar pek göze çarpmaz. Bizzat 1920'nin 23 Nisan'ında meclis hükümetini kuran, TBMM'yi temsil eden öncü kadronun bile böyle bir söylemi yoktu. Ama TBMM'de çok etkili olmasalar da sosyalist mebuslar dahi vardı. Eski TBMM Başkan Vekillerinden Mustafa Kemal Palaoğlu'nun doktora tezindeki bir yorumu hatırlamamak mümkün değil; 1922 zaferin yaklaşıldığı erken günlerde dahi saltanatın akıbeti üzerinde tartışmalar ve şüpheler başlamıştı.
1 Kasım 1922'de TBMM saltanatı lağvetti. Bu eylemde İstanbul'daki rejimin Ankara'yla uzlaşmaktaki gecikmesi, daha doğrusu uzlaşmama inadının rol oynadığı açıktır. Lağvedilen saltanatın yerine geçen rejimin ne olduğu belliydi. Adının konması için bir yıl daha geçecektir. Hiç şüphesiz ki lağvedilen saltanatın başındaki padişah henüz İstanbul'daydı. İdarede ve orduda taraftarları vardı, muhalifler de vardı. Hatta bizzat kabinenin içinde bile genel bir tavır söz konusu değildi. Osmanlı İmparatorluğu'nun son sadrazamı Ahmet Tevfik Paşa 4 Kasım günü yani bundan tam 90 yıl önce kabinenin istifasını verdi. Ankara'nın kararı üzerine İstanbul'daki hükümet de böylece tavrını ortaya koymuştu ve Osmanlı monarşisi sona ermişti. Bundan sonra yapılan tek şey son padişahın memleketi terk etmesi olmuştur.

İlk sadrazamlığı 31 Mart Ayaklanması sırasındadır
Ahmet Tevfik Paşa 11 Şubat 1845 doğumludur. Rumeli ordusu komutanlarından İsmail Hakkı Paşa'nın oğludur, Kırım Hanzadesi'dir. Arslan Giray'ın soyundan gelir. Osmanlı Devleti'nin son sadrazamı ki Kırımlı Tevfik Paşa olarak bilinir, Giraylar soyundan olması da tarihin bir cilvesidir. Tevfik Paşa son asır Osmanlı muhiti içinde yetişen çağdaş bir diplomattı. Fransızcayı burada öğrenmiştir. İsviçreli bir hanımla evliydi.
İki oğlundan birisi İsmail Hakkı (Okday) ileride son padişahın kızı Ulviye Sultan'la evlenip Anadolu mücadelesine katılmak üzere Ankara'ya iltica edince boşanacaklardır. Boşanma nedeninin Ulviye Sultan'la siyasi ayrılık farkından olduğu şüphelidir. Zira Sabiha Sultan'ın da (Şehzade Ömer Faruk'un eşi), Ulviye Sultan'ın da Anadolu mücadelesine kendi çaplarında yardımcı oldukları bilinir. Son sadrazamın torunu İsmail Hakkı Okday Beyin kızı Hümeyra (Özbaş) Hanım Sultan'dır.
Tevfik Paşa bu memlekette öğrendiği Fransızcayla yüzbaşılığın eşiğinde hariciyeye geçmeye karar verdi ve kademe kademe büyükelçiliğe kadar yükseldi. Zekâsı ve çalışmasıyla diplomasi sanatı ve devletler hukukunu iyi öğrendi.
II. Abdülhamid Han'ın dikkatini çekerek 1895'te Hariciye Nazırı oldu. İlk sadrazamlığı
31 Mart Ayaklanması sırasındadır. Hareket Ordusu'nun İstanbul'a girişi sırasında istifa etti. Londra Sefareti'ne tayin edildi. 13 Ocak 1919'da mütareke devri sadrazamlarından biri oldu fakat çabuk istifa etti. 21 Ekim 1920'de Damat Ferit Paşa'dan sonra sadrazamlığa getirildi ve Ankara Hükümeti ile ilişki kurdu. Londra Konferansı sırasında
(12 Mart 1921) İstanbul hükümetini temsil ediyordu ve fakat söz almayı reddedip sözcülüğü Ankara Hükümeti'ne vermesiyle tanındı. Bekir Sami Bey'in kendisine bırakılan bu sözcülüğü yeterince etkin bir şekilde yerine getirememesi de biliniyor. Tevfik Paşa Ankara'daki mücadeleye saygı duyan politikaları yüzünden cumhuriyetçilerin de saygısını kazanmıştı.

