Osmanlı döneminde çocukların okula başlaması büyük törenlerle olur, bütün mahalle eğlenerek çocuklarını okula başlatırdı.
Başta taşınan Kuran rahlesi, midilli at, hazırlanmış yemekler, ilahiler, dualar ve hep bir ağızdan aminlerle mektebe yeni başlayan talebeleri okula götüren Amin Alayı
Başta taşınan Kuran rahlesi, midilli at, hazırlanmış yemekler, ilahiler, dualar ve hep bir ağızdan aminlerle mektebe yeni başlayan talebeleri okula götüren Amin Alayı
Fener-Balat bölgesinde güzel bir gezi yeri.
Bu sokak geçmişte de fotoğrafçıların uğrak noktalarından biriydi.
Bu sokak geçmişte de fotoğrafçıların uğrak noktalarından biriydi.
Bugün belkide en ihtişamlısıdır ve Fener Rum Patrikhanesi'nde yer almaktadır. Peki, bu sembol gerçekten kime ait? Bizans, Selçuklu yoksa?
Fener-Balat gezinizde mutlaka görülmesi gereken yerlerden.
Fener-Balat gezinizde mutlaka görülmesi gereken yerlerden.
Bu avlu yolda kalmış veyahut yaralanarak uçmaya mecali kalmamış leyleklere ev sahipliği yapardı. Halk bu leylekleri besler, bakımını üstlenirdi. Yuvalarının yanında ise küçük bir tabelada "Leylekler mısır ve buğday yer, et ve küçük doğranmış işkembe yemez" ibaresi yer alırdı.
Eyüp sultan camii avlusunda bir ibare.
Kırım Bahçesaray'da bir çeşme.
Hansaray'ın hiç şühesiz en meşhur yelerinin başında Gözyaşı Çeşmesi gelmektedir. Kırım Hanı Kırım Giray Han tarafından, çok sevdiği ve genç yaşta ölen eşi Dilara Bikeç anısına "Dünya durdukça bu çeşme de benim gibi ağlasın" diyerek Bahçesaray'lı bir taş ustasına (kimilerine göre İranlı Ömer usta'ya) 1763 yılında bu çeşmeyi yaptırmıştır.
Hansaray'ın hiç şühesiz en meşhur yelerinin başında Gözyaşı Çeşmesi gelmektedir. Kırım Hanı Kırım Giray Han tarafından, çok sevdiği ve genç yaşta ölen eşi Dilara Bikeç anısına "Dünya durdukça bu çeşme de benim gibi ağlasın" diyerek Bahçesaray'lı bir taş ustasına (kimilerine göre İranlı Ömer usta'ya) 1763 yılında bu çeşmeyi yaptırmıştır.
Osmanlı'nın göz bebeği vatan toprağı.
Birinci Abdülhamid zamanında elden çıkmış Özi kalesi düşmüştü.
Kimse padişaha Özi kalesinin düştüğünü söyleyememiş ve öğrendiğinde sağ tarafına felç inmişti.
Birinci Abdülhamid zamanında elden çıkmış Özi kalesi düşmüştü.
Kimse padişaha Özi kalesinin düştüğünü söyleyememiş ve öğrendiğinde sağ tarafına felç inmişti.
Osmanlı devlet adamı ve son Osmanlı sadrazamı. ikinci Abdülhamid döneminin Hariciye Nazırı olarak 14 yıl görev yaptı.
binali yıldırım'ın kader arkadaşıdır. koltuk ellerinde patlamıştır.
Tevfik Paşa Ankara'daki mücadeleye saygı duyan politikaları yüzünden cumhuriyetçilerin de saygısını kazanmıştı.
hayatı:
binali yıldırım'ın kader arkadaşıdır. koltuk ellerinde patlamıştır.
Tevfik Paşa Ankara'daki mücadeleye saygı duyan politikaları yüzünden cumhuriyetçilerin de saygısını kazanmıştı.
hayatı:
Bilgi dolu paylaşımlarını ilgiyle takip ettiğimiz lagaribey'in bu flood'ını okuduğunuzda bir distopyada yaşadığınızı düşüneceksiniz!
Twitleri alt alta yazıyorum: Bende spoiler'e kaydediyim. devamını oku olsa çok güzel olurdu.
Sokaktan çevirdiğiniz herhangi birine Google'ın, Twitter'ın, Facebook'un ya da Instagram'ın neden ücretsiz olduğunu sorun.
