Döşetti Hicaza demir yolları
Kuruldu Hamidiye Alayları
Hududlara koştu onbinlerce Can
Serdar-ı Hakan Abdulhamid Han
Cennet Mekan Sultan Abdulhamid Han
Haliçte yeni bir Tersane kurdu
Denizaltıları deryaya vurdu
Darul aceze ve kuraba kurdu
Serdar-ı Hakan Abdulhamid Han
Cennet Mekan Sultan Abdulhamid Han
Ezmedi ezdirmedi hiçbir kimseyi
Vermedi verdirmedi bir karış yeri
Halkının hizmetinde Hakk'ın bir eri
Serdar-ı Hakan Abdulhamid Han
Cennet Mekan Sultan Abdulhamid Han
İsterdi milleti hep yüce olsun
Osmanlı'nın Şanı dünyaya dolsun
Huzurunda cihan selama dursun
Serdar-ı Hakan Abdulhamid Han
Cennet Mekan Sultan Abdulhamid Han
adnan oktar ve kediciklerinin ağzından çıkınca pek bi absürt duran söz.
(bkz: islami tabirleri basite indirgeme çabaları)
her söz her yerde söylenmez, dediğim durum
yerine göre kullanan kişilere gelince,- mesela ben- bir işi yapacağım dediğimde inşallah diyorum, çünkü o işi yapıp yapamayacağımı ben bilmiyorum, allah biliyor. o izin verirse ben yapabilirim demiş oluyorum. o izin vermezse tek bir nefes dahi alamam. maşallah kelimesini de, hoşuma giden bir şey gördüğüm zaman söylüyorum. Bu şey ne kadar güzel, ama bunu yaratan ondan daha güzel, demiş oluyorum.
başlık sahibinin sorusu cevap bulmuştur umarım, dediğim durum.
(bkz: islami tabirleri basite indirgeme çabaları)
her söz her yerde söylenmez, dediğim durum
yerine göre kullanan kişilere gelince,- mesela ben- bir işi yapacağım dediğimde inşallah diyorum, çünkü o işi yapıp yapamayacağımı ben bilmiyorum, allah biliyor. o izin verirse ben yapabilirim demiş oluyorum. o izin vermezse tek bir nefes dahi alamam. maşallah kelimesini de, hoşuma giden bir şey gördüğüm zaman söylüyorum. Bu şey ne kadar güzel, ama bunu yaratan ondan daha güzel, demiş oluyorum.
başlık sahibinin sorusu cevap bulmuştur umarım, dediğim durum.
iki ucu da input ise aux olan radyo-hoparlörleri pc ya da telefona bağlamaya olanak tanır. %25 sesi bile kulağı titretir.
3.35 g'de kaldı benimki.
umarsızlıktır, görüntü kirliliğidir. önce eline, sonra cebine siliyorsun bunu da biz mi diyelim.
Beşiktaş için sezonu belirleyen maçtır.Süleyman seba sezonunun şampiyonu beşiktaş olamayabilir atık.
buyrun izleyin;
https://www.facebook.com/626520284140382/videos/704577803001296/
buyrun izleyin;
https://www.facebook.com/626520284140382/videos/704577803001296/
(bkz: kanki)
Genel yargılardan özel bir olayın ya da nesnenin bilgisinin çıkartılmasıdır.
"odtu'yu 4 ortalamayla bitiren adam gordum" e ornek gosterebilecegim 58inci hukumet in ekonomiden sorumlu devlet bakani
(bkz: bebecan )
(bkz: bebecan )
bir noktadan sonra her şeyin bağlandığı ve her şeyi unutup, kısıtlı bir kelime dağarcığında düğümlenen sözcüklerdir. üretkenlik gerektiren bir alanda oldukça sıkıcıdır. benim en kızdığım mesela, "hayat" sözcüğünü barındıranlar. abi şu hayatla alıp veremediğiniz nedir? neden bu kadar hayat vaadediyorsunuz? sanki nefes işlevi görüyor reklamlar ya da bir bardak su. insanları sıkarak hiç kimse müşteri kazanamaz. insanlar, eğlendiklerine ve mutlu hissettirenlere yönelirler. "hayat şudur, hayat keşke olsa, hayat damdan düşse, hayatta hayat yok hayat gibi vs." bu iş böyle çok zor. net.
