ilk okul dördüncü sınıfta bir arkadaş vardı bembeyaz bir çocuk. Yani hep kara insanlara alıştığımdan bu kadar beyaz bir insan görünce o zamanlar çok şaşırmıştım. Beyaz dediğime bakmayın tabi. sarışın bir çocuk ama kaşı bile görünmüyordu yüz teni ile aynı idi hemen hemen. Maçlardan sonra o güzelim çocuk bildiğiniz tam bir domates oluyordu. Normal dersler de bembeyaz olan o çocuk benden dersinde farklı bir çocuğa dönüyordu.
Not: Şimdilerde pazarcı sanırım.
ilkokuldan akılda kalan garip tipler
ilkokulun ilk günüydü. okul bahçesinde sıraya geçirdiler. önümüze yüzü buruş buruş olmuş, ihtiyar bir kadın geldi. saçlarımızı, yüzümüzü sevdi. sonradan onun, öğretmenimiz olduğunu anlayacaktık.
sınıfa girdiğimizde, bizden önce sınıfa girmiş ve en ön sırada oturmakta olan, ufak tefek ihtiyar bir adam gördük. yüzü, öğretmenimizden de kırışıktı. ama boyu aşağı yukarı bizim kadardı. öğretmen ilk derste, onun yanında kimseyi oturtmamıştı. sırayla herkese ismini sordu. sıra, kısa boylu amcaya geldiğinde ayağa kalkmadı. ''benim adım tarık.'' dedi. öğretmenimiz, bizim anlayacağımız bir düzeye indirgeyerek, tarık'ın ihtiyar bir amca olmadığını, bizimle aynı yaşta olduğunu ve hastalığı nedeniyle böyle göründüğünü anlattı.
acımıştık ama bize çok garip gelmişti.
ilk başlarda, kimse onun yanına oturmak istemiyordu. bir süre sonra, öğretmen tarık'ın yerini değiştirerek, orta sıranın ortalarında bir yere oturttu. sessiz bir çocuktu. tıpkı ihtiyar amcalar gibi, yavaş konuşuyor, yavaş hareket ediyordu. zaten gün boyu yerinden de kalkmıyordu. ders bitiminde, annesi içeri giriyor, onu tekerlekli sandalyeye koyuyor ve öyle götürüyordu. yavaş yavaş onu sevmeye başlamıştık ama yine de çok samimi olmaya cesaret edemiyorduk. sonuçta o ihtiyar birine benziyordu.
öğretmen bir gün bize şöyle dedi. 'çocuklar bundan sonra, tarık'ın yanına her isteyen oturamayacak. onun yanına oturma hakkı elde edebilmek için iyi bir şeyler yapmak zorundasınız. ancak uslu duranlar, ödevini iyi yapanlar, arkadaşlarına saygılı davrananlar oturabilir onun yanına.'' sınıfta o günden sonra işler yavaş yavaş değişmeye başlamıştı. tarık'ın yanına oturabilme ayrıcalığı için, herkes uslu durmaya çalışıyor, herkes ödevlerini özenerek yapıyordu.
ilk sene öyle geçti. ikinci sınıfa geçtiğimizde, tarık biraz daha yaşlanmıştı. adeta sınıfımızın ak sakallı dedesi gibiydi. herkes onu seviyor, herkes ona özen gösteriyordu. tarık'ın sevdiği biri olabilmek için onun her dediğini yapmaya razıydık. ama allah var, o da hepimizi adeta bir baba şefkatiyle seviyordu. sarılıp kucaklaşamasak bile, bizi sevdiğini ihtiyar gözlerinden anlayabiliyorduk.
üçüncü sınıfa gidiyorduk. tarık artık bazı günler okula gelmemeye başlamıştı. öğretmen, tarık'ın biraz rahatsız olduğunu söylüyordu biz sorduğumuzda.
bir gün öğretmenimiz sınıfa girdi ve bize hiçbir şey söylemeden masasına oturdu. ağlıyordu. korkmuştuk. onu ağlarken hiç görmemiştik. bir süre daha ağladıktan sonra, gözlerini sildi, ayağa kalktı ve 'çocuklar, tarık öldü.'' dedi.
artık bütün sınıf ağlıyordu. ertesi gün bütün okul olarak, tarık'ın hatırasına okul bahçesinde toplandık. kocaman bir çelenk vardı. sınıfımızdan üç kişi belirledi öğretmen, kendisiyle birlikte tarık'ın cenaze törenine katılmaları için. bütün sınıf yalvardı gitmek için ama öğretmen üç kişinin yeterli olacağını söyledi.
o günden sonra tarık'ın sırasına kimse oturmadı. o senenin sonunda o okuldan ayrıldım.
o okulla ilgili hatırladığım iki şey var şu anda hafızamda. biri öğretmenim seniha hoca, diğeri de ihtiyar tarık.
yıllar sonra, tarık'ın hastalığının ne olduğunu internette arattım.