Çoğu kişi cevabı tam bilemese de reklam için diyecektir. Cevap doğru olsa da, olay boş bir alanda reklam göstermek kadar basit değil, keşke öyle olsaydı...
Twitleri alt alta yazıyorum: Bende spoiler'e kaydediyim. devamını oku olsa çok güzel olurdu.
Sokaktan çevirdiğiniz herhangi birine Google'ın, Twitter'ın, Facebook'un ya da Instagram'ın neden ücretsiz olduğunu sorun.
Çoğu kişi cevabı tam bilemese de reklam için diyecektir. Cevap doğru olsa da, olay boş bir alanda reklam göstermek kadar basit değil, keşke öyle olsaydı...
toplumlar için gerçekten büyük bir zehir.
bu zehir ilk olarak insanlara ücretsiz bir şekilde enjekte edildi sonra sahte bir cennet sunuldu. büyük bir özenti yaratıldı.
insanlar güzelleşmek için avucundaki kalan son parayı moda uğruna harcar durumdalar. Bu gün şehirlerde ki durum tamda budur. eskiden köylerde böyle dertler yoktu ancak artık köyler de bu zehirden zehirlenmiş durumdalar.
Kumaşla değil kibirle kuşandılar, kıyafetleri ile eziyorlar birbirlerini. Bir kaç süslü moda dergisi nasıl alev alıp ta tüm ülkeyi nasıl da yangın yerine çevirdiğini hayretle izliyoruz.
oysa asıl moda iyi kalplilik, feraseti ve güzel ahlakıdır. bunlar olmadan ne kıymeti kalır ki.
zaman değişti şimdi insanlar giyimleri ile hürmet görür hale geldiler.
bu zehir ilk olarak insanlara ücretsiz bir şekilde enjekte edildi sonra sahte bir cennet sunuldu. büyük bir özenti yaratıldı.
insanlar güzelleşmek için avucundaki kalan son parayı moda uğruna harcar durumdalar. Bu gün şehirlerde ki durum tamda budur. eskiden köylerde böyle dertler yoktu ancak artık köyler de bu zehirden zehirlenmiş durumdalar.
Kumaşla değil kibirle kuşandılar, kıyafetleri ile eziyorlar birbirlerini. Bir kaç süslü moda dergisi nasıl alev alıp ta tüm ülkeyi nasıl da yangın yerine çevirdiğini hayretle izliyoruz.
oysa asıl moda iyi kalplilik, feraseti ve güzel ahlakıdır. bunlar olmadan ne kıymeti kalır ki.
zaman değişti şimdi insanlar giyimleri ile hürmet görür hale geldiler.
türkçede ibibik kuşu olarak biliriz bu kuşu yada çavuş kuşu.
hz. süleyman ile hikayesi şöyledir;
Halk arasında konuşulan Hz. Süleyman (a.s) ile hüdhüd kuşu arasında geçen hadise malumdur.
Kısaca anlatmak gerekirse, çağrısına icabet etmeyen bu kuş Süleyman (a.s) kızdırır.
Tekrar çağırttırır.
Şayet aynı yönde cevap verirse bu sefer yaptırımla karşılaşacağını söyleseler bile hüdhüd'ün cevabı daha sert olur.
Süleyman (a.s) hayret içerisinde “bu kadar küçük cüssesiyle bana nasıl kafa tutar” diye merak etmektedir.
Elçiye, “git sor bakalım neyine güveniyor da bana kafa tutuyor” der.
Hüdhüd “vakıf malından gagama bir parça çamur alır sarayının kubbesine koyarım yerle bir olur” diye cevap verir.
Bu cevap karşısında Süleyman (a.s) hayret içerisine düşer.
hz. süleyman ile hikayesi şöyledir;
Halk arasında konuşulan Hz. Süleyman (a.s) ile hüdhüd kuşu arasında geçen hadise malumdur.
Kısaca anlatmak gerekirse, çağrısına icabet etmeyen bu kuş Süleyman (a.s) kızdırır.
Tekrar çağırttırır.
Şayet aynı yönde cevap verirse bu sefer yaptırımla karşılaşacağını söyleseler bile hüdhüd'ün cevabı daha sert olur.
Süleyman (a.s) hayret içerisinde “bu kadar küçük cüssesiyle bana nasıl kafa tutar” diye merak etmektedir.
Elçiye, “git sor bakalım neyine güveniyor da bana kafa tutuyor” der.
Hüdhüd “vakıf malından gagama bir parça çamur alır sarayının kubbesine koyarım yerle bir olur” diye cevap verir.
