maksatlaf

İsrailin 'kan bakanı' yalon'un söylemidir.

Uluslararası antlaşmaların, konferansların ülke çıkarlarından pek de önemli olmadığını söyleyerek bu tercihini dile getirmiştir.
Sonuç itibariyle ortadoğuda, cahil müslüman kesimi hayallerle, cennet bahçeleriyle, hurilerle kandıran bu 'kan emici asalak daeş' ısrail itiyle de aynı soyağacindan.
Fakat ne yalan söyleyeyim,
Yalon'un açiksözlülüğü ve dünyayı takmamasi takdir edilesi.sıkıysa biri bir şey desin.
Kameraların karşısında asarim keserim deyip perde arkasında kucaklaşmayi kimse yemiyor artık..
İsrailin, elinizden geleni ardiniza koymayinvari konuşmalarını da geri püskürten kimse de yok.
Yani iki tane it bir olmuş, evsahibine efelik tasliyor.

Bu arada israilin uzun zaman sonra iranla ilgili sert bir söylemi ortaya atmasindaki sebep, avrupa ülkelerinin ambargoyu kaldirmasi da olabilir.

Sabah sabah kahkaha atmama sebep olan bir haberin yorumudur.
Haber ünlü fizikçi hawking ile ilgili. Adam, böyle devam ederse dünyanın sonu 10.000 yılı geçmeden bitecek falan filan diyor.
Yorumu yazan kişi hem kendi kendisini aşağılıyor hem de kıyametin zamanını biliyor.
Böyle bir özgüven kimse var başka, beri gelsin!
Haberin altındaki yorum ise şu (imla bana ait degildir):
İLAHİ ADALET:
BAY STİWİN sEN BİLİM İNSANISIN aLLAHIN SANA GÖSTERDİĞİNDEN FAZLASINI GÖRECEK DEĞİLSİN.SENİ ALİM BENİDE avam olraka yaratan Allaha yemin olsunki Felaket olarak gördüğün o kıvılcımlar Kıyamettin dehşetli ve çetin kopuşunun habercisidir.Sen Bin senelerden bahs ediyorsun.Yine O Bizi yoktan var eden kıyameti koparacak ve yeniden bizleri inşa edecek Allaha yemin ederimki vakit tamam zaman çok yakın süre 150 yılıda aşmayacak.Bu kahanet değil.Allahın istediğinde bir çobanada neler gösterebileceğinin ge.
Edit: haberin adresi, http://m.haberler.com/stephen-hawking-kendi-eseri-olan-tehlikeler-8079631-haberi/

bakan müjdeyi verdi!
artık belli bir gelirin altında geliri olan -halk arasında fakir, açlıktan nefesi kokar diye tabir edilen- ailelere ücretsiz internet erişimi için çalışmalar başlamış.
bunun sebebi de çocukları internet kafelerden uzak tutmak!

bakanın sözünde aslında dehşet verici bir gerçeklik var:
evet bir 80 milyon civarında bir ülkeyiz ve milyonlarca fakirimiz var ama ne edelim istikrar karın doyurmuyor diyesi var sanki.
bir de çocukları internet kafelerden uzak tutma gülmecesi.
e sen desene arkadaş: okullarda verilen ve öğrencilerin, halkın arasında \"bilgisayar dersi\" diye bilinen ders ancak ve ancak bizim eğitim sistemimizin bir yaması, bir makyajı. biz aslında kapıları kilitli sınıf kapılarının ardında, sıfır bilgisayarları çürütmek ve biraz da ihaleyle birilerini zengin etmek için okulları bilgisayarla donattık diye.
söyleyin hadi eğitimde eşit olmadığınızı da itiraf edin artık.

milyonlarca ailenin en büyük sıkıntısını çözen bakanımıza teşekkürü borç biliyoruz.
ama ileri demokrasi ve kalkınma karın doyurmakla olmuyor, evde internet olup olmadığına bakmakla oluyor!
tanım: (bkz: reklam kokan hareketler bunlar)
cebinde neredeyse kendisinden bile akıllı bir telefon taşıyan ahali elbette bu haberi \"yav adamlar hem yol yapıyor hem de interneti bedava veriyor\" diye alkışlayacaktır.