(gbkz:progeria)ymış hastalığının adı. 8 yaşındaki bir çocuk, 80 yaşındaki bir insanın vücut yapısına ulaşıyormuş. organlar yavaş yavaş iflas ediyor ve en fazla 10-12 yaşlarında da ölüyormuş.
tarık, o ihtiyar yüzüyle bize gülümserken, belki de öleceğini biliyordu. sadece bedeni değil, ruhu da olgunlaşmıştı ki, bu durumunu kabullenmişti.
seni hala unutmadım tarık. umarım bu dünyada yaşayamadığın güzellikleri öte dünyada yaşarsın.
sınıfa girdiğimizde, bizden önce sınıfa girmiş ve en ön sırada oturmakta olan, ufak tefek ihtiyar bir adam gördük. yüzü, öğretmenimizden de kırışıktı. ama boyu aşağı yukarı bizim kadardı. öğretmen ilk derste, onun yanında kimseyi oturtmamıştı. sırayla herkese ismini sordu. sıra, kısa boylu amcaya geldiğinde ayağa kalkmadı. ''benim adım tarık.'' dedi. öğretmenimiz, bizim anlayacağımız bir düzeye indirgeyerek, tarık'ın ihtiyar bir amca olmadığını, bizimle aynı yaşta olduğunu ve hastalığı nedeniyle böyle göründüğünü anlattı.
acımıştık ama bize çok garip gelmişti.
ilk başlarda, kimse onun yanına oturmak istemiyordu. bir süre sonra, öğretmen tarık'ın yerini değiştirerek, orta sıranın ortalarında bir yere oturttu. sessiz bir çocuktu. tıpkı ihtiyar amcalar gibi, yavaş konuşuyor, yavaş hareket ediyordu. zaten gün boyu yerinden de kalkmıyordu. ders bitiminde, annesi içeri giriyor, onu tekerlekli sandalyeye koyuyor ve öyle götürüyordu. yavaş yavaş onu sevmeye başlamıştık ama yine de çok samimi olmaya cesaret edemiyorduk. sonuçta o ihtiyar birine benziyordu.
öğretmen bir gün bize şöyle dedi. 'çocuklar bundan sonra, tarık'ın yanına her isteyen oturamayacak. onun yanına oturma hakkı elde edebilmek için iyi bir şeyler yapmak zorundasınız. ancak uslu duranlar, ödevini iyi yapanlar, arkadaşlarına saygılı davrananlar oturabilir onun yanına.'' sınıfta o günden sonra işler yavaş yavaş değişmeye başlamıştı. tarık'ın yanına oturabilme ayrıcalığı için, herkes uslu durmaya çalışıyor, herkes ödevlerini özenerek yapıyordu.
ilk sene öyle geçti. ikinci sınıfa geçtiğimizde, tarık biraz daha yaşlanmıştı. adeta sınıfımızın ak sakallı dedesi gibiydi. herkes onu seviyor, herkes ona özen gösteriyordu. tarık'ın sevdiği biri olabilmek için onun her dediğini yapmaya razıydık. ama allah var, o da hepimizi adeta bir baba şefkatiyle seviyordu. sarılıp kucaklaşamasak bile, bizi sevdiğini ihtiyar gözlerinden anlayabiliyorduk.
üçüncü sınıfa gidiyorduk. tarık artık bazı günler okula gelmemeye başlamıştı. öğretmen, tarık'ın biraz rahatsız olduğunu söylüyordu biz sorduğumuzda.
bir gün öğretmenimiz sınıfa girdi ve bize hiçbir şey söylemeden masasına oturdu. ağlıyordu. korkmuştuk. onu ağlarken hiç görmemiştik. bir süre daha ağladıktan sonra, gözlerini sildi, ayağa kalktı ve 'çocuklar, tarık öldü.'' dedi.
artık bütün sınıf ağlıyordu. ertesi gün bütün okul olarak, tarık'ın hatırasına okul bahçesinde toplandık. kocaman bir çelenk vardı. sınıfımızdan üç kişi belirledi öğretmen, kendisiyle birlikte tarık'ın cenaze törenine katılmaları için. bütün sınıf yalvardı gitmek için ama öğretmen üç kişinin yeterli olacağını söyledi.
o günden sonra tarık'ın sırasına kimse oturmadı. o senenin sonunda o okuldan ayrıldım.
o okulla ilgili hatırladığım iki şey var şu anda hafızamda. biri öğretmenim seniha hoca, diğeri de ihtiyar tarık.
yıllar sonra, tarık'ın hastalığının ne olduğunu internette arattım.