Bu cevap karşısında Süleyman (a.s) hayret içerisine düşer.
Acının sarısı - laciverti, Siyahı _beyazı, Bordrosu-mavisi, sarısı-kırmızısı olmaz... Koray oğul mekanın cennet olsun... Henüz 21 yaşında gencecik bir fidan.... Allah rahmet eylesin ailene sabır versin
Hiç bir galibiyet, hiç bir şampiyonluk senin canından kıymetli değil. Mekanın Cennet olsun kardeşim. Allah ailene sabır versin.
Hayatın özeti: MUHTEMELEN bir yerlerde gözünüze çarpmıştır, okumuşsunuzdur. Ama yine de Apple'ın kurucusu Steve Jobs'un hasta yatağında, ölüm döşeğinde söylediği sözleri hatırlatmakta fayda var.
“İş dünyasında başarının zirvesine ulaştım. Diğer insanların gözünde, benim hayatım tam bir başarı örneği.
Ancak, çalışmanın yanında mutluluğu çok az yaşadım. Sonuç olarak, zenginlik ve varlık hayatın alıştığım bir yönü oldu.
Şu anda bir hasta yatağında tüm hayatımı gözden geçirirken, kıvanç duyduğum tüm zenginlik ve tanınmanın ölümün karşısında solduğunu ve anlamsızlaştığını anlıyorum...
...
Ölümün nefesinin giderek yaklaştığını hissediyorum...
Şimdi şunu biliyorum; hayatımız için yeteri kadar varlık elde ettiğimiz zaman, zenginlikle ilgisi olmayan konuların peşinden gitmemiz gerekir, daha önemli olan şeylerin:
Belki dostluklar, belki sanat, belki de gençlik yıllarında kurduğumuz hayaller...
Sürekli olarak zenginliğin peşinde koşmak, insanı benim gibi eğri büğrü hale getiriyor.
...
Kazandığım zenginliği ve varlığı birlikte götüremiyorum.
Birlikte götürebildiğim tek şey, sevginin oluşturduğu hatıralarım.
Sizinle birlikte olan, size güç veren ve size yola devam etmeniz için ışık veren gerçek zenginlik işte bu sevgi dolu hatıralar.
Gitmek istediğiniz yere gidin.
Ulaşmak istediğiniz yüksekliğe ulaşın.
Hepsi sizin kalbinizde ve ellerinizde.
Dünyada en pahalı yatak nedir biliyor musunuz:
“Hasta yatağı.” Sizin için otomobili sürmesi için bir kişiyi kiralayabilirsiniz.
Sizin için para kazanması için bir kişiyi istihdam edebilirsiniz.
Ancak hastalığınızı sizin için taşıyacak kimseyi bulamazsınız.
Kaybedilen materyaller bulunabilir.
Ancak kaybolduğu zaman asla bulamayacağınız bir şey var: “Hayat.”
Bir insan ameliyathaneye girdiğinde, o ana kadar okumayı bitirmiş olması gereken bir kitabın olduğunu fark ediyor.
Şu anda nasıl bir hayat sahnesinde olduğumuzla, zaman içinde, perdeler aşağıya inince yüzleşiyoruz.
Ailenizin, eşinizin ve dostlarınızın sevgilerine değer verin.
Diğer insanlara şefkat gösterin.”
“İş dünyasında başarının zirvesine ulaştım. Diğer insanların gözünde, benim hayatım tam bir başarı örneği.
Ancak, çalışmanın yanında mutluluğu çok az yaşadım. Sonuç olarak, zenginlik ve varlık hayatın alıştığım bir yönü oldu.
Şu anda bir hasta yatağında tüm hayatımı gözden geçirirken, kıvanç duyduğum tüm zenginlik ve tanınmanın ölümün karşısında solduğunu ve anlamsızlaştığını anlıyorum...
...
Ölümün nefesinin giderek yaklaştığını hissediyorum...
Şimdi şunu biliyorum; hayatımız için yeteri kadar varlık elde ettiğimiz zaman, zenginlikle ilgisi olmayan konuların peşinden gitmemiz gerekir, daha önemli olan şeylerin:
Belki dostluklar, belki sanat, belki de gençlik yıllarında kurduğumuz hayaller...
Sürekli olarak zenginliğin peşinde koşmak, insanı benim gibi eğri büğrü hale getiriyor.
...
Kazandığım zenginliği ve varlığı birlikte götüremiyorum.
Birlikte götürebildiğim tek şey, sevginin oluşturduğu hatıralarım.