Çatışmadan anlayış havası getirmeye çalışmıştır
Tevfik Paşa kendisine II. Abdülhamid'in hediye ettiği Gümüşsuyu'ndaki konağı Cumhuriyet döneminde Park Otel'e çevirmiştir. Bu anlamda torunu Hümeyra Hanım Sultan'ın Kuşadası Kısmet Oteli'ni de dikkate alırsak Türk hayatına Avrupa'da dahi ünlenen iki otelin işletmeciliğini hediye ettikleri söylenebilir. Şüphesiz Tevfik Paşa için söylenecek söz bu değildir. Mütarekenin tatsız günlerinde ordunun bilhassa mülki idare mensuplarının kararsızlık zamanlarında iki kanaat sahibi grup arasında çatışma ve yabancılaşmadan çok bir anlayış havası getirmeye çalışmıştır. Bu hava zaman zaman işbirliğine kadar gelmiştir. Bu anlamda Damat Ferit
ve taraftarlarının hırçın ve partizan tavrının yarattığı tahribatı ve zararı kısmen önleyebilmiştir. Küçük bir örnek; merhum büyükelçi İsmail Soysal'ın bir makalesinde de belirttiği gibi Ankara Antlaşması'ndan sonra Paris'te İstanbul'un yolladığı büyükelçi Muhtar Bey'in yanında Ankara Hükümeti'ni de Ferit Tek Bey temsil ediyordu ve iki elçilik arasındaki ilişkiler bazı halde imkânları sınırlı, Ankaralı sefir Ferit Bey'in İstanbul temsilcisi Muhtar Bey'den diplomatlara verdiği ziyafetlerde mobilya ve sofra takımlarını ödünç almasına kadar varabiliyormuş.
Türkiye Cumhuriyeti'nin zaman itibariyle saltanatın lağvı ve Cumhuriyet'in ilanı arasındaki bir yılı mümkün mertebe faciaya yol açmadan geçişi sağlayabilmesi, istemediği kadroları, hadisesizce tasfiye edip imparatorluğun kanuni mevzuatını, örgütünü ve hatta bürokratik kadrolarını devredebilmesi pek alışılmamış bir devlet olgunluğuna ve ananenin varlığına dayanır.
Ahmet Tevfik Paşa son devrin en ilginç sadrazamıdır. Hakkında okuma yapmak isteyenlerin oğlu Şefik Okday'ın hazırladığı “Büyük Babam Son Sadrazam Ahmet Tevfik Paşa” ve tabii ünlü tarihçimiz, hadiseleri bizzat gözleyen ve geniş belge fonu kullanan İbnülemin Mahmud Kemal İnal'ın “Son Sadrazamlar” kitabındaki bölüme başvuruları tavsiye olunur.



Tevfik Paşa Ankara'daki mücadeleye saygı duyan politikaları yüzünden cumhuriyetçilerin de saygısını kazanmıştı.

ilber ortaylının 2012 yılından Cumhuriyet'e geçiş 4 Kasım 1922 yazısından alınmıştır.
kaynak: http://www.milliyet.com.tr/cumhuriyet-e-gecis-4-kasim-1922/ilber-ortayli/pazar/yazardetay/04.11.2012/1621501/default.htm

bir şey ücretsizse ürün sensindir

gruda
Bilgi dolu paylaşımlarını ilgiyle takip ettiğimiz lagaribey'in bu flood'ını okuduğunuzda bir distopyada yaşadığınızı düşüneceksiniz!