(gbkz:progeria)ymış hastalığının adı. 8 yaşındaki bir çocuk, 80 yaşındaki bir insanın vücut yapısına ulaşıyormuş. organlar yavaş yavaş iflas ediyor ve en fazla 10-12 yaşlarında da ölüyormuş.
tarık, o ihtiyar yüzüyle bize gülümserken, belki de öleceğini biliyordu. sadece bedeni değil, ruhu da olgunlaşmıştı ki, bu durumunu kabullenmişti.
seni hala unutmadım tarık. umarım bu dünyada yaşayamadığın güzellikleri öte dünyada yaşarsın.
din kültürü öğretmenimizin kızı, öğle aralarında bamya yerdi ya ötesi var mı !
Ihsan ve apo (abdulcelil).
İkisi de çok iyi basketbol oynardı. Ihsan uzun, apo kısa boyluydu.
İkisi de en iyi arkadaşım olmadı ama basketbol deyince aklıma ikisi gelir sadece.
İhsanin babası yoktu annesi ise ilginç biriydi: yaz-kış palto giyer büyük bir kısmı ak ve düzensiz, kıvırcık saçlarını saklama ihtiyacı duymadan dolasirdi mahallede.
Sesini bir kez olsun bile duymuslugum yoktur.
Evleri ise tam bir toplama merkezi gibiydi sanki. Sokakta buldukları her şeyi evlerine getirdiklerinden şüphem yoktu. Gece gunduz loştu evleri.
İhsanın kardeşi de yoktu. Çocuk aklı kaç defa ulan bunlar ne yiyor ne içiyor diye düşünmüştüm.
Apo dokuz kardeşten besincisiydi. Başka da bir şey hatırlamıyorum.
İkisi de çok iyi basketbol oynardı. Ihsan uzun, apo kısa boyluydu.
İkisi de en iyi arkadaşım olmadı ama basketbol deyince aklıma ikisi gelir sadece.
İhsanin babası yoktu annesi ise ilginç biriydi: yaz-kış palto giyer büyük bir kısmı ak ve düzensiz, kıvırcık saçlarını saklama ihtiyacı duymadan dolasirdi mahallede.
Sesini bir kez olsun bile duymuslugum yoktur.
Evleri ise tam bir toplama merkezi gibiydi sanki. Sokakta buldukları her şeyi evlerine getirdiklerinden şüphem yoktu. Gece gunduz loştu evleri.
İhsanın kardeşi de yoktu. Çocuk aklı kaç defa ulan bunlar ne yiyor ne içiyor diye düşünmüştüm.
Apo dokuz kardeşten besincisiydi. Başka da bir şey hatırlamıyorum.
Sanırım o benim ki tüm ilkokul arkadaşlarım beni hatırlıyor ama ben onları hatırlayamıyorum.
Okulun en başarılı öğrencisi olduğum için beni kıskanan, sebepsiz yere sırf hoca bana kızsın diye konuşanlar listesine adımı yazan ve inat değilmi, sana dayak attırmadan içim rahat etmez diyen, o sene ben daha fil suresinden sonraki surelerin tamamını bile ezberleyememişken yasin suresini ezberleyip gözüne girdiği hem de köylüsü olan din kültürü öğretmenime şikayet eden sınıf başkanı hatice (diğer hocaların dersinde yapamıyordu çünkü hocalar beni biliyorlardı)
Haticenin bana attığı her suçlamada beni dinlemeden yargılayan, acımadan sopayla tırnak uçlarıma vuran, bir defasında konuşanlar listesinde ismimin yanına kafasına göre çarpılar atmış olan haticenin listesine bakıp kulaklarımın altı yırtılıp kanayana kadar kulağımı çekip beni aģlatan (bu son seferde ellerine bulaşan kanı görünce hoca da korkmuştu) uygulamalı namaz dersinde benimle herkesin içinde dalga geçen, beyninde tümör olan bebeğine bi önceki sene iyileşmesi için sınıfça dua ettiģimiz,ve bebeğinin ameliyatı başarılı geçen, din kültürü öğretmenim naci hoca, (hiç unutmuyorum, kulaklarımı çekerken öyle canım yanmış ki, ağlamaktan şişmiş gözlerimle hocanın yüzüne bakıp, inşallah çocuğun ölür demiştim. Çocuk aklı, o zaman 6.sınıfa gidiyordum. Ama söyler söylemez bunu dediğime o kadar pişman oldum ki. Netice de o da bi ćocuktu. O yaz duydum ki naci hocanın oğlu bir gece aniden beynine su toplanması sonucu vefat etmiş. O kadar üzüldum ki, kendimi suçladım hep keşke bir şey demeseydim diye. Ha bu olay her aklıma geldikçe üzülüyorum )
Allah nasip ederse ben de din kültürü öğretmeni olacağım. (u:Burası da ayrı bi ironi :D) Normalde benim gibi din öğretmeniyle karşılaşa birisi ateist falan olurdu. Duyuyoruz Çünkü, imamın ya da cemaatin yanlış tutumundan dolayı camiden soğuyanları. Ama bir kişinin hatasını tüm dine yaymak ne kadar doğru?