Sizinle birlikte olan, size güç veren ve size yola devam etmeniz için ışık veren gerçek zenginlik işte bu sevgi dolu hatıralar.
Gitmek istediğiniz yere gidin.
Ulaşmak istediğiniz yüksekliğe ulaşın.
Hepsi sizin kalbinizde ve ellerinizde.
Dünyada en pahalı yatak nedir biliyor musunuz:
“Hasta yatağı.” Sizin için otomobili sürmesi için bir kişiyi kiralayabilirsiniz.
Sizin için para kazanması için bir kişiyi istihdam edebilirsiniz.
Ancak hastalığınızı sizin için taşıyacak kimseyi bulamazsınız.
Kaybedilen materyaller bulunabilir.
Ancak kaybolduğu zaman asla bulamayacağınız bir şey var: “Hayat.”
Bir insan ameliyathaneye girdiğinde, o ana kadar okumayı bitirmiş olması gereken bir kitabın olduğunu fark ediyor.
Şu anda nasıl bir hayat sahnesinde olduğumuzla, zaman içinde, perdeler aşağıya inince yüzleşiyoruz.
Ailenizin, eşinizin ve dostlarınızın sevgilerine değer verin.
Diğer insanlara şefkat gösterin.”
ben ha bu uşakları verene kurban olmam mı şimdi ya
O bir Afrikalı'ydı. Kongo'lu bir pigme. Boyu sadece 1.49'du. 46 kiloydu. 23 yaşında, evli, bir çocukluydu. Güler yüzlü, hayat dolu bir insandı. Adı Oto Benga'ydı. Kendi dilinde “Dost” demekti.
Bir gün Kasai nehrinde balık avlarken yakaladılar onu. Yakalayan Amerikalı din adamı Samuel P. Verner'di. Boynundan ve ayaklarından zincire vuruldu. Yük taşısın diye sadece ellerini özgür bıraktılar.
Kırbaçlar altında saatlerce yol yürüttüler. Sonra onlarca soydaşıyla birlikte bir geminin makina bölümüne konuldu. Zifiri karanlıkta, haftalar süren bir yolculuk sonrası New York'ta gün ışığıyla buluştu.
Soydaşlarından ayırıp bir kafese koydular kendisini. Bir depoya hapsettiler. Günlerce orada tutuldu. Hergün önüne bir kuru somun attılar. Tarih 9 Eylül 1906'ydı.
Oto Benga, Amerika kıtasına ayak basan ve adına 'insan' dedikleri bu mahlukun bu kadar gaddar, bu kadar acımasız, bu kadar zalim olduğunu bilmiyordu. Onun vatanında aslanlar, aç timsahlar ve yırtıcı hayvanlar bile bu derece vahşi değildi!
New York Bronx Hayvanat Bahçesi'nde o gün görülmemiş bir kalabalık vardı. Hayvanat Bahçesi hasılat rekoru kırıyordu.
Nedeni New York Times Gazetesi'nde çıkan bir haberdi. Şöyle yazıyordu: “Vahşi adam Bronx'da maymunlarla aynı kafesi paylaşıyor. İnsanın ilk ataları ile bir arada. Bakıcısı bazen serbest bırakıyor. Eylül ayı boyunca akşamüstleri ziyaret edilebilir.”
Gazete haberine bir de not eklemişti: “Bazı kesimler bu olaya tepki gösterse de, bilim adamları Benga'nın insan olarak değerlendirilemeyeceği kanaatindedir.”
Oto Benga'yı önce hortumla yıkadılar. Sonra hayvanat bahçesinde içinde ağaçlar olan geniş bir kafesin içine koydular. Kucağına Dohong adlı yavru orangutonı verdiler. Gazeteciler fotoğraflarını çekerken, binlerce insan merakla kendisini izledi. Oto Benga da onları. Yüzünde garip bir ifade vardı. Hüzün ve kin. Yavru orangutan korkudan sımsıkı ona sarılmıştı..
Hergün saatlerce poz verdiler. Bir hafta içinde ziyaret edenlerin sayısı 250 bini geçti. Bazıları kafese kemik atıyordu. Oto Benga sinirlenip, sivri dişlerini gösterince, “Cannibal, cannibal” (Yamyam yamyam) diye tempo tutuyorlardı. Gazeteler “Benga bir yamyamdır” diye yazıyordu.
Putperest olan Oto Benga'ya yapılan bu zulme, çoğu Hıristiyan olan New York halkından kimse ses çıkarmadı. Ne politikacılar, ne bilim adamları, ne gazeteciler, ne aydınlar. Yüreklerin kulakları sağırdı.
Herkes bu vahşeti doğal karşılamıştı..
Bir kişi hariç: Rahip James H. Gordon. Zulme isyan etti. Gazete gazete dolaştı. İmzalar topladı. Uyuyan insanlığı uyandırmak için çalmadık kapı bırakmadı. Kilisede sürekli aynı şeyleri söyledi: “İnsan ırkından olan birinin maymunlarla sergilenmesi en büyük günahtır.”
Sonunda Bronx Hayvanat Bahçesi Oto Benga'yı serbest bıraktı. Pantalon, ceket giydirdiler. Ayak işlerinde çalıştırdılar. Tarih 20 Mart 1916 idi.
Eşinden, çocuğundan, soydaşlarından binlerce kilometre uzakla olan Oto Benga, çaldığı bir silahla kendisini kalbinden vurarak intihar etti. Çünkü ölüm onun özgürlüğüydü. Öldüğünde henüz 32 yaşındaydı.
Bronx Hayvanat Bahçesi zamanla Oto Benga ile ilgili tüm kayıtları sildi. Ancak gazete haberleri ve fotoğraflar gerçeği gizleyemiyordu. Hayvanat Bahçesi yetkilileri, tepkiler artınca “Dünyanın her yerinde yapılıyor, biz niye yapmayalım?” dediler.
Söyledikleri doğruydu. O yıllarda uygar denilen Avrupa'nın bir çok yerinde aynı vahşet sergileniyordu, Londra, Paris, Berlin, Brüksel, Stuttgard, Barcelona, Milan, Hamburg gibi metropollerde kafes içinde insanlar, diğer insanların eğlencesiydi.
Bu vahşet öylesine bir gelir kapısı olmuştu ki, “Hayvanat Bahçeleri”nin yerini, “İnsan Bahçeleri” almıştı. 1960'lara kadar binlerce insan kafeslerde hayvanlar gibi sergilendi. Çığlıkları yeri, göğü inletti. Ama modern insanlar(!) kör ve sağırdı.
Oto Benga'nın vatanında şöyle bir atasözü var: "Jaa se behn-indeh bun-wehnin!" (Dekor gerçeğe uyum göstermez, gerçeğin de dekora ihtiyacı yoktur). Bugün uygar denilen Amerika'nın, İngiltere'nin ve Avrupa'nın “Barış, özgürlük ve demokrasi” sözü sadece bir dekordur.
Gerçeği görmek isteyenler ORTADOĞU'ya baksınlar yeter. İnsanın insana, ve dahası insanın hiçbir canlıya zulmetmediği günlerde buluşmak dileğiyle.
Alıntı, Ayşe Reşad sayfasından
Bir gün Kasai nehrinde balık avlarken yakaladılar onu. Yakalayan Amerikalı din adamı Samuel P. Verner'di. Boynundan ve ayaklarından zincire vuruldu. Yük taşısın diye sadece ellerini özgür bıraktılar.
Kırbaçlar altında saatlerce yol yürüttüler. Sonra onlarca soydaşıyla birlikte bir geminin makina bölümüne konuldu. Zifiri karanlıkta, haftalar süren bir yolculuk sonrası New York'ta gün ışığıyla buluştu.
Soydaşlarından ayırıp bir kafese koydular kendisini. Bir depoya hapsettiler. Günlerce orada tutuldu. Hergün önüne bir kuru somun attılar. Tarih 9 Eylül 1906'ydı.
Oto Benga, Amerika kıtasına ayak basan ve adına 'insan' dedikleri bu mahlukun bu kadar gaddar, bu kadar acımasız, bu kadar zalim olduğunu bilmiyordu. Onun vatanında aslanlar, aç timsahlar ve yırtıcı hayvanlar bile bu derece vahşi değildi!
New York Bronx Hayvanat Bahçesi'nde o gün görülmemiş bir kalabalık vardı. Hayvanat Bahçesi hasılat rekoru kırıyordu.
Nedeni New York Times Gazetesi'nde çıkan bir haberdi. Şöyle yazıyordu: “Vahşi adam Bronx'da maymunlarla aynı kafesi paylaşıyor. İnsanın ilk ataları ile bir arada. Bakıcısı bazen serbest bırakıyor. Eylül ayı boyunca akşamüstleri ziyaret edilebilir.”