Twitleri alt alta yazıyorum: Bende spoiler'e kaydediyim. devamını oku olsa çok güzel olurdu.

Sokaktan çevirdiğiniz herhangi birine Google'ın, Twitter'ın, Facebook'un ya da Instagram'ın neden ücretsiz olduğunu sorun.
Çoğu kişi cevabı tam bilemese de reklam için diyecektir. Cevap doğru olsa da, olay boş bir alanda reklam göstermek kadar basit değil, keşke öyle olsaydı...



1)Adam, mağazadan kızına gönderilen broşürler ve hediye kuponlarıyla adeta deliye dönmüştü, çünkü gelen şeyler hamilelikle ilgiliydi. Oysa kızı daha liseye gidiyordu, değil hamile olması, mağazanın bu ürünleriyle ilgilenmesi bile imkansızdı. Soluğu doğruca mağazada aldı

2)Mağaza müdürünü bulup, "kızımı hamileliğe mi teşvik ediyorsunuz, o daha liseye gidiyor" diye bağırdı ve ortalığı birbirine katarak evine döndü. Ancak bir kaç gün sonra aynı müdürü arayıp, “kızım hamileymiş, size bir özür borçluyum” demek zorunda kalmıştı.

3)Peki ama mağaza, kızın sadece kendisinin bildiği bu özel bilgiye nasıl ulaşmıştı? Bu sorunun cevabı, çoğu kişi tarafından bilinmeyen, ancak büyük bir sektör haline gelmiş olan gözetleme ekonomisinde yatıyor. Mağaza, müşteri profillerini çıkarmak için özel analizler yapıyordu

4)Bu analizlerden biri de hamilelik tahmin algoritmasıydı. Algoritma, hamile kadınların, özellikle hamileliğin ikinci üç ayından itibaren magnezyum ve çinko içerikli vitamin ürünlerini aldığını, kokusuz losyonlar tercih ettiğini belirlemişti.

5)Bu bilgileri kredi kartı bilgileriyle eşleştiren algoritma, bir kadının hamile olup olmadığını yüksek bir oranla belirleyebiliyordu.Kızın hamile olduğunu da bu şekilde belirlemişti. Amerika'daki Target isimli bu mağaza 2013'de hacklendi ve 110 milyon müşterisinin verisi çalındı

6)Kapısına bırakılan satış broşüründeki notu gören Mike'ın canı oldukça sıkılmıştı, çünkü üzerinde “Mike Seay, kızı trafik kazasında öldü” yazıyordu. Kızı gerçekten de geçen yıl geçirdiği bir trafik kazası sonucu genç yaşta ölmüştü. Ancak firma bunu nasıl bilebilirdi?

7)Oysa, ofis malzemeleri satan o firmaya sadece bir defa gitmiş ve yazıcısı için kağıt almıştı. Firmayı arayıp şikayet ettiğinde, yetkili durumu inkar etti. Ancak olay medyaya taşınınca, firma bizden kaynaklanmayan bir nedenle oluşan bu hatadan dolayı özür dileriz demekle yetindi

8)Acxiom, Epsilon, RapLeaf, Flurry, BlueKai... Bunlar muhtemelen çoğunuzun ismini duymadığı şirketler. Yüz milyarlarca dolarlık gözetleme sektörünün arkasındaki bu veri simsarlarının yaptığı iş, verilerimizi toplamak, analiz etmek ve reklamcılara ya da pazarlamacılara satmak

9)Hangi verileri topluyorlar derseniz, bir kişiye dair ulaşabildikleri ne kadar veri varsa hepsini. Bu verileri kişilerin online aktivitelerinden bankalara, kredi kartı hareketlerinden kullandıkları mobil operatörlere ya da üye oldukları yerlere kadar pek çok yerden topluyorlar.

10) Bu firmalardan mesela Acxiom'un arşivinde, tüm dünyadan 700 milyondan fazla kişinin bilgisi var ve her kişiye 13 haneli bir kod atanmış durumda. Bu kodlar, her biri farklı bir profil içeren 70 kümeden birine atanıyor ve kişi o profille tanımlanıyor (bilim kurgu filmi gibi?)

11)Mesela 56 nolu kümedekiler; “30-35 yaş aralığında, üniversite mezunu, boşanmış, 1 ya da 2 çocuğu olan, orta düzey geliri olan, kirada oturan erkekler” gibi. Firma bu bilgileri olduğu gibi satabiliyor ya da kategoriyi daha da daraltmak için başka bir firmaya verebiliyor.

12)Bu durumda diğer firma, aldığı bilgilere ek olarak; “kamuda çalışanlar”, “babası sağ olanlar”, “şu lokasyonda oturanlar” ya da “alkole düşkün olanlar” gibi daha da detaya inebiliyor. Bazı firmalarsa bu kümelerle ilgili çok daha derin detaylara ve özel bilgilere inebiliyor

13) Mesela “kanser hastası olanlar”, “HIV virüsü taşıyanlar”, “X ameliyatı olanlar” ya da “cinsel saldırıya uğrayanlar” gibi. Büyük veri simsarlarından MEDBASE200 isimli şirket, bu bilgileri çok ucuz bir fiyata (1000 kişi için 79$) isteyen ilaç firmalarına satıyor.

14)Veri simsarlarının topladığı veriler pek çok amaç için kullanılabiliyor. Bunlardan gün yüzüne çıkan en meşhur örnek, çoğu kişinin en azından kısmen bildiği Facebook-Cambridge Analytica (CA) skandalı. CA da veri simsarlarından veriyi alıp işleyen şirketlerden biri

15) Olayı kısaca hatırlatalım. Son Amerika seçimlerinde, Trump lehine çalışan CA firması, milyonlarca Amerikalı seçmeni, yukarıdaki gibi profillere ayırmış ve her bir profile, Facebook'da gösterilmek üzere özel içerikli gösterimler hazırlamıştı.

16)Mesela beyazların olduğu profil grubuna, Meksikalı göçmenlerin karıştığı bir olay gösteriliyor, ardından Trump'ın göçmen karşıtı vaatleri ekrana getiriliyordu. İşsiz gençlerin olduğu gruba ise Trump'ın ekonomi vaatleri ve gençlere yönelik sözleri hatırlatılıyordu

17)Veri simsarlarının topladığı verilerin önemli bir kısmı, bedava diye düşünüp telefona kurduğumuz uygulamalardan geliyor. Mesela Angry Birds, Candy Crush, Fruit Ninja gibi ücretsiz popüler oyunlar neden sizden lokasyona ve temel bilgilere erişim izni ister?

18)Milyonlarca kişinin oynadığı bu oyunları yazan firmalar, nasıl para kazanıyor? Borsadan mı :) Ya da neden Google, yıllarca üzerinde çalıştığı onlarca uygulamayı hiç para almadan herkese bedava dağıtıyor? Peki ya Twitter, Facebook, Instagram, Snapchat ve diğer uygulamalar?

19) Facebook'un, hiçbir geliri olmayan Instagram'ı, 2012 yılında 1 milyar $ gibi oldukça yüksek bir ücret ödeyerek satın almasının nedeni neydi? Instagram'ın doğa üstü güçlere sahip(!) toplam 13 çalışanı mı, yoksa çok süper (!) bir resim paylaşma uygulaması mı?

20) Bu soruların cevabı aslında açık: Ürün onlar değil, sizsiniz. Firmalar geliştirdiği uygulamalardan değil, onları kullanan insanlardan para kazanıyor. 2018 Verilerine göre, Twitter'da bir kişinin değeri 48$, Facebook'da 253$, Google'da 359$, Amazon'da ise 1793$ ediyor.

