''Osmanlı toplumunda kütüphanenin önemli bir yeri vardı. Osmanlılar, cami hastane ve tekkelerde kütüphaneler kurar ve kendi konutlarında özel kütüphaneler bulundururlardı.''
Halil İnalcık
(Osmanlı İmparatorluğu - Klasik Çağ )
Bir Allah dostu çocuklara bayram harçlığı verirken şöyle dua buyururmuş:
Cebinde çok olsun
Gönlünde yok olsun
Ramazan bayramımız mübarek olsun
Hayırlı Bayramlar
Cebinde çok olsun
Gönlünde yok olsun
Ramazan bayramımız mübarek olsun
Hayırlı Bayramlar
izmirin türk mührü. hasan tahsin kadar bilinmeyen kahraman.
Apoletlerini sökmek isteyen
işgal askerlerine
"Sen mi verdin ki sökeceksin" diyen Albay.
Apoletlerini sökmek isteyen
işgal askerlerine
"Sen mi verdin ki sökeceksin" diyen Albay.
Eskiden İskenderiye'de demirleyen yabancı gemiler, kaçak eşya için değil, acaba kitap mı kaçırıyorlar diye aranırdı.
1488'de Edirne Sultan Bâyezid Dârüşşifâsı'nda akıl hastaları tedavi edilirdi. Dârüşşifâ, günümüzde müze olarak hizmet vermektedir.
(bkz: Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi)
(bkz: Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi)
1875 yılında Forepaugh sirki tarafından Amerika Birleşik Devletlerine getirilmiş bir gösteri filidir. Topsy, binlerce insanı Amerika'nın neredeyse her yerinde yaptığı mükemmel şovlar ile eğlendirmiş, sirke ciddi bir anlamda para kazandırmıştır…
Fakat bakıcıları ile arası pek iyi olmayan Topsy üç tonluk bünyesi ile 1900 yılından sonra 3 yıl tam 3 bakıcının hayatına mal oldu. Sirk hayvanı olmasına rağmen iyi şekilde bakılmayan Topsy'nin son kurbanı ise yanan sigarayı ona yedirmeye çalışan sarhoş bakıcısı oldu. Bakıldığı zaman hayvana yapılan eziyet ve zulme karşı filin tepkisi çok normal. Sonuçta bu hayvan isteyerek ve ya durduk yere bir insanı öldürmedi.
Forepaugh sirki Topsy'i Coney Adası'nda bulunan bir hayvanat bahçesine sevk etti ve fil mahkemeye verildi. Mahkemeye verilen file ölüm cezası verildi.
Edison bu fırsatı kaçırmaz, filin elektrik verilerek öldürülmesini teklif eder. Zavallı fil, 4 Ocak 1903 tarihinde, thomas Edison'un gözetiminde alternatif akımın tehlikelerini halka göstermek adına vücuduna bir AC kaynağından 6000 volt elektrik verilerek 1500 kişi önünde öldürülür. Edison, filin infazını baştan sona filme alır, ve sonrasında da sürdürdüğü AC anti-propoganda kampanyasında kullanmaya devam eder.
Fakat bakıcıları ile arası pek iyi olmayan Topsy üç tonluk bünyesi ile 1900 yılından sonra 3 yıl tam 3 bakıcının hayatına mal oldu. Sirk hayvanı olmasına rağmen iyi şekilde bakılmayan Topsy'nin son kurbanı ise yanan sigarayı ona yedirmeye çalışan sarhoş bakıcısı oldu. Bakıldığı zaman hayvana yapılan eziyet ve zulme karşı filin tepkisi çok normal. Sonuçta bu hayvan isteyerek ve ya durduk yere bir insanı öldürmedi.
Forepaugh sirki Topsy'i Coney Adası'nda bulunan bir hayvanat bahçesine sevk etti ve fil mahkemeye verildi. Mahkemeye verilen file ölüm cezası verildi.
Edison bu fırsatı kaçırmaz, filin elektrik verilerek öldürülmesini teklif eder. Zavallı fil, 4 Ocak 1903 tarihinde, thomas Edison'un gözetiminde alternatif akımın tehlikelerini halka göstermek adına vücuduna bir AC kaynağından 6000 volt elektrik verilerek 1500 kişi önünde öldürülür. Edison, filin infazını baştan sona filme alır, ve sonrasında da sürdürdüğü AC anti-propoganda kampanyasında kullanmaya devam eder.
Osmanlı'da çevre ve sokak temizliğine önem verildiği, Kanuni Sultan Süleyman'ın 1539'da çevre temizliğiyle ilgili kanunnamesinin, bu konuda dünyanın ilk nizamnamelerinden biri olduğu, biliyor musunuz ?
İnsanı insan yapan bedeni değil ruhudur,
Ruhu ruh yapan aklı değil kalbidir, Kalbi de kalp yapan hisleri değil niyetidir...