Ali vardı bi de ilkokul 3.sınıfta. sınıfın en yaramazlarından biriydi. Tembeldi ders çalısmayı sevmezdi. İşi gücü atlarla bi de itlerle oynamaktı. Sınıf öğretmenimiz modernlik dayatması altında her kızı bir erkekle oturtmuştu. Beni de onun yanına. Aramıza bi çizgi çizmiştim bu sınırı geçersen seni döverim diye. O da bana gıcıklık olsun diye her seferinde çizgiyi geçerdi. Ben de onu öyle bi itelerdim ki, sıradan aşağı düşerdi. Ama bana hiç kızmazdı düşünce bile kıkır kıkır gülerdi. Bu beni daha çok sinirlendirirdi. Benden bıkan öğretmenim nihayet beni kızlardan birinin yanına oturttu. Zaten o okulda 3.sınıfa kadar okumuştum. Derken babamın tayini çıktı gittik. O zamanlar tembel olan ali Karadeniz Teknik Üniversitesinde matematik öğretmenliği bölümünü okumuş. Duyunca çok şaşırmıştım.
Haticenin bana attığı her suçlamada beni dinlemeden yargılayan, acımadan sopayla tırnak uçlarıma vuran, bir defasında konuşanlar listesinde ismimin yanına kafasına göre çarpılar atmış olan haticenin listesine bakıp kulaklarımın altı yırtılıp kanayana kadar kulağımı çekip beni aģlatan (bu son seferde ellerine bulaşan kanı görünce hoca da korkmuştu) uygulamalı namaz dersinde benimle herkesin içinde dalga geçen, beyninde tümör olan bebeğine bi önceki sene iyileşmesi için sınıfça dua ettiģimiz,ve bebeğinin ameliyatı başarılı geçen, din kültürü öğretmenim naci hoca, (hiç unutmuyorum, kulaklarımı çekerken öyle canım yanmış ki, ağlamaktan şişmiş gözlerimle hocanın yüzüne bakıp, inşallah çocuğun ölür demiştim. Çocuk aklı, o zaman 6.sınıfa gidiyordum. Ama söyler söylemez bunu dediğime o kadar pişman oldum ki. Netice de o da bi ćocuktu. O yaz duydum ki naci hocanın oğlu bir gece aniden beynine su toplanması sonucu vefat etmiş. O kadar üzüldum ki, kendimi suçladım hep keşke bir şey demeseydim diye. Ha bu olay her aklıma geldikçe üzülüyorum )
Allah nasip ederse ben de din kültürü öğretmeni olacağım. (u:Burası da ayrı bi ironi :D) Normalde benim gibi din öğretmeniyle karşılaşa birisi ateist falan olurdu. Duyuyoruz Çünkü, imamın ya da cemaatin yanlış tutumundan dolayı camiden soğuyanları. Ama bir kişinin hatasını tüm dine yaymak ne kadar doğru?
Ali vardı bi de ilkokul 3.sınıfta. sınıfın en yaramazlarından biriydi. Tembeldi ders çalısmayı sevmezdi. İşi gücü atlarla bi de itlerle oynamaktı. Sınıf öğretmenimiz modernlik dayatması altında her kızı bir erkekle oturtmuştu. Beni de onun yanına. Aramıza bi çizgi çizmiştim bu sınırı geçersen seni döverim diye. O da bana gıcıklık olsun diye her seferinde çizgiyi geçerdi. Ben de onu öyle bi itelerdim ki, sıradan aşağı düşerdi. Ama bana hiç kızmazdı düşünce bile kıkır kıkır gülerdi. Bu beni daha çok sinirlendirirdi. Benden bıkan öğretmenim nihayet beni kızlardan birinin yanına oturttu. Zaten o okulda 3.sınıfa kadar okumuştum. Derken babamın tayini çıktı gittik. O zamanlar tembel olan ali Karadeniz Teknik Üniversitesinde matematik öğretmenliği bölümünü okumuş. Duyunca çok şaşırmıştım.
Bu çizimi yapan tiplerdir ben dahil.
/gorseller/yukle/images/1476404688.jpg
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?