21)Bir firmanın envanterinde, ne kadar çok kullanıcı varsa, o kadar çok veri var demektir. Bizlerin kişisel verileri de, firmalar için tekrar tekrar satılacak reklam kaynağı demektir. Bizim paylaştığımız verileri satararak, Google dünyanın en büyük 2.firması haline geldi

22) ”Facebook kullanmıyorum, kapattım ya da gizlilik ayarlarımı en üst düzeye getirdim” diyerek kendinizi rahatlatan bir açıklama yapabilirsiniz ancak bilmediğiniz bir şey var: Facebook, hesabınız olmasa bile reklam ortakları sayesinde sizi izliyor

23) Girdiğiniz bir sitede, Facebook'un o meşhur “beğen” tuşunun olması yeterli, hesabınızın olup olmaması, o tuşa basıp basmamanız önemli değil, kayıt altındasınız. Hatta o sitede “beğen” tuşu da olmayabilir, veri simsarları vasıtasıyla ne yaptığınızı yine takip ediyor.



24)Benzer şekilde Google'ın Gmail'ini de kullanmıyorum diyebilirsiniz, ancak yine bir şey fark etmiyor. Eğer Gmail hesabı olan birine mail attıysanız, bu Google'ın sizin hesabınızı mercek altına alması için yeterli, çünkü Gmail lisans anlaşmasına göre Google'ın buna hakkı var.

25) Google, hem kendi ürünleri (Gmail, Google Docs, Google Drive, Haritalar), hem satın aldığı firmalar (Youtube gibi), hem de veri simsarları vasıtasıyla bizi bizden daha iyi tanıyor. Google'ın CEO'su şöyle demişti: "Şu an nerede olduğunuzu ve az çok ne düşündüğünüzü biliyoruz"

26) Google ve Facebook, bu sektörün en büyük oyuncuları ancak bizi gözetleyerek verilerimizi alan, analiz ederek ya da etmeyerek satan Twitter, Linkedln, Pinterest, Snapchat ve Foursquare gibi irili ufaklı binlerce firma var daha var.

27)Bu firmalara, “konum” bilgisine erişmek için izin vermek bile çok şey ifade ediyor. Çünkü konum bilgisi sayesinde sadece bugün nerede olduğunuzu bilmiyorlar, 1 ay önce nerede olduğunuzu da biliyorlar, daha da önemlisi yarın nerede olacağınızı da biliyorlar

28)Sadece bu kadar mı? Kişinin daha önce gitmediği halde, birden rakip firmanın binasına gitmesi ve ilerleyen günlerde o firmadan birileriyle bir kafede olması, iş değişikliği hakkında o firmalara çok şey söyler.

28)Sadece bu kadar mı? Kişinin daha önce gitmediği halde, birden rakip firmanın binasına gitmesi ve ilerleyen günlerde o firmadan birileriyle bir kafede olması, iş değişikliği hakkında o firmalara çok şey söyler.

30) Tüm bu olanların nedeni, bedava diye bize sunulan uygulamalar, bir şey olmaz diye internete bıraktığımız bilgiler ve buralarda paylaştığımız bilgiler... Ve tüm bu olanlardan şikayet etmeye hakkımız yok, çünkü daha en başta “Hükümleri ve koşulları okudum, kabul ediyorum” dedik

31) Bizler sanal dünya için kullanıcı değil, ürünün kendisiyiz. Ve bize dair bu verileri kullanmak isteyenler sadece reklam firmaları değil, kötü niyetli kişiler, hackerlar ya da organizasyonlar da var. Bu nedenle, şunu hiçbir zaman unutmayın: Hayattaki en pahalı şeyler bedavadır

32) Son olarak, konu hakkında detaylı okuma yapmak isteyenler için kaynaklar(bu floodun da kaynakları):
-Geleceğin Suçları
-Data and Goliath
-Dragnet Surveillance Nation: How Data Brokers Sold Out America

moda

piri fani
toplumlar için gerçekten büyük bir zehir.
bu zehir ilk olarak insanlara ücretsiz bir şekilde enjekte edildi sonra sahte bir cennet sunuldu. büyük bir özenti yaratıldı.

insanlar güzelleşmek için avucundaki kalan son parayı moda uğruna harcar durumdalar. Bu gün şehirlerde ki durum tamda budur. eskiden köylerde böyle dertler yoktu ancak artık köyler de bu zehirden zehirlenmiş durumdalar.

