Daha önce bu başlığa, "nerede asımım gençliği nerede şimdiki gençlik" diye entry girmiştim. Şu an ne kadar yanıldığımı anlıyorum. Geçen gün, Hitabet dersi için sözlü sınav yapmak üzere 12. Sınıflardan sevdiğim bir öğrencime, cuma çıkışı bayrak töreninde hatim duası yaptırdım. Çocuk boylu poslu yakışıklı da bi öğrenci. Okulda kızlar onu takip ediyor sürekli. Ama bu çocuk kafasını kaldırıp bir tanesine bile bakmıyor. Başı önünde geziyor o kadar saygılı. Bi ara konuşmuştum ders çalışmak istemiyorum dikkatim dağıtılıyor demişti, kız meselesi falan mı dediğimde, hocam benim daha önemli işlerim var, boş işlere ayıracak vaktim yok demişti. Kendi imamhatip zamanımı gördüm çocukta. Ailesinin durumu kötüymüş babası hastaymış çocuk okul çıkışı çalışıyor hem ailesine destek oluyor hem ders çalışıyor. Bi kaç defa rehberlik yaptım ders çalışma saatlerini işine göre ayarladık şimdi başarısı da yükseldi.
Başka bir öğrencim, Suriye'li. Türkçeye hakim mükemmel konuşuyor. Saygılı ahlaklı, geçen gün çantamdan bir şey lazım oldu öğretmenler odasına onu yolladım getirmesi için, bugün de telefonumu unuttum almaya onu yolladım o derece güvenilir bir öğrenci. Tıp okumak istiyor zeki kapasitesi var. Düşünün ki bir öğretmen öğrencilerinden o kadar memnun ki haklarında entry giriyor. Öylesine saygılı, edep timsali çocuklar. Geleceğe dair umutlarım arttı bunları tanıdıktan sonra. Allah böyle çocukların sayısını arttırsın.
asımın nesli
çocukluğumdan beri babamdan dinlerdim bu şiiri. imamhatip öğrencilerinin ezberlediği güzel şiirlerden biridir.
köse imam'ın oğlu olan asıma benzeyen bir gençlik isteyen mehmet akif, onun gibi olgun, güçlü, zeki ve ahlaklı bir gençlik hayal etmiştir.
(gbkz:benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var)
(bkz: iman power genç) (u::D)
akifin bu ideal müslüman gençliği, platonun ideal devletine benziyor. lakin bu zamanın gençliğine bakınca pek bi ütopik geliyor, ahlaksızlık haddi aşmış, normalleşmiş. nerede asımın nesli, nerede günümüz gençliği, dediğim durum.
--- (gbkz: spoiler) ---
Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
- Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne haysızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde - gösterdiği vahşetle “bu bir Avrupa’lı”
Dedirir - yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvam-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer
Yedi iklimi cihanın duruyor karşında
Ostralya’yla beraber bakıyorsun Kanada!
Cehreler başka, lisanlar, deriler, rengarenk;
Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi yamyam, kime bilmem ne bela…
Hani, ta’una zuldür bu rezil istila!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmetciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına.
Maske yırtılmasa hala bize afetti o yüz…
Medeniyet denilen kahbe, hakikat, yüzsz.
Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbab,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harab.
Öteden saikalar parçalıyor afakı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’makı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer…
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o namerd eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyare.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler…
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, haşa edecek kahrına ram?
Çünkü te’sis-i İlahi o metin istihkam.
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez suni beşer;
Bu göğüslerse, Hüda’nın ebedi serhaddi;
“O benim sun’-i bedi’im, onu çiğnetme” dedi.
Asım’in nesli… diyordum ya…nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çignetmiyecek.
Şüheda gövdesi, bir baksana dağlar, taşlar…
O, rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar.
--- (gbkz: spoiler) ---
köse imam'ın oğlu olan asıma benzeyen bir gençlik isteyen mehmet akif, onun gibi olgun, güçlü, zeki ve ahlaklı bir gençlik hayal etmiştir.
(gbkz:benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var)
(bkz: iman power genç) (u::D)
akifin bu ideal müslüman gençliği, platonun ideal devletine benziyor. lakin bu zamanın gençliğine bakınca pek bi ütopik geliyor, ahlaksızlık haddi aşmış, normalleşmiş. nerede asımın nesli, nerede günümüz gençliği, dediğim durum.
--- (gbkz: spoiler) ---
Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
- Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne haysızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde - gösterdiği vahşetle “bu bir Avrupa’lı”
Dedirir - yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvam-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer
Yedi iklimi cihanın duruyor karşında
Ostralya’yla beraber bakıyorsun Kanada!
Cehreler başka, lisanlar, deriler, rengarenk;
Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi yamyam, kime bilmem ne bela…
Hani, ta’una zuldür bu rezil istila!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmetciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına.
Maske yırtılmasa hala bize afetti o yüz…
Medeniyet denilen kahbe, hakikat, yüzsz.
Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbab,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harab.
Öteden saikalar parçalıyor afakı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’makı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer…
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o namerd eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyare.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler…
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, haşa edecek kahrına ram?
Çünkü te’sis-i İlahi o metin istihkam.
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez suni beşer;
Bu göğüslerse, Hüda’nın ebedi serhaddi;
“O benim sun’-i bedi’im, onu çiğnetme” dedi.
Asım’in nesli… diyordum ya…nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çignetmiyecek.
Şüheda gövdesi, bir baksana dağlar, taşlar…
O, rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar.
--- (gbkz: spoiler) ---
Mehmet Akif in hayalindeki gençliğin adıdır, asımın nesli. \"asım'ın nesli diyordum ya nesilmiş gerçek: işte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.\"
Mehmet Akif'in fikir dünyasında ki asım sahabe değildir. SAhabe olarak bilinir ama asım, Mehmet Akif'in babasının yakın arkadaşı köse imamın oğludur.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?
:)