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü.
cumhuriyet.com.tr Genel Yayın Yönetmeni Oğuz Güven'in tutuklanmasına ilişkin "Attığı bir trafik kazası haberi manşeti nedeniyle gazetecilerin tutuklandığı bir Türkiye. Abdülhamit döneminin istibdat uygulamalarının daha ötesine geçen uygulamalarla Türkiye karşı karşıya. Gazeteciler manşet atmaktan haber yazmaktan korkar hale gelmiştir" dedi.
cumhuriyet.com.tr Genel Yayın Yönetmeni Oğuz Güven'in tutuklanmasına ilişkin "Attığı bir trafik kazası haberi manşeti nedeniyle gazetecilerin tutuklandığı bir Türkiye. Abdülhamit döneminin istibdat uygulamalarının daha ötesine geçen uygulamalarla Türkiye karşı karşıya. Gazeteciler manşet atmaktan haber yazmaktan korkar hale gelmiştir" dedi.
Hikaye 1936 yılında Denizli'nin Acıpayam ilçesinde görevli öğretmenlerin pikniğe gitmeleriyle başlıyor.
Öğretmenler piknik yaparken keçilerini otlatan küçük bir çoban çocukla karşılaşır. Çobanı yanlarına davet edip çay ikram ederler ve ismini sorarlar.
Küçük çoban ürkek bir sesle cevap verir: Hüseyin...
Hüseyin'e öğretmenler yanlarındaki gazeteyi verip okumasını isterler. O tarihlerde okuma yazma bilenlerin sayısı o kadar azdır ki... Okuma öğrenenlerin diplomaları bizzat valiler tarafından imzalanır...
Hüseyin okuma bilmediği için gazeteyi eline almayı kabul etmez...
Öğretmenler bu kez yaşını ve neden okula gitmediğini sorar...
12 diye cevap verir ve ekler: 3 yaşımda annemi kaybettim, 11'imde de babamı...
Hüseyin ile süre sohbet eden öğretmenler, çocuğun aslında çok zeki olduğunun farkına varırlar. Mutlaka okuması gerektiğini tembih ederler...
Hüseyin, karşılaştığı öğretmenlerin verdiği destek ve heyecanla Denizli'de parasız yatılı okumaya başlar.
Bir süre sonra katıldığı bir matematik yarışmasında Hüseyin'e bir kitap hediye edilir. Hüseyin kitabı bir gecede bitirir.
Ertesi gün Fen Bilgisi öğretmenine gider, "Bu kitapta eksiklik var” der...
Öğretmen şaşırır. Çünkü Hüseyin'in bahsettiği eksiklik, Görecelilik Teorisi hakkındadır. Söz konusu teorinin önemli bir parçasının kitapta olmadığını fark etmiştir Hüseyin.
Fen öğretmeni konuyu İTÜ'nde kendi hocası olan rahmetli fizik profesörü Nusret Kürkçüoğlu'na mektup yazarak iletir. Nusret hocadan şu yanıt gelir: “Hüseyin liseyi bitirince İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği'ne gelsin”
Ve Hüseyin mezun olunca İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği'ne gider. Denizlili öksüz ve yetim çoban Hüseyin, orada da birtakım çalışmalar yapar ve çalışmalarını hocaları anlayamaz. Hocalarından biri, "Bu çalışmalarını bilse bilse Amerika Boston'daki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nde (MIT) görevli Prof. Dr. Morse bilir' deyip mektupla ona gönderir.
Prof. Morse'dan da şöyle bir cevap gelir: “Hüseyin'in bu yaptığını 5 sene önce bir grup buldu, ama bunu Hüseyin'in tek başına bulması olağanüstü bir şey. Biz Hüseyin'in tüm masraflarını karşılayacağız, Amerika'ya gelsin”
Yıl 1952... Hüseyin yüksek elektrik mühendisi olmuştur. Anne baba yok. Köyünün insanları son derece fakir. Bir gazete kampanya yapar ve toplanan parayla Hüseyin Amerika'ya giden bir gemiye bindirilir.
Hüseyin, MIT'te Prof Morse'un karşısına geçer. Morse, Hüseyin'in tez hocası olacak ama Hüseyin'in İngilizcesi de iyi değil. Anlayamıyor pek Morse'un dediklerini. Hocasına “Write on the blackboard” der. Prof. Morse da Hüseyin'in tez konusu olacak konuyu tahtaya yazar ve Hüseyin de bunu defterine geçirip üniversiteden ayrılır.
MIT'te genelde tez konuları 5 senede, 9 senede bitirilebiliyor olmasına rağmen Hüseyin çalışmasını 3 ay sonra bitirip hocasının karşısına çıkar. Morse birkaç gün sonra tezi inceleyip Hüseyin'i çağırır. “Senin tezin bitti. Ancak burası MIT. Biz burada böyle hemen doktora diploması veremeyiz. Sen git istediğin dersleri al, 2 sene sonra gel” der.
Hüseyin 2 sene sonra doktorasını alıp bu kez Princeton Üniversitesi'ne gider. Orada ünlü fizikçi Albert Einstein ile birlikte çalışır.
Birkaç yıl sonra Boston'a geri dönüp icatları destekleyen bir firmada çalışmaya başlar. Burada bilgisayarlar ile konuşmanın onlara talimat vermeye yönelik projeler yürütür. Sesle kumanda edilen bilgisayarı ilk defa 1960'ların başında Hüseyin Yılmaz yapar.
1958 yılında, çalışmalarını yakından takip ettiği Albert Einstein'in kendisi kadar ünlü fonksiyon teorisinde eksikler tespit eder ve bunu bir mektupla kendisine bildirir. Ancak mektup ulaşmadan Einstein ölür.
Yılmaz, bu hatayı ünlü bir bilim dergisinde yayımlayınca akademik dünyada adeta kıyamet kopar. Bilim dünyası ikiye bölür ve Einstein'in kuramına karşı Yılmaz kütle çekim kuramı da literatüre girer. 27 Ocak 2013'te ise ABD'de vefat eder.
Bugün dünyada çok popüler olarak kullanınan Siri, Google Now, Cortana gibi bütün programlardaki sesli komut sistemin mucidi Prof Dr Hüseyin Yılmaz'dır.
Bir öğretmen bütün dünyayı değiştirebilir...
Öğretmenler piknik yaparken keçilerini otlatan küçük bir çoban çocukla karşılaşır. Çobanı yanlarına davet edip çay ikram ederler ve ismini sorarlar.
Küçük çoban ürkek bir sesle cevap verir: Hüseyin...
Hüseyin'e öğretmenler yanlarındaki gazeteyi verip okumasını isterler. O tarihlerde okuma yazma bilenlerin sayısı o kadar azdır ki... Okuma öğrenenlerin diplomaları bizzat valiler tarafından imzalanır...
Hüseyin okuma bilmediği için gazeteyi eline almayı kabul etmez...
Öğretmenler bu kez yaşını ve neden okula gitmediğini sorar...
12 diye cevap verir ve ekler: 3 yaşımda annemi kaybettim, 11'imde de babamı...
Hüseyin ile süre sohbet eden öğretmenler, çocuğun aslında çok zeki olduğunun farkına varırlar. Mutlaka okuması gerektiğini tembih ederler...
