nezleyim desem değil, hastayım desem değil bildiğin davul gibiyim bildiğin davul. Her tarafım hamile kadın gibi şiş.
Yandaş medya gazete/tv'lerinin manşetleri yanında esamesi okunmayacak manşettir.
(bkz: basın zenginliği )
(bkz: basın zenginliği )
Her şeye burnunu sokan adam
Binalarda Nem ve Su Nasıl Kurutulur?
Binalarda tüm uygulamalar ıslaklık ve nem oluşturur. Ancak diğer bir uygulamaya geçmek için mutlaka
ıslak ve nemli yapıların bir an önce kurutulması gerekir. Şap kurutma da zemin uygulamalarında en son
ıslak uygulamalıdır. Şap kurutma makinesi ile ıslak zeminlerdeki kuruma işlemi daha kolay ve hızlı bir
şekilde gerçekleşir. Kurutma işlemi ile birlikte neme bağı gerçekleşen olumsuzluklar da engellenmiş olur.
Rahatsız edici küf kokusu ile birlikte nemi bağlı oluşan soğuk ortam da yerini daha ılık ve hijyenik bir
ortama bırakmış olur. Gün içerisinde 24 saat aralıksız çalışan cihaz depo dolduğunda otomatik kapanır ve
gösterge ışığı yanar.
Kaynak;
http://www.nemkurutma.com.tr/hizmetlerimiz/20/INSAAT_NEM_KURUTMA_ https://www.trotec24.com.tr/makineler/nem-alma
Binalarda tüm uygulamalar ıslaklık ve nem oluşturur. Ancak diğer bir uygulamaya geçmek için mutlaka
ıslak ve nemli yapıların bir an önce kurutulması gerekir. Şap kurutma da zemin uygulamalarında en son
ıslak uygulamalıdır. Şap kurutma makinesi ile ıslak zeminlerdeki kuruma işlemi daha kolay ve hızlı bir
şekilde gerçekleşir. Kurutma işlemi ile birlikte neme bağı gerçekleşen olumsuzluklar da engellenmiş olur.
Rahatsız edici küf kokusu ile birlikte nemi bağlı oluşan soğuk ortam da yerini daha ılık ve hijyenik bir
ortama bırakmış olur. Gün içerisinde 24 saat aralıksız çalışan cihaz depo dolduğunda otomatik kapanır ve
gösterge ışığı yanar.
Kaynak;
http://www.nemkurutma.com.tr/hizmetlerimiz/20/INSAAT_NEM_KURUTMA_ https://www.trotec24.com.tr/makineler/nem-alma
Yalnızlıktan sıkılmış olabilir.
Hayatı denizlerde su üstünde geçen Barbaros Hayreddin Paşa; dinine bağlı, kâmil bir müslümandı. Geceyi üçe ayırırdı. Birinci kısmında Kur’an-ı kerim okur, ikinci kısmında ibadet eder, kalan kısmında da istirahate çekilirdi.Rumca, İtalyanca, Arapça, Rusça, İspanyolca gibi dilleri çok iyi konuşurdu. Oniki sene şeref ve zaferlerle Osmanlı’ya hizmet eden Kaptân-ı derya Barbaros Hayreddin Paşa, Osmanlı Devleti’nin sınırlarını Fas’a kadar uzattı. Beşiktaş’ta bir medrese inşa ettirdi. Serveti ile, İstanbul’un muhtelif semtlerinde hanlar, hamamlar, konaklar, evler, değirmenler, fırınlar yaptırarak, gelirlerini hayır kurumlarına ve kurduğu medresede kalan öğrenci ve muallimlerin masraflarına tahsis etti. Vasiyetine göre 30 büyük harp gemisini ve en seçkin 800 esirini Kanuni Sultan Süleyman’a, servetinin bir kısmını Beşiktaş’taki cami, türbe ve başka hayrâtının bakım ve vakıflarına ayırmış, bir kısmını akrabalarına paylaştırmış, ayrıca yaşı 15’i geçen bütün erkek ve kadın esirlerini, hepsinin hayat boyu geçimlerini temin ederek azad etmiş ve ölümünde fakir ve muhtaçlara büyük ölçüde sadaka verilmesini istemiştir. Nihayet 4 Temmuz 1546’da, 80 yaşına yaklaştığı halde İstanbul’da Beşiktaş’taki sarayında ebedî ahiret yurduna göç etmiştir.Cihadla geçen uzun bir ömür... O, yaşadıkları ve geride bıraktıklarıyla müslüman ümmeti için gerçek bir numunedir. Yabancı ülkelerin kralları kendisine tahtlar, taçlar, servetler teklif ettiği halde o bunlara hiç iltifat etmemiş, hayatı boyunca Allah ve Resul’ünün rızâsı ve hoşnutluğunu kazanmak için gayret sarfetmiştir.