Dil, saussure'e göre, (gbkz:)bildirişimi sağlayan göstergeler dizgesidir.
Başka bir deyişle iki varlık arasında iletişimi, anlaşmayı sağlayan her şeydir.
Bilinçli olmak, soylediklerinden, yaptıklarından haberdar olma durumu olarak düşünülürse dil bilinci de dili, amacına ve kurallarına göre kullanmak şeklinde özetlenebilir.
Dil bilinci, iletişimin sadece sağlıklı kurulması değil aynı zamanda dil-kültür ilişkisinin sağlıklı temellere oturtulması ve dilin inceliklerinin, zenginliklerinin sonraki nesillere aktarılması için de gereklidir.
Ziya gökalp, (bkz: türkleşmek islamlaşmak muasırlaşmak) adlı eserinin türkleşmek kisminda 'millet' kavramını anlatırken bunu aynı zamanda 'dil' olgusuna paralel olarak ele almıştır. Yani milleti bir arada tutan üç bacaktan biri olarak görmüştür (dil-tarih-kültür).
Günümüzde 'dil-tarih-millet' kavramlarının içi boşaltıldığına ve buna devam edildiğine göre ziya gökalp'in 'türkleşmek'ten anladığı ve bize anlattığı unsurlardan ne kadar uzakta olduğumuzu söyleyebiliriz ne yazık ki!
Mesela milliyetçilik, günümüzde 'atatürk milliyetçiliği' olarak değil 'kafataşçılık' olarak algılanmakta ve 'milliyetçiyim' diyen herkes, okumayan, doğru dürüst konuşamayan, takım elbiseli, uçları uzun bıyıklı ve grup halinde gezen olarak tasvir edilmekte.
Oysa türkleşmek, diline, tarihine ve kültürüne sahip çıkmak ve bunları layıkıyla bilmekle olur.
Dil bilincine sahip olmak yabancı sözcükleri atmak demek de değildir. İki yüz milyonu aşkın insanın konuştuğu türkçeye saygı göstermektir.
Dikkat edilirse \"yaa türkçe, kendimi istediğim gibi ifade etmemde yetersiz\" türünden konuşanlar, türkçe bir cümlenin söz dizimi hakkında bir tek fikre sahip değillerdir.
Hiç kimsenin dil bilgini olması beklenemez elbette ama türkçe düşünen birinin en azından düşüncelerinin tutarlı olabilmesi , kendini yeterince ve doğru ifade edebilmesi için 'türk dili'nin ne olduğunu biliyor olması gerekir.
\"ben böyle konuştuğumda da herkes beni anlıyor ama\" diyen birine , dile getirdiği düşüncelerinin sığlığından ve sağlıksızlığından bahsetmek yerinde olur.
Dili, düşüncelerimize göre şekillendiriyorsak düşüncelerin somut göstergesi olan dil, bizim düşünce dünyamız hakkında birazcık bilgi verecektir.
Kısacası dil bilincini kazanmak, insanın en anlaşılabilir iletişim aracı olarak kullandığı dile olan saygısının bir sonucudur.
Tanim: \"ben\"i doğru ve anlaşılır ifade etmektir.

Yılbaşı gecesini katleder.
Türk aile yapısında yılbaşı eğlenceleri evde kola-cerez-tv üçgeninde, akşamın ilk saatleri ise genellikle tombala ile geçer. Bahsi geçen şahıs -nasıl bir hırsla yetiştirilmiş olmalı ki- güzel ve hoş vakit geçirmek için oyun oynayan ahaliye oyunu zehreder.
Bir de hali saha tipi vardır ki ömre bedel:
Günün sadece bir saatini işgal eden hali saha turnuvalarınin istenmeyen adamıdır. Dar ve kısa sortunu cekistirerek bacaklarını sergilemeyi marifet sayan bi tipitip, orta sahadan çektiği ve isabetsiz şutlarıyla küfürlerin en katmerlisine layık görülür. Kusursuz(!) Oyunculuğuyla sonuca odaklı ve galip gelme sevdasindadir. Bu sevda tutkuyla karışıktır.
(bkz:ya benimsin ya toprağın)
Biraz stres atmak ve hoş vakit geçirmek için gelenlere -gerek kendi takımı gerek rakip takımın oyuncuları için- bir saati zehreder.
Ve emin olun, sahada kendinden emin olduğu kadar, adını doğru bilip bilmediğinden emin değildir.
Başka cinsleri daha vardır ki onlar da hafta sonu bile derse girecek ders delisi tiplerdir.
Universitede dersi ekmek için bunlar dışında herkes anlaşırken bunlar oturdukları yere zamkla yapismislardir.
Tanim:pek de iyi bir çocukluk dönemi gecirmemistir.

Çeşitli sayfaların \" her beğeni ya da paylaşım bir şikayeti siliyor\" ya da \"emeğe saygı lütfen beğenelim\" ya da \"sayfamız kapanma aşamasında lütfen bir begeniyi çok görmeyin\" türü yalvarmalaridir.
Hele bunların dini duyguları sömüren cinsleri vardır ki ömre bedel.
Misal:
'amin' yazmak bir dakikanizi almaz.
Paylaşalım inşallah.
Paylasanin ömrüne bolluk bereket gelsin.

Seneler önceki sms tuzaklarini hatirlatiyor.
Bir yakınım on kişiye gönderdi de üç gün içinde işleri iyileşmeye başladı da, ev aldı da, arabasını degistirdi de...

Siyasi hayatinin dogrulugu, yanlışlığı tartışıladursun bazen verdiği cevaplarla gülmekten yaran kişiliğin, fıkra tadindaki sozleri:

S-demirel
G-gazeteci

*
G- sayın demirel, sizden kesin ve net bir cevap bekliyorum, türkiye ab'ye girecek mi girmeyecek mi?
(zeki ve laf ebedi olan demirel, gülümseyerek)
S- bak güzel kardeşim, bir şeyin bir şeye girebilmesi için diğer şeyin açılması gerek, cevabını verir.
Cevabı duymayan ve gülmekten sandalyesi üzerinde oturabilen bir gazeteci kalmamıştır ortalıkta.

Eserin türk dil, kültür ve tarihi için önemi şüphe götürmez bir gerçektir.
Büyük dilbilimci kasgarli mahmut\'un, türklerin islamiyeti kabulunden sonra, türkçenin gözden düştüğünün farkına varması ve aslında türkçenin arapçayla atbaşı gittiğini ifade etmek istemesi üzerine yazdığını eserin ön sözünden anlıyoruz.
Aynı zamanda oturduğu yerden değil dönemin türk coğrafyasinı gezerek eserini yazdığını, sözlü kültürün birçok örneğini (sav, sagu, koşuk) kaleme aldigini, ayrıca çocuk oyunlarına kadar günlük hayattan örnek verdiğini biliyoruz.
Eserin, yazıldığı dönemden yaklaşık bin yıl sonra bulunduğunu duymamin üzerinden on yıl geçmiştir, halen de sasiririm, bir eser hem de böylesine önemli bir eser nasıl bin yıl gün yüzüne çıkmaz diye!
Daha ilginci ise bugün okuduğum ve beni mısır piramitlerinin lanetiyle can verdikleri söylenen bilim adamlarının acıklı sonlarını hatırlatan bir yazıydı.
Yazının içeriği genel olarak, bundan yaklaşık bin yıl önce yazılmış bir eser üzerinde yakın tarihte inceleme ve tercume yapmak isteyen türk dünyası bilim adamlarının büyük kısmının yardımcılarıyla birlikte öldürülmesidir.
Doğru mudur bilinmez fakat rusya ve çin in orta asya üzerindeki baskısı ve sovyet rusya nin çirkin yüzü yazılanlarda doğruluk payını arttırıyor kanımca.
İlgili link:
http://www.yenidenergenekon.com/322-divan-i-lugatit-turk-icin-oldurulen-bilim-adamlari/
Edit:imla

Araba sürerken kavşağa gelirsin dönecek biri karşıdan geliyordur selektor yapar ya da korna çalar.
Kalabalık bir yerde yürürken birkaçı arkadan gelip 'kusura bakma' der omzuna hafif dokunur basar gider
Sınav başlamadan önce ogretmen 'hemen notları defterleri vs kaldırın çabuk çabuk' diyerek elini ayağına dolaştırır
Roman çözümlemesi yaparken öğrencinin biri 'hocam sadede gel sonunda ne olmuş' der bütün hevesin kursağında kalır
Çay iceceksindir , çay bardagini bir an önce alman istenir yüreğin ağzına gelir
Yemek yerken biri senden su ister, sanki -bilinmez olmasıyla birlikte- son yudumunu icecektir
Biraz rahat yaşamak gerek, hayatı hızlı yasamamali ki
Güzellikleri fark etmeli hazmetmeli insan.
Tanim: günün 44 saat bile olması durumunda zamanin hic kimseye yetmemesidir.

Gençlik döneminde yeni yılın mutluluk ve huzur getirmesi temenni edilir yeni yıl gecesi kayıtsız gülünür ve eglenilirdi.
Şimdilerde ise evlendik çoluk çocuğa karıştıktan masraflar misliyle arttıktan borç batağına girdikten sonra el ayak titreyerek uyanmaya başladık yeni yılın ilk gününe.