Hüseyin, karşılaştığı öğretmenlerin verdiği destek ve heyecanla Denizli'de parasız yatılı okumaya başlar.
Bir süre sonra katıldığı bir matematik yarışmasında Hüseyin'e bir kitap hediye edilir. Hüseyin kitabı bir gecede bitirir.
Ertesi gün Fen Bilgisi öğretmenine gider, "Bu kitapta eksiklik var” der...
Öğretmen şaşırır. Çünkü Hüseyin'in bahsettiği eksiklik, Görecelilik Teorisi hakkındadır. Söz konusu teorinin önemli bir parçasının kitapta olmadığını fark etmiştir Hüseyin.
Fen öğretmeni konuyu İTÜ'nde kendi hocası olan rahmetli fizik profesörü Nusret Kürkçüoğlu'na mektup yazarak iletir. Nusret hocadan şu yanıt gelir: “Hüseyin liseyi bitirince İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği'ne gelsin”
Ve Hüseyin mezun olunca İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği'ne gider. Denizlili öksüz ve yetim çoban Hüseyin, orada da birtakım çalışmalar yapar ve çalışmalarını hocaları anlayamaz. Hocalarından biri, "Bu çalışmalarını bilse bilse Amerika Boston'daki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nde (MIT) görevli Prof. Dr. Morse bilir' deyip mektupla ona gönderir.
Prof. Morse'dan da şöyle bir cevap gelir: “Hüseyin'in bu yaptığını 5 sene önce bir grup buldu, ama bunu Hüseyin'in tek başına bulması olağanüstü bir şey. Biz Hüseyin'in tüm masraflarını karşılayacağız, Amerika'ya gelsin”
Yıl 1952... Hüseyin yüksek elektrik mühendisi olmuştur. Anne baba yok. Köyünün insanları son derece fakir. Bir gazete kampanya yapar ve toplanan parayla Hüseyin Amerika'ya giden bir gemiye bindirilir.
Hüseyin, MIT'te Prof Morse'un karşısına geçer. Morse, Hüseyin'in tez hocası olacak ama Hüseyin'in İngilizcesi de iyi değil. Anlayamıyor pek Morse'un dediklerini. Hocasına “Write on the blackboard” der. Prof. Morse da Hüseyin'in tez konusu olacak konuyu tahtaya yazar ve Hüseyin de bunu defterine geçirip üniversiteden ayrılır.
MIT'te genelde tez konuları 5 senede, 9 senede bitirilebiliyor olmasına rağmen Hüseyin çalışmasını 3 ay sonra bitirip hocasının karşısına çıkar. Morse birkaç gün sonra tezi inceleyip Hüseyin'i çağırır. “Senin tezin bitti. Ancak burası MIT. Biz burada böyle hemen doktora diploması veremeyiz. Sen git istediğin dersleri al, 2 sene sonra gel” der.
Hüseyin 2 sene sonra doktorasını alıp bu kez Princeton Üniversitesi'ne gider. Orada ünlü fizikçi Albert Einstein ile birlikte çalışır.
Birkaç yıl sonra Boston'a geri dönüp icatları destekleyen bir firmada çalışmaya başlar. Burada bilgisayarlar ile konuşmanın onlara talimat vermeye yönelik projeler yürütür. Sesle kumanda edilen bilgisayarı ilk defa 1960'ların başında Hüseyin Yılmaz yapar.
1958 yılında, çalışmalarını yakından takip ettiği Albert Einstein'in kendisi kadar ünlü fonksiyon teorisinde eksikler tespit eder ve bunu bir mektupla kendisine bildirir. Ancak mektup ulaşmadan Einstein ölür.
Yılmaz, bu hatayı ünlü bir bilim dergisinde yayımlayınca akademik dünyada adeta kıyamet kopar. Bilim dünyası ikiye bölür ve Einstein'in kuramına karşı Yılmaz kütle çekim kuramı da literatüre girer. 27 Ocak 2013'te ise ABD'de vefat eder.