gürültü kirliliği < görüntü kirliliği
bağ dokusundan zarla çevrilmiş, içinde kaygan sıvı bulunan kesedir. latince'den gelmektedir.
bursa'lar karşılıklı yüzeyler arasında sürtünmeyi azaltıp hareket etmeyi kolaylaştırırlar. tendon ile kemik ya da kemik çıkıntı ile deri arasında bulunurlar.
bursa'lar karşılıklı yüzeyler arasında sürtünmeyi azaltıp hareket etmeyi kolaylaştırırlar. tendon ile kemik ya da kemik çıkıntı ile deri arasında bulunurlar.
sonuç olarak; bu isteklerim şahsi olup tüm öğretmensözlük mültecilerini de kapsamaktadır. hoşuna gitmeyen öğretmensözlük bünyesinde çıkar amaçlı ikamet etmiş demektir. taleplerimiz gerçekleşene kadar her şey yolunda gidecek lakin tamamen rastgele seçilmiş zamanlarda darbe girişimleri yapılacaktır.
gereğinin yapılmasını (gbkz:rica )ederim.
gereğinin yapılmasını (gbkz:rica )ederim.
umudun tüm yaşama sirayet etmiş bir dizesi.
Ortaya konan fikri karşılıklı analiz ettiği andır.
akboylar yine devreleri yakmış. mevzuyu anlamakta güçlük çekiyorlar. gelişen olaylarla ilgili yapılan yorumları, minnak başbakanlarının arkasından dökülen timsah gözyaşları olduğunu sanıyorlar. niye? çünkü onlar için ağlanmaya değecek tek şey, adının a ya da b olması farketmeyecek liderleridir.
onlar demokrasi kültüründen nasiplenmemişlerdir. demokrasiyi sadece hedefe giden yolda binilecek ve hedefe gelindiğinde inilecek bir vasıta olarak görürler. bu nedenle de, defalarca ırzına geçildiği yetmezmiş gibi, şimdi de üzerinde akıllarına gelen her türlü fanteziyi gerçekleştirdikleri demokrasinin, uzak ufukta bile görünürlüğünü kaybetmesine üzülenleri, bundan şikayet edenleri anlayamazlar. sanırlar ki ağlayanlar, isyan edenler, minnak başbakana ağlıyorlar.
bunların bir diğer versiyonu ise (donanım yönünden baz model olanı), klasik akp seçmeni tavrı sergilemeye devam etmekte, ve bundan önceki onlarca örnekte olduğu gibi sevinmeye devam etmektedir. bu özellik, bu seçmen türünde muhtemelen sürekli olarak (gbkz:on) konumunda olmalı. sözlükte daha önce de, bir iki yerde değinildiği üzre, her hal ve şartta sevinmeye programlı bu kitle, sevindikleri olayların içeriğini sorgulama yeteneğinden mahrumdurlar. habur'dan terörist girişine de sevinirler, terörist öldürüldüğünde de. türkçe olimpiyatlarında da sevinirler, 'inlerinize gireceğiz' dendiğinde de. generaller içeri atılırken de sevinirler, dışarı çıkarılırken de. 'kardeşim esat'ta da sevinirler, 'diktatör esed'de de. davutoğlu geldiğinde de sevinirler, gittiğinde de. bu konuda yapılabilecek bir şey olmadığının farkındayım. sayın cumhurbaşkanının sevdiği kelimeyle ifade edecek olursak, bu seçmenin fıtratında olmalı bu. ancak, trajikomik olan, başkanı kendilerinin seçeceğini sanıyor olmaları.
oysa çok değil, sadece birkaç sayfa kitap okuyabilseler, havuz medyasının dışında tek satır haber okuma dirayetleri olsa, hadi hepsini geçtim, temel düzeyde düşünebilme ve sorgulayabilme yetisine sahip olsalar, şu son olayların tamamının aslında başkanlık hikayesi üzerinde döndüğünü anlayabilirlerdi.
şimdi gerçekten de fazla zeka gerektirmeyen, 'bütün güller çiçektir. bütün çiçekler bitkidir. bu nedenle bütün güller de bitkidir.' düzeyinde bir mantık algısına sahip herkesin algılayabileceği birkaç tahlil yapalım:
davutoğlu neden alaşağı edildi?
sarayla başbakanlık arasındaki fikir ayrılıkları yüzünden.
peki bunlar neydi?
fetullahçılarla mücadele? hayır.
terörle mücadele? hayır.
ekonomi yönetimi? hayır.
uluslararası ilişkiler? hayır.
atamalar? büyük oranda hayır.
yukarda saydığım başlıklarla ilgili konularda, sarayla başbakanlık arasında %100e yakın senkronizasyon vardı.
peki ayrışılan yer neresiydi? başkanlık sistemi.
ki o konuda da taban tabana zıt bir görüş ayrılığı yoktu. sadece davutoğlu, başkanlık sistemiyle ilgili ayak sürüyordu. yani, saray davutoğlu'nun başkanlık sistemi için, canla başla çalışmadığını düşünüyordu.
peki davutoğlu'ndan ne yapması bekleniyordu?
basit: kamuoyunun olaylar karşısındaki düşüncelerini periyodik olarak ölçtüren ve beklediği tepkiyi alamadığında, ya da beklemediği bir tepkiyle karşılaştığında ak dediğine kara demekten çekinmeyen sayın cumhurbaşkanı, başkanlıkla ilgili yaptırdığı kamuoyu araştırmalarında, sadece muhalif seçmenlerin değil, akp seçmeninin de bir kısmının başkanlığa soğuk baktığını anlamıştı. dolayısıyla, meclisten çıkartamadığı bir başkanlık sistemi içeren anayasa değişikliğini, referandumla halk aracılığıyla çıkartmasının mümkün olmadığını biliyordu. bu değişikliğin muhakkak meclisten geçmesi gerekiyordu. oysa meclisteki aritmetik buna müsaade etmiyordu.
peki bu durumda ne yapılması gerekiyordu?
bunun cevabı da basit aslında. bir erken seçim gerekiyordu. ama bu erken seçime gitmeden önce, bütün şartların hazırlanması gerekiyordu. bu anayasa değişikliğinin meclisten geçebileceği tek bir matematik vardı. sadece iki partili bir meclis. yani akp ve chp'nin olduğu bir meclis. zira, böyle bir mecliste akp 400 civarında bir milletvekili sayısına sahip olacaktı.
böyle bir meclise sahip olabilmek için hdp ve mhp'nin mecis dışında kalması gerekiyordu. hdp zaten kendi ayağına kurşunu sıkmıştı. bir ümit belki sosyal ve siyasal entegrasyonu becerebilirler ümidiyle kendilerine verilen sol oyların tamamını piç etmiş ve kendilerini kürtçü bir parti olarak konumlandırdıkları yetmiyormuş gibi, üstüne bir de terörist partisi haline gelmişlerdi (kişisel fikrim her zaman öyle oldukları yönünde). bu nedenle zaten oyları %5-6 civarındaydı. geriye kalıyordu mhp. orayı da büyük oranda dizayn etmişler ve her türlü hukuksuzluğu kendinde hak gören, partiyi babasının malıymış gibi yöneten (aslında yönetemeyen), cumhurbaşkanına her kritik anda payanda olmaktan başka bir işlevi olmayan bir zihniyete emanet etmişlerdi. bu sayede, ilk seçimde mhp'nin de baraj altında kalması kaçınılmazdı.
geriye ne kaldı? erken seçim. ama sorun burada başlıyordu işte. halkın %49,5 oyunu alarak iktidara gelen davutoğlu, bir erken seçime sıcak bakmıyordu. öyle ya, niye kendisine verilmiş milli iradeyi, durduk yerde niye teslim etsindi? sırf bir liderin başkanlık hırsı için, anasının ak sütü gibi helal bir mevkiyi bırakmak doğru muydu?
işte bu yüzden yavaştan alıyordu davutoğlu. bir tamam diyordu, bir olmaz diyordu. gerçi partiye hakim olamadığı için, açıktan isyan bayrağı da açamıyordu ama bunun zaman içerisinde çözümlenecek bir sorun olduğunu empoze ediyordu.
tabii bu durum, cumhurbaşkanının sinirlerini hoplatıyordu. 'ulan ulan! seni oraya kim getirdi ulan! sen kendini gerçek bir lider olarak mı görüyorsun yoksa?' diye söyleniyordu.