Kumaşla değil kibirle kuşandılar, kıyafetleri ile eziyorlar birbirlerini. Bir kaç süslü moda dergisi nasıl alev alıp ta tüm ülkeyi nasıl da yangın yerine çevirdiğini hayretle izliyoruz.

oysa asıl moda iyi kalplilik, feraseti ve güzel ahlakıdır. bunlar olmadan ne kıymeti kalır ki.
zaman değişti şimdi insanlar giyimleri ile hürmet görür hale geldiler.

hüdhüd kuşu

piri fani
türkçede ibibik kuşu olarak biliriz bu kuşu yada çavuş kuşu.

hz. süleyman ile hikayesi şöyledir;

Halk arasında konuşulan Hz. Süleyman (a.s) ile hüdhüd kuşu arasında geçen hadise malumdur.

Kısaca anlatmak gerekirse, çağrısına icabet etmeyen bu kuş Süleyman (a.s) kızdırır.

Tekrar çağırttırır.

Şayet aynı yönde cevap verirse bu sefer yaptırımla karşılaşacağını söyleseler bile hüdhüd'ün cevabı daha sert olur.

Süleyman (a.s) hayret içerisinde “bu kadar küçük cüssesiyle bana nasıl kafa tutar” diye merak etmektedir.

Elçiye, “git sor bakalım neyine güveniyor da bana kafa tutuyor” der.

Hüdhüd “vakıf malından gagama bir parça çamur alır sarayının kubbesine koyarım yerle bir olur” diye cevap verir.

Bu cevap karşısında Süleyman (a.s) hayret içerisine düşer.

koray şener

drnacmgl
Acının sarısı - laciverti, Siyahı _beyazı, Bordrosu-mavisi, sarısı-kırmızısı olmaz... Koray oğul mekanın cennet olsun... Henüz 21 yaşında gencecik bir fidan.... Allah rahmet eylesin ailene sabır versin




steve jobs

02meka02
Hayatın özeti: MUHTEMELEN bir yerlerde gözünüze çarpmıştır, okumuşsunuzdur. Ama yine de Apple'ın kurucusu Steve Jobs'un hasta yatağında, ölüm döşeğinde söylediği sözleri hatırlatmakta fayda var.

“İş dünyasında başarının zirvesine ulaştım. Diğer insanların gözünde, benim hayatım tam bir başarı örneği.

Ancak, çalışmanın yanında mutluluğu çok az yaşadım. Sonuç olarak, zenginlik ve varlık hayatın alıştığım bir yönü oldu.

Şu anda bir hasta yatağında tüm hayatımı gözden geçirirken, kıvanç duyduğum tüm zenginlik ve tanınmanın ölümün karşısında solduğunu ve anlamsızlaştığını anlıyorum...

...

Ölümün nefesinin giderek yaklaştığını hissediyorum...

Şimdi şunu biliyorum; hayatımız için yeteri kadar varlık elde ettiğimiz zaman, zenginlikle ilgisi olmayan konuların peşinden gitmemiz gerekir, daha önemli olan şeylerin:

Belki dostluklar, belki sanat, belki de gençlik yıllarında kurduğumuz hayaller...

Sürekli olarak zenginliğin peşinde koşmak, insanı benim gibi eğri büğrü hale getiriyor.

...

Kazandığım zenginliği ve varlığı birlikte götüremiyorum.

Birlikte götürebildiğim tek şey, sevginin oluşturduğu hatıralarım.

Sizinle birlikte olan, size güç veren ve size yola devam etmeniz için ışık veren gerçek zenginlik işte bu sevgi dolu hatıralar.

Gitmek istediğiniz yere gidin.