Tanım: insanı yaşlanmaktan korkutur, aralık ayından bıktırır.

ilgili link:
[https://www.google.com.tr/search?q=yeni+yil+zamlari+2016&oq=yeni+yil+zamlari+2016&aqs=chrome..69i57.8072j0j4&client=ms-android-htc-rev&sourceid=chrome-mobile&ie=UTF-8] tık tık]

deli sorular barındıran haberdir:
Rte 'nin gezecegi sehirde kuş ucurtmayan koruma ordusu, boğazın korkuluklarinda, hele de rte gececekken nasıl olur da siirtli intihar edecek vatandaşın varlığından haber almaz?
Konvoyun boğaz köprüsü trafiğini meşgul etmesi 'benim memleketim , benim boğazım' anlayışının ürünü mü?
Siirtli vatandaş rte'nin gececeginden habersiz miydi?
E madem intihar edeceksin be adam ne diye seni cagiranin yanına kuzu kuzu gidiyorsun?

ameliyatı yapan doktorun , tip literatüründe böyle bir duruma rasgelinmedigini belirtmesiyle daha da ilgi çekici halen gelen durumdur.
sorulmak istenen ise: pillerin hepsi oral yolla mi alindi?

Başlıkta söylemeye çalıştığım, devlet dairelerinin, senenin belli dönemlerinde hazirladiklari bıdı bıdı seminerlerine genellikle yaşlı çalışanlarının gitmesi.
Durum şöyle ki
x kurumunda 3 aylık bir uyumlanma semineri uygulanacak. Bu seminere calisanlardan katılmak isteyen başvurabilir ancak idareciye nazi geçen eski çalışanlar, maaslarina 700-1000 tl eklenecegini öğrenince ne olursa olsun gençleri göndermeme kararını alırlar.
Sebepleri klisenin de otesidir:
1- universitede çocuğum var vallahi yettiremiyorum
2- evin tadilata ihtiyacı var, söz bundan sonrakine siz gidersiniz
3- arabanın taksitleri bitmek üzere ben gideyim ne dersin
4- oğlumun nişanı, kızımın ceyizi.... hanımın/beyin diş implanti , vallahi ekmek cigneyemiyor!

Genç nesil bunların yarısını otururken gördüğü için mesai içinde o da böyle öğrenecek raconu. Sonra da efendim bak o kadar seminer yapıyoruz su kadar kaliteli eğitim veriyoruz , memurlarımiz su kadar donanımlı....
(bkz: yav bi git)
Daha burnunun ucunu görmeyen, önündeki enter tuşunu on dakika arayan memurun var , ne gelişmişliği!
(Bkz: kağıt üzerinde mükemmel ülke: türkiye)

Ortaokulda da lisede de -sadece benim okullarimda değil diğer çeşitli okullarda da- karşılaştığım durumdur.
Adam sanki müdür yardımcısı olmak için tarih okumuştur ya da -tersi durumla- tarihçi olan nerdeyse herkes müdür yardımcısı olmalıdır.

Bir de ortaokullarda fen bilgisinin tahtı sallanmazdi müdür yardımcılığında.

Zorunlu edit: tanım seysinde bahsi geçen dönem, akp öncesi döneme aittir.
Gunceli değerlendirirsek branşı ne olursa olsun imam-hatip mezunu olması yeterli bir idareci adayinin!

İnşallah düşersin!
Ders anlatırken oturduğu sırayı bütün ikazlara rağmen geriye doğru eğip dikkatimi dağıtan öğrenci için şakayla karışık söylediğim sözdür.
Bunu duyduğunda ve öğrencilerin hafiften kikirdemelerine yüzündeki kizariklikla eşlik ederek sırasını düzelten öğrenci derse katılmaya başlar.

Hemen her üniversitede karşılaşılabilecek tiplerdir:
İlk gun yurtta kaliyorsaniz ağlayan sızlayan öğrenciler
Yine ağlayıp sizlayip para isteyen ama nefesi bile dolar kokan tipler
Üst sınıfların yaptıkları 'ben bilmem ne hocasiyim' geyikleri
İlk vizeden son finale kadar ecel terleri dökmek
Hoca osursa bile onu not eden enteresan inekler
İlk günden son güne kadar tek başına takılan adını bile bilmediğimiz gizemli şahıslar
Bu kitabi almazsaniz dersten geçemezsiniz, diye tehditvari konuşan öğretim üyeleri
Vize-final gecelerinin batak-yuzbir turnuvalarina dönüşmesini vize -final sorularını görünce anlayan ama dört yılda üniversiteyi bitirenler.
.
.
.