Bugün dünyada çok popüler olarak kullanınan Siri, Google Now, Cortana gibi bütün programlardaki sesli komut sistemin mucidi Prof Dr Hüseyin Yılmaz'dır.
Bir öğretmen bütün dünyayı değiştirebilir...
Mühendis tanımında insanların her türlü ihtiyacını karşılamaya dayalı yol, köprü, bina gibi bayındırlık; tarım, beslenme gibi gıda; fizik, kimya, biyoloji, elektrik, elektronik gibi fen; uçak, otomobil, motor, iş makineleri gibi teknik ve sosyal alanlarda uzmanlaşmış, belli bir eğitim görmüş kimsedir diye geçiyor. Adamların müfredatında Türkçe diye bir ders yok, dışlamayalım.
(bkz: beşin)
ekspertiz bir arkadaşımın sık sık bazı devlet dairelerine işi düşmektedir. daha doğrusu işinin bir kısmını orda halletmektedir. ne var ki bu devlet dairelerinde gördüğü muamelelerden birinde bu durumu bimere şikayet eder. bimer bu konuda ne mi yapar. şikayet eden kişinin tc kimlik numarasına kadar şikayet edilmiş olan memura bildirir. haksızı haklı duruma düşürmekte üstüne yoktur.
atanmayı beklediğim zamanlarda da ara ara bizim bölüme de kadro açın konulu mesajlarıma biz her sene bilmem kaç bin öğretmen alıyoruz zaten diyerek dönmüşler derdime derman olmadıkları gibi kendi reklamlarını yapmışlardır.
atanmayı beklediğim zamanlarda da ara ara bizim bölüme de kadro açın konulu mesajlarıma biz her sene bilmem kaç bin öğretmen alıyoruz zaten diyerek dönmüşler derdime derman olmadıkları gibi kendi reklamlarını yapmışlardır.
Bir vekil 13 ayda 2 trilyonluk telefon ve posta harcamasını nasıl becerir? Sadece pul yalatmak için bile adam tutması gerek. Gerçi biliriz, fırsatı ele geçirdi mi affetmemek bunların adetidir. Bu vekil, mecliste divan üyesi olduğu için iletişim harcamalarında diğer vekillerin tabi olduğu sınırlama yokmuş... Sınırlama yoksa... hakkı vardır değil mi? Doğal olarak... Bu yüzden harcamış. Görünmeyen 7. ok fırsatçılık ve talan mı... Devlet mülkünü hibeyle parti malı yapan, sonra tekrar devlete satan partiden bahsediyoruz. Hint müslümanlarının yardım parasıyla kurulan bankayı halen tepe tepe kullanan parti... 2 trilyon pul parasının lafı mı olur?
bir süre sonra alışmak zorunda kaldığımız. her gülüşün bir ağlaması, her derdin bir ferahlama anı varmış. her şey sana en iyi bildiklerini bile unutturmaya çalışırken, tek ayak üstünde yakalanıyoruz resmen. bir zaman sonra, bir şeylere tutunmak o da zor. tek düze olmaktan daha iyidir belki.
bekleme koltukları analiz edilerek alınacak hizmetin kalitesi ölçülebilen salonlardır. rahat, ortopedik ve hatta deri ise muhtemelen biraz bekleyeceksiniz ve fena para söğüşleneceksiniz. zaten siz sıkılıp kalkıp gitmeyin diye o koltuklar o kadar kaliteli.
ama salonda itici görünen, kıç acıtan cinsten koltuklar bulunuyorsa merak etme, çok beklemeyeceksin. o salonda kimse uzun süre beklemedi..
ama salonda itici görünen, kıç acıtan cinsten koltuklar bulunuyorsa merak etme, çok beklemeyeceksin. o salonda kimse uzun süre beklemedi..
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?