Ulaşmak istediğiniz yüksekliğe ulaşın.

Hepsi sizin kalbinizde ve ellerinizde.

Dünyada en pahalı yatak nedir biliyor musunuz:

“Hasta yatağı.” Sizin için otomobili sürmesi için bir kişiyi kiralayabilirsiniz.

Sizin için para kazanması için bir kişiyi istihdam edebilirsiniz.

Ancak hastalığınızı sizin için taşıyacak kimseyi bulamazsınız.

Kaybedilen materyaller bulunabilir.

Ancak kaybolduğu zaman asla bulamayacağınız bir şey var: “Hayat.”

Bir insan ameliyathaneye girdiğinde, o ana kadar okumayı bitirmiş olması gereken bir kitabın olduğunu fark ediyor.

Şu anda nasıl bir hayat sahnesinde olduğumuzla, zaman içinde, perdeler aşağıya inince yüzleşiyoruz.

Ailenizin, eşinizin ve dostlarınızın sevgilerine değer verin.

Diğer insanlara şefkat gösterin.”

ota benga

piri fani
O bir Afrikalı'ydı. Kongo'lu bir pigme. Boyu sadece 1.49'du. 46 kiloydu. 23 yaşında, evli, bir çocukluydu. Güler yüzlü, hayat dolu bir insandı. Adı Oto Benga'ydı. Kendi dilinde “Dost” demekti.

Bir gün Kasai nehrinde balık avlarken yakaladılar onu. Yakalayan Amerikalı din adamı Samuel P. Verner'di. Boynundan ve ayaklarından zincire vuruldu. Yük taşısın diye sadece ellerini özgür bıraktılar.

Kırbaçlar altında saatlerce yol yürüttüler. Sonra onlarca soydaşıyla birlikte bir geminin makina bölümüne konuldu. Zifiri karanlıkta, haftalar süren bir yolculuk sonrası New York'ta gün ışığıyla buluştu.

Soydaşlarından ayırıp bir kafese koydular kendisini. Bir depoya hapsettiler. Günlerce orada tutuldu. Hergün önüne bir kuru somun attılar. Tarih 9 Eylül 1906'ydı.

Oto Benga, Amerika kıtasına ayak basan ve adına 'insan' dedikleri bu mahlukun bu kadar gaddar, bu kadar acımasız, bu kadar zalim olduğunu bilmiyordu. Onun vatanında aslanlar, aç timsahlar ve yırtıcı hayvanlar bile bu derece vahşi değildi!

New York Bronx Hayvanat Bahçesi'nde o gün görülmemiş bir kalabalık vardı. Hayvanat Bahçesi hasılat rekoru kırıyordu.

Nedeni New York Times Gazetesi'nde çıkan bir haberdi. Şöyle yazıyordu: “Vahşi adam Bronx'da maymunlarla aynı kafesi paylaşıyor. İnsanın ilk ataları ile bir arada. Bakıcısı bazen serbest bırakıyor. Eylül ayı boyunca akşamüstleri ziyaret edilebilir.”

Gazete haberine bir de not eklemişti: “Bazı kesimler bu olaya tepki gösterse de, bilim adamları Benga'nın insan olarak değerlendirilemeyeceği kanaatindedir.”

Oto Benga'yı önce hortumla yıkadılar. Sonra hayvanat bahçesinde içinde ağaçlar olan geniş bir kafesin içine koydular. Kucağına Dohong adlı yavru orangutonı verdiler. Gazeteciler fotoğraflarını çekerken, binlerce insan merakla kendisini izledi. Oto Benga da onları. Yüzünde garip bir ifade vardı. Hüzün ve kin. Yavru orangutan korkudan sımsıkı ona sarılmıştı..

Hergün saatlerce poz verdiler. Bir hafta içinde ziyaret edenlerin sayısı 250 bini geçti. Bazıları kafese kemik atıyordu. Oto Benga sinirlenip, sivri dişlerini gösterince, “Cannibal, cannibal” (Yamyam yamyam) diye tempo tutuyorlardı. Gazeteler “Benga bir yamyamdır” diye yazıyordu.

Putperest olan Oto Benga'ya yapılan bu zulme, çoğu Hıristiyan olan New York halkından kimse ses çıkarmadı. Ne politikacılar, ne bilim adamları, ne gazeteciler, ne aydınlar. Yüreklerin kulakları sağırdı.

Herkes bu vahşeti doğal karşılamıştı..
Bir kişi hariç: Rahip James H. Gordon. Zulme isyan etti. Gazete gazete dolaştı. İmzalar topladı. Uyuyan insanlığı uyandırmak için çalmadık kapı bırakmadı. Kilisede sürekli aynı şeyleri söyledi: “İnsan ırkından olan birinin maymunlarla sergilenmesi en büyük günahtır.”

Sonunda Bronx Hayvanat Bahçesi Oto Benga'yı serbest bıraktı. Pantalon, ceket giydirdiler. Ayak işlerinde çalıştırdılar. Tarih 20 Mart 1916 idi.

Eşinden, çocuğundan, soydaşlarından binlerce kilometre uzakla olan Oto Benga, çaldığı bir silahla kendisini kalbinden vurarak intihar etti. Çünkü ölüm onun özgürlüğüydü. Öldüğünde henüz 32 yaşındaydı.

Bronx Hayvanat Bahçesi zamanla Oto Benga ile ilgili tüm kayıtları sildi. Ancak gazete haberleri ve fotoğraflar gerçeği gizleyemiyordu. Hayvanat Bahçesi yetkilileri, tepkiler artınca “Dünyanın her yerinde yapılıyor, biz niye yapmayalım?” dediler.

Söyledikleri doğruydu. O yıllarda uygar denilen Avrupa'nın bir çok yerinde aynı vahşet sergileniyordu, Londra, Paris, Berlin, Brüksel, Stuttgard, Barcelona, Milan, Hamburg gibi metropollerde kafes içinde insanlar, diğer insanların eğlencesiydi.

Bu vahşet öylesine bir gelir kapısı olmuştu ki, “Hayvanat Bahçeleri”nin yerini, “İnsan Bahçeleri” almıştı. 1960'lara kadar binlerce insan kafeslerde hayvanlar gibi sergilendi. Çığlıkları yeri, göğü inletti. Ama modern insanlar(!) kör ve sağırdı.

Oto Benga'nın vatanında şöyle bir atasözü var: "Jaa se behn-indeh bun-wehnin!" (Dekor gerçeğe uyum göstermez, gerçeğin de dekora ihtiyacı yoktur). Bugün uygar denilen Amerika'nın, İngiltere'nin ve Avrupa'nın “Barış, özgürlük ve demokrasi” sözü sadece bir dekordur.

Gerçeği görmek isteyenler ORTADOĞU'ya baksınlar yeter. İnsanın insana, ve dahası insanın hiçbir canlıya zulmetmediği günlerde buluşmak dileğiyle.

Alıntı, Ayşe Reşad sayfasından

yıllar sonra süt çocuğu ile karşılaşan hemşire

axit
Mersin'de 7 yıl önce meydana gelen trafik kazasında evin 5 ferdi ve Annesi ölür, 6 aylık bebek sağ kurtulur, çok acıkmış sürekli ağlayan bebeği, yeni doğum yapmış olan 112 calışanı hemşire emzirir uyutur. 7 yıl sonra karsılaştığı çocuğun emzirdiği bebek olduğunu öğrenen hemşire göz yaşlarına boğulur.

bu güzel insanlar hatrına dönüyor bu dünya

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol

tag heuer carrera womens price montblanc timewalker 2017 replica watches rolex oyster perpetual datejust made in hong kong vintage heuer chronograph replica watches hublot 992703 price panerai limited edition 2015 replica ladies watches ulysse nardin watches platinum brand watches for ladies uk replica watches belfort watch kickstarter breitling yellow face chrono uk replica watches