Gazete haberine bir de not eklemişti: “Bazı kesimler bu olaya tepki gösterse de, bilim adamları Benga'nın insan olarak değerlendirilemeyeceği kanaatindedir.”
Oto Benga'yı önce hortumla yıkadılar. Sonra hayvanat bahçesinde içinde ağaçlar olan geniş bir kafesin içine koydular. Kucağına Dohong adlı yavru orangutonı verdiler. Gazeteciler fotoğraflarını çekerken, binlerce insan merakla kendisini izledi. Oto Benga da onları. Yüzünde garip bir ifade vardı. Hüzün ve kin. Yavru orangutan korkudan sımsıkı ona sarılmıştı..
Hergün saatlerce poz verdiler. Bir hafta içinde ziyaret edenlerin sayısı 250 bini geçti. Bazıları kafese kemik atıyordu. Oto Benga sinirlenip, sivri dişlerini gösterince, “Cannibal, cannibal” (Yamyam yamyam) diye tempo tutuyorlardı. Gazeteler “Benga bir yamyamdır” diye yazıyordu.
Putperest olan Oto Benga'ya yapılan bu zulme, çoğu Hıristiyan olan New York halkından kimse ses çıkarmadı. Ne politikacılar, ne bilim adamları, ne gazeteciler, ne aydınlar. Yüreklerin kulakları sağırdı.
Herkes bu vahşeti doğal karşılamıştı..
Bir kişi hariç: Rahip James H. Gordon. Zulme isyan etti. Gazete gazete dolaştı. İmzalar topladı. Uyuyan insanlığı uyandırmak için çalmadık kapı bırakmadı. Kilisede sürekli aynı şeyleri söyledi: “İnsan ırkından olan birinin maymunlarla sergilenmesi en büyük günahtır.”
Sonunda Bronx Hayvanat Bahçesi Oto Benga'yı serbest bıraktı. Pantalon, ceket giydirdiler. Ayak işlerinde çalıştırdılar. Tarih 20 Mart 1916 idi.
Eşinden, çocuğundan, soydaşlarından binlerce kilometre uzakla olan Oto Benga, çaldığı bir silahla kendisini kalbinden vurarak intihar etti. Çünkü ölüm onun özgürlüğüydü. Öldüğünde henüz 32 yaşındaydı.
Bronx Hayvanat Bahçesi zamanla Oto Benga ile ilgili tüm kayıtları sildi. Ancak gazete haberleri ve fotoğraflar gerçeği gizleyemiyordu. Hayvanat Bahçesi yetkilileri, tepkiler artınca “Dünyanın her yerinde yapılıyor, biz niye yapmayalım?” dediler.
Söyledikleri doğruydu. O yıllarda uygar denilen Avrupa'nın bir çok yerinde aynı vahşet sergileniyordu, Londra, Paris, Berlin, Brüksel, Stuttgard, Barcelona, Milan, Hamburg gibi metropollerde kafes içinde insanlar, diğer insanların eğlencesiydi.
Bu vahşet öylesine bir gelir kapısı olmuştu ki, “Hayvanat Bahçeleri”nin yerini, “İnsan Bahçeleri” almıştı. 1960'lara kadar binlerce insan kafeslerde hayvanlar gibi sergilendi. Çığlıkları yeri, göğü inletti. Ama modern insanlar(!) kör ve sağırdı.
Oto Benga'nın vatanında şöyle bir atasözü var: "Jaa se behn-indeh bun-wehnin!" (Dekor gerçeğe uyum göstermez, gerçeğin de dekora ihtiyacı yoktur). Bugün uygar denilen Amerika'nın, İngiltere'nin ve Avrupa'nın “Barış, özgürlük ve demokrasi” sözü sadece bir dekordur.
Gerçeği görmek isteyenler ORTADOĞU'ya baksınlar yeter. İnsanın insana, ve dahası insanın hiçbir canlıya zulmetmediği günlerde buluşmak dileğiyle.
Alıntı, Ayşe Reşad sayfasından
Mersin'de 7 yıl önce meydana gelen trafik kazasında evin 5 ferdi ve Annesi ölür, 6 aylık bebek sağ kurtulur, çok acıkmış sürekli ağlayan bebeği, yeni doğum yapmış olan 112 calışanı hemşire emzirir uyutur. 7 yıl sonra karsılaştığı çocuğun emzirdiği bebek olduğunu öğrenen hemşire göz yaşlarına boğulur.
bu güzel insanlar hatrına dönüyor bu dünya
bu güzel insanlar hatrına dönüyor bu dünya
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?