"Siz geniş zamanlar umuyordunuz Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek. Yılların telâşlarda bu kadar çabuk Geçeceği aklınıza gelmezdi."
1916 istanbul doğumlu büyük şair. ilk şiiri henüz lise döneminde "varlık" dergisinde yayımlanmış. şiirlerinde insanı ve evreni, sembolik bir gerçeklikle işleyen b. necatigil'in kendine has bir şiir dili vardır. (rahat, gösterişe kaçmayan, sembollere dayanan, şiir geleneklerimizden yararlanan...)
Şiirlerinin yanı sıra radyo oyunu türünde eserleri de vardır. (yıldızlara bakmak, üç turunçlar, pencere...) Sevgilerde, Kapalı çarşı, çevre, evler, eski toprak, iki başına yürümek; şiir türündeki başlıca eserleridir.(bkz: yıldızlar)
Yürümek yol yordam öğretir Kuşun özgürlüğü uçtukça büyür Atın ceylânın koştukça Yolculuğa çıktıkça sular Iğdeler yaprak çiçek açtıkça Düşünüp yaptıkça insanlar Ay batıp gün doğana dek Dört mevsim on iki ay Bilesin hep seni düşündüğümü
t: son derece duygusal ve etkileyici bir şiir. oğuz tansel
Bir cümleyi kaçıncı kattan atmak gerekir parçalanması için basit değil konuşulmayanların dili güneşin yetmediği yaprakların ülkesindeyiz aslında bunu bilmiyorsun elimizde kelebek tohumları artık kurtulamayız metaforlardan
Ruhsuz olan bir beden çürüyüp ceset olur, Türklük bedenimiz, İslamiyet ruhumuzdur. Beden dediğin varlık ruh ile hayat bulur, Türklük bedenimiz, İslamiyet ruhumuzdur. Ruhsuz bedenin olmadığını insan bilir, İnsanın özüne cihanda ruhla can gelir. Bu dünyada insandan ruh çıkar ise ölür, Türklük bedenimiz, İslamiyet ruhumuzdur. Türk İslam Ülküsü gönlümüzde olan tapu, Türklük bizim bedenimize açılan kapı. İslamiyet ruhumuzu oluşturan yapı, Türklük bedenimiz, İslamiyet ruhumuzdur. Hak rızasından başka bir dava güdemeyiz, İslam'dan ayrılıp başka yere gidemeyiz. Bizler kendi soyumuzu inkar edemeyiz, Türklük bedenimiz, İslamiyet ruhumuzdur. Yusuf Hakka iman vardır vücuttaki kanda, Türk'le İslam bütünleşir Satuk Buğra Han'da. Türk Milleti için beden de önemli can da, Türklük bedenimiz, İslamiyet ruhumuzdur. Yusuf tuna
bir bedri rahmi eyüboğlu şiiridir. çok naif ve ince duygulara dokunan bir şiir. birkaç dizesini de ekleyelim:
"İzmir'de bir ağaç gördüm Adı karabiberdi Ya karabiber türküsü Allahım Necati Cumalı söylerdi Soba borusu gibi bir sesi vardı Karabiberim, derdi karabiberim Candarmalar geliyor kalk gidelim
İzmir'de bir ağaç gördüm Adı karabiberdi Benim, avuç içi kadar saksılarda Asma kütükleri, yeşerten anam Bu ağacı görse sevincinden ağlardı"
başlığın orjinali, ''Selçuk Küpçük'ün Tebessüm Provaları adlı albümünden Sezai Karakoç'un ''Mona Rosa'' ve Yavuz Bülent Bakiler'in ''Gözlerin İstanbul Oluyor Birden'' şiirlerinden oluşan dinleti'' olması gerekirken anca bu kadarı sığdı başlığa. idare artık (alıntı yaptım çaktırmayın☺) dinlemeden önce uyarayım, içinizi acıtabilir
1990 yılında \"Bu Gece Kalıyorum\" adında şiir kaseti çıkardı. 1993 yılına kadar yazdığı şiirleri, Vurgun adlı ilk kitabında yayınladı. 2000 yılında \"Sende Kalmış\", 2002 yılında \"Kıyamete Kırk Kala\" ve 2008 yılında da \"Ya Evde Yoksan\" şiir kitapları yayımlandı.
nacizane, sözcük karışımları ile elde edilen \"duygu parıltısı\" ya da \"beklenmedik haz\"dır. bunun yanında, yaşam esnasında en fazla 8-10 duygu ile önümüze geleni tanımlarız ve buna göre hissederiz genel olarak ama şiir, bir sürü adı duyulmamış, o his anında yanıp sönen duygunun yaşam yeridir. belki gündelik yaşamda da bunlarla karşılaşırız ama çoğu zaman silinir gider. o nedenle diğer alışılagelmiş duygular kalır, yani çoğunun hissettiği.
şiir bu adı bile olmayan, yetim, ince ve sahipsiz duyguların durağıdır bir yerde. O iki sözcük, başka bir yerde karşınıza çıksa, öyle iz bırakmaz, başka bir şeydir, olandır, olduğu yerdedir ama şiirde ise, kim bilir hangi hayatın, hangi saniyesinden fırlayıp o dizede yer edinmiştir. bu bahsettiğim, şiiri duyguya boğmak değil tam tersi, bir duygu parıltısına sadece hissedebilmek/hissettirebilmek için özgürlük vermek gerekir.
Ben senden önce ölmek isterim. Gidenin arkasından gelen gideni bulacak mı zannediyorsun? Ben zannetmiyorum bunu. İyisi mi, beni yaktırırsın, odanda ocağın üstüne korsun içinde bir kavanozun. Kavanoz camdan olsun, şeffaf, beyaz camdan olsun ki içinde beni görebilesin... Fedakârlığımı anlıyorsun : vazgeçtim toprak olmaktan, vazgeçtim çiçek olmaktan senin yanında kalabilmek için. Ve toz oluyorum yaşıyorum yanında senin. Sonra, sen de ölünce kavanozuma gelirsin. Ve orda beraber yaşarız külümün içinde külün, ta ki bir savruk gelin yahut vefasız bir torun bizi ordan atana kadar... Ama biz o zamana kadar o kadar karışacağız ki birbirimize, atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz yan yana düşecek. Toprağa beraber dalacağız. Ve bir gün yabani bir çiçek bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse sapında muhakkak iki çiçek açacak : biri sen biri de ben. Ben daha ölümü düşünmüyorum. Ben daha bir çocuk doğuracağım. Hayat taşıyor içimden. Kaynıyor kanım. Yaşayacağım, ama çok, pek çok, ama sen de beraber. Ama ölüm de korkutmuyor beni. Yalnız pek sevimsiz buluyorum bizim cenaze şeklini. Ben ölünceye kadar da bu düzelir herhalde. Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde? İçimden bir şey : belki diyor.