ve netice itibarıyla, akboylar dışında herkesin gün gibi aşikar gördüğü durum somutlaştı. davutoğlu'nun elinden oyuncağı alınıverdi. şimdi olacak şey basit. dediğim gibi, sorun çıkarmadan, ülkeyi baskın bir erken seçime götürecek 'emredersiniz efendim'ci biri o koltuğa oturacak. ülke seçime gidecek. akp belki de %35-40 oyla 400 civarında milletvekili alacak ve uzun adamımızın başkan olma yolundaki taşlar temizlenmiş olacak. bizim akboylar da, uzun adamlarını kendilerinin başkan yaptığını sanıp sevinecekler.
demokrasi ne güzel. sen de gelsene...
onlar demokrasi kültüründen nasiplenmemişlerdir. demokrasiyi sadece hedefe giden yolda binilecek ve hedefe gelindiğinde inilecek bir vasıta olarak görürler. bu nedenle de, defalarca ırzına geçildiği yetmezmiş gibi, şimdi de üzerinde akıllarına gelen her türlü fanteziyi gerçekleştirdikleri demokrasinin, uzak ufukta bile görünürlüğünü kaybetmesine üzülenleri, bundan şikayet edenleri anlayamazlar. sanırlar ki ağlayanlar, isyan edenler, minnak başbakana ağlıyorlar.
bunların bir diğer versiyonu ise (donanım yönünden baz model olanı), klasik akp seçmeni tavrı sergilemeye devam etmekte, ve bundan önceki onlarca örnekte olduğu gibi sevinmeye devam etmektedir. bu özellik, bu seçmen türünde muhtemelen sürekli olarak (gbkz:on) konumunda olmalı. sözlükte daha önce de, bir iki yerde değinildiği üzre, her hal ve şartta sevinmeye programlı bu kitle, sevindikleri olayların içeriğini sorgulama yeteneğinden mahrumdurlar. habur'dan terörist girişine de sevinirler, terörist öldürüldüğünde de. türkçe olimpiyatlarında da sevinirler, 'inlerinize gireceğiz' dendiğinde de. generaller içeri atılırken de sevinirler, dışarı çıkarılırken de. 'kardeşim esat'ta da sevinirler, 'diktatör esed'de de. davutoğlu geldiğinde de sevinirler, gittiğinde de. bu konuda yapılabilecek bir şey olmadığının farkındayım. sayın cumhurbaşkanının sevdiği kelimeyle ifade edecek olursak, bu seçmenin fıtratında olmalı bu. ancak, trajikomik olan, başkanı kendilerinin seçeceğini sanıyor olmaları.
oysa çok değil, sadece birkaç sayfa kitap okuyabilseler, havuz medyasının dışında tek satır haber okuma dirayetleri olsa, hadi hepsini geçtim, temel düzeyde düşünebilme ve sorgulayabilme yetisine sahip olsalar, şu son olayların tamamının aslında başkanlık hikayesi üzerinde döndüğünü anlayabilirlerdi.
şimdi gerçekten de fazla zeka gerektirmeyen, 'bütün güller çiçektir. bütün çiçekler bitkidir. bu nedenle bütün güller de bitkidir.' düzeyinde bir mantık algısına sahip herkesin algılayabileceği birkaç tahlil yapalım:
davutoğlu neden alaşağı edildi?
sarayla başbakanlık arasındaki fikir ayrılıkları yüzünden.
peki bunlar neydi?
fetullahçılarla mücadele? hayır.
terörle mücadele? hayır.
ekonomi yönetimi? hayır.
uluslararası ilişkiler? hayır.
atamalar? büyük oranda hayır.
yukarda saydığım başlıklarla ilgili konularda, sarayla başbakanlık arasında %100e yakın senkronizasyon vardı.
peki ayrışılan yer neresiydi? başkanlık sistemi.
ki o konuda da taban tabana zıt bir görüş ayrılığı yoktu. sadece davutoğlu, başkanlık sistemiyle ilgili ayak sürüyordu. yani, saray davutoğlu'nun başkanlık sistemi için, canla başla çalışmadığını düşünüyordu.
peki davutoğlu'ndan ne yapması bekleniyordu?
basit: kamuoyunun olaylar karşısındaki düşüncelerini periyodik olarak ölçtüren ve beklediği tepkiyi alamadığında, ya da beklemediği bir tepkiyle karşılaştığında ak dediğine kara demekten çekinmeyen sayın cumhurbaşkanı, başkanlıkla ilgili yaptırdığı kamuoyu araştırmalarında, sadece muhalif seçmenlerin değil, akp seçmeninin de bir kısmının başkanlığa soğuk baktığını anlamıştı. dolayısıyla, meclisten çıkartamadığı bir başkanlık sistemi içeren anayasa değişikliğini, referandumla halk aracılığıyla çıkartmasının mümkün olmadığını biliyordu. bu değişikliğin muhakkak meclisten geçmesi gerekiyordu. oysa meclisteki aritmetik buna müsaade etmiyordu.
peki bu durumda ne yapılması gerekiyordu?
bunun cevabı da basit aslında. bir erken seçim gerekiyordu. ama bu erken seçime gitmeden önce, bütün şartların hazırlanması gerekiyordu. bu anayasa değişikliğinin meclisten geçebileceği tek bir matematik vardı. sadece iki partili bir meclis. yani akp ve chp'nin olduğu bir meclis. zira, böyle bir mecliste akp 400 civarında bir milletvekili sayısına sahip olacaktı.
böyle bir meclise sahip olabilmek için hdp ve mhp'nin mecis dışında kalması gerekiyordu. hdp zaten kendi ayağına kurşunu sıkmıştı. bir ümit belki sosyal ve siyasal entegrasyonu becerebilirler ümidiyle kendilerine verilen sol oyların tamamını piç etmiş ve kendilerini kürtçü bir parti olarak konumlandırdıkları yetmiyormuş gibi, üstüne bir de terörist partisi haline gelmişlerdi (kişisel fikrim her zaman öyle oldukları yönünde). bu nedenle zaten oyları %5-6 civarındaydı. geriye kalıyordu mhp. orayı da büyük oranda dizayn etmişler ve her türlü hukuksuzluğu kendinde hak gören, partiyi babasının malıymış gibi yöneten (aslında yönetemeyen), cumhurbaşkanına her kritik anda payanda olmaktan başka bir işlevi olmayan bir zihniyete emanet etmişlerdi. bu sayede, ilk seçimde mhp'nin de baraj altında kalması kaçınılmazdı.
geriye ne kaldı? erken seçim. ama sorun burada başlıyordu işte. halkın %49,5 oyunu alarak iktidara gelen davutoğlu, bir erken seçime sıcak bakmıyordu. öyle ya, niye kendisine verilmiş milli iradeyi, durduk yerde niye teslim etsindi? sırf bir liderin başkanlık hırsı için, anasının ak sütü gibi helal bir mevkiyi bırakmak doğru muydu?
işte bu yüzden yavaştan alıyordu davutoğlu. bir tamam diyordu, bir olmaz diyordu. gerçi partiye hakim olamadığı için, açıktan isyan bayrağı da açamıyordu ama bunun zaman içerisinde çözümlenecek bir sorun olduğunu empoze ediyordu.
tabii bu durum, cumhurbaşkanının sinirlerini hoplatıyordu. 'ulan ulan! seni oraya kim getirdi ulan! sen kendini gerçek bir lider olarak mı görüyorsun yoksa?' diye söyleniyordu.
ve netice itibarıyla, akboylar dışında herkesin gün gibi aşikar gördüğü durum somutlaştı. davutoğlu'nun elinden oyuncağı alınıverdi. şimdi olacak şey basit. dediğim gibi, sorun çıkarmadan, ülkeyi baskın bir erken seçime götürecek 'emredersiniz efendim'ci biri o koltuğa oturacak. ülke seçime gidecek. akp belki de %35-40 oyla 400 civarında milletvekili alacak ve uzun adamımızın başkan olma yolundaki taşlar temizlenmiş olacak. bizim akboylar da, uzun adamlarını kendilerinin başkan yaptığını sanıp sevinecekler.
demokrasi ne güzel. sen de gelsene...
öğretmen yakışıklıymış. Yakışıklılığı dışına da vurmuş demek ki!
Malmüdürü Vekili Haluk Atamer ÖZÇİL
0366 392 11 78
0366 392 11 78
menşe (köken) yerine sıklıkla kullanılan bir sözcük.
fikri mülkiyet hukukunda kullanılan bir terimdir.
fikri mülkiyet hukukunda kullanılan bir terimdir.
Kimseye güvenmemeyi öğretti saolsun. Sen evlatlıksın seni selecilerden aldık derdi bana vicdansız pislik. Sonra da bu niye böyle oldu biz nerde hata yaptık.
Burnu kocaman olduğu için karadenizli gibi görülebilir. Oynadığı filmlere bakıldığında çoğunluğu bkm yapımı olan filmlerdir. En çok hafızamızda kaldığı bir demet tiyatro ve şen yuva dizileridir.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?