Ruhu ruh yapan aklı değil kalbidir, Kalbi de kalp yapan hisleri değil niyetidir...
"Günlük politikaya âlet ve fedâ edilemeyecek üç milli kıymet vardır:
(bkz: Din)
(bkz: Dil)
(bkz: Tarih)
(bkz: Din)
(bkz: Dil)
(bkz: Tarih)
Abdülhamid Han, Hicaz Demiryolu'nu yaparken Hz. Peygamberimizin ruhaniyetine saygı olarak rayların altına titreşimi azaltmak için keçeler koydurmuştu. Torunları ise Ulu Hakan'a saygı gereği türbesinin olduğu yerde bulunan ray hattına bakın ne yaptılar..
Türk mutasavvıf ve şair.
"Yoklar doymadığında,
varlar ağlamıyor ise, dünya tez yıkılır."
Ahmed Yesevi
"Yoklar doymadığında,
varlar ağlamıyor ise, dünya tez yıkılır."
Ahmed Yesevi
İstanbuI'a sahip oIan bütün dünyaya hükmeder. Dünya tek bir devIet oIsa idi, taht şehrinin İstanbuI oIması gerekirdi.”
NapoIyon Bonapart
NapoIyon Bonapart
(bkz: istanbul)
"Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi
(bkz: Sultan Abdülaziz Han)
(bkz: Adnan Menderes)
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi
(bkz: Sultan Abdülaziz Han)
(bkz: Adnan Menderes)
Necmeddin-ül Mısri nin en müthiş eserlerinden biri.
Bu eserde, doğuşundan batışına kadar güneşin gözetlenişi, geceleyin herhangi bir yerdeki yıldızın durumunun rasat edilmesi ve bunlara dayanarak vaktin tayin edilmesi anlatılmaktadır.
Bütün insanların faydalanabileceği şekilde hazırlanmıştır. Dünyanın neresinde olursa olsun, vakitleri tayinde herkes ondan istifade edebilir.
Diğer adıyla Necmeddin-i Kübra'nın yaptığı bu çalışmalar, evrensel nitelikte idi. O, çağdaş, küresel astronominin temellerini attı. Milano'da Embrossina Kütüphanesi'nde bulunan bir risalesinde (küçük kitap) bundan bahsetmektedir.
Bu eserde, doğuşundan batışına kadar güneşin gözetlenişi, geceleyin herhangi bir yerdeki yıldızın durumunun rasat edilmesi ve bunlara dayanarak vaktin tayin edilmesi anlatılmaktadır.
Bütün insanların faydalanabileceği şekilde hazırlanmıştır. Dünyanın neresinde olursa olsun, vakitleri tayinde herkes ondan istifade edebilir.
Diğer adıyla Necmeddin-i Kübra'nın yaptığı bu çalışmalar, evrensel nitelikte idi. O, çağdaş, küresel astronominin temellerini attı. Milano'da Embrossina Kütüphanesi'nde bulunan bir risalesinde (küçük kitap) bundan bahsetmektedir.
Güneşe bakarak namaz vakitlerini bildiren kimse.
Mısırlı bir İslâm astronomi bilginidir. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Fakat 13. yüzyılın sonlarına doğru astronomi sahasında çalışmalar yaptığı ve Mısır'ın en büyük muvakkitlerinden biridir.
İlk Meclisin duvarında asılı olan Şura suresi 38'nci ayetten bir bölüm:
"Ve emrühüm şura beynehüm"
(Onlar işlerini istişare ile yürütürler)
"Ve emrühüm şura beynehüm"
(Onlar işlerini istişare ile yürütürler)
Yaşlı kadın, usulca odasından çıktı. Salondan torunu ile gelininin sesleri geliyordu. Gelin oğluna:
"-Oğlum, sofra hazır, çorbanı koydum; haydi gel de soğutmadan ye!.."
Salonun en kuytu yerine geçti, yerde kendine ait köyden getirdiği minderin üzerine oturdu. Çocuk, babaannesini görünce:
"-Babaanneciğim, gel beraber yiyelim!.." dedi.
Yaşlı kadın mânidâr bir şekilde iç çektikten sonra:
"-Evin erkeği gelmeden akşam sofrasına oturulmaz. Hele babanız gelsin, beraberce yeriz inşaAllah!" dedi.
Evin gelini:
"-Aman anneciğim, eskidenmiş onlar!.. Şimdi acıkan yemek sofrasına oturur, o da gelince yer." dedi. Yaşlı kadın:
"-Kızım, nasıl insanların bir edebi, hayâsı, iffeti varsa, evlerin de iffeti ve edebi vardır."
Torunu dayanamayarak alaycı bir tavırla söze karıştı:
"-Yaa babaanne, neymiş bu evlerin iffeti... Anlat bakalım, merak ettim!.." dedi.
Yaşlı kadın söze başladı:
"-Biz küçükken annelerimizden önce babalarımızın karşısında edepli oturmayı öğrenirdik. Evde babamız, annemiz varken ayağımızı uzatıp oturmaz, büyüklerimiz konuşurken söz hakkı verilmedikçe söze dâhil olmazdık. Büyüklerimiz odaya girdiğinde hemen toparlanır, kalkıp onlara oturmaları için yer verirdik. Aslâ babamız sofraya oturmadan sofraya el uzatmazdık.
Babamız gelir, «Besmele» çeker, «Haydi buyurun.» derdi. Huzurla hepimiz başlardık yemeğe... Sonunda da sofra duâsını kardeşlerimiz aramızda sıra ile okurduk. Hiç âilece yenen yemek kadar lezzetli yemek olur mu? Bu sofranın edebidir, yavrum!.."
Torunu:
"-Bu kadar baskı karşısında depresyona girmez miydiniz babaanneciğim!" dedi.
"-Hayır, yavrum bizim zamanımızda saygı olduğu için sevgi hep bâkî kalırdı. Sevgi var oldukça da hiç depresyona giren olmazdı. Yemekler lezzetli, uykular dinlendiriciydi. Biliyor musun? Ben depresyon kelimesini ilk defa burada duydum, hattâ köyümüzde bir tane akıldan mahrum birisi vardı, «Deli İbram» derlerdi. Vallahi, o bile o kadar mutluydu ki, anlatamam. Akşama kadar sokakta çocuklarla oynar, acıkınca bir kapıyı tıklatır; «Aba acıktım, aba su ver!» derdi. Hangi kapıyı çalsa, boş çevrilmezdi. Berber saçları uzadıkça tıraş eder, hamamcı arada yıkardı. Cumaları esnaf elinden tutar, namaza bile götürürlerdi. Yani hiç kimse onu dışlamazdı..
Şimdi hiçbir şeye saygı kalmadı. Bak evlere bile saygı yok bu şehirde! Herkes akşam olduğu hâlde perdelerini örtmemiş, bütün evlerin içi görünüyor, ama kimse utanmıyor. Biz daha hava kararmaya başlamadan kalın perdelerimizi çeker, ondan sonra evin ışıklarını yakardık. Hattâ perde kapalıyken üzerimizi değiştirmeye edep eder; ışığı söndürür, yere çömelir öyle üzerimizi değiştirirdik. Gölgemizin bile dışarıdan görünebileceğini düşününce yüzümüz kızarırdı."
Bu sırada gelini, oturduğu yerden kalktı, mahcup bir edâ ile salonun perdelerini çekti.
"-«Evin edebi, önce perdesinin çekilip çekilmediğinden belli olur.» derdi büyüklerimiz...
Evler, kocaman duvarlarla çevrilmiş avluların içinde olduğu hâlde hiç kimse iç çamaşırlarını ulu orta asmazdı, ev ahâlisinden bile edep ederlerdi. Ben daha küçükken giydiğim şalvarı en ön ipe asmışım, hemen anam gelip; «Kız, baban bugün avluya çıktı, senin şalvarın asılı idi, utancımdan yerin dibine girdim. Bir daha öyle ortaya asma, çamaşırların en arkasındaki ipe as!.. Üstüne uzun bir tülbent ört, sonra mandalla... Altında ne olduğu görünmesin!.. İffetimiz, edebimiz bir giderse, ortada îmanımız kalmaz!..» dedi. Tabiî ben 12 yaşlarındaydım, annem bunları bana söylerken ben yerin dibine girdim. Şimdi öyle mi? Geçende bir nefes alayım diye balkona çıktım, karşı komşu, bütün çamaşırları asmış uluorta, ben utancımdan hemen içeri girdim.
Bugün yemekler dışarıda yeniyor, «göz hakkı» oluyor, kimse umursamıyor. Çarşı pazardan alınanlar şeffaf poşetlerde eve geliyor; alan var, alamayan var. Göz hakkı, kıskançlık oluyor bu yenenlerde... Hiç şifâ olur mu yavrum? Bizim Peygamberimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem, «Yemeğinizin kokusu ile komşunuza eza etmeyiniz.» buyuruyor. Bugün kokuyla, gösterişle çevredekilere hep ezâ veriliyor. Tabiî ki yenilenler içinize sıkıntı veriyor. Sonra da «depresyon» diye diye doktorlara gidiliyor.
Evin bir edebi daha vardır ki, en önemlisi de budur herhalde... Evin içinde yaşananlar, aslâ dışarıda anlatılmaz; yenenler, içilenler, muhabbetleşmeler, kavgalar... Bu da evin iffetinden sayılır ve hiç kimseye anlatılmazdı. Bu yüzden problemler ev içinde kolaylıkla çözülürdü. Zaten Peygamberimiz de özellikle karı-koca arasında olanların etrafa yayılmasının ne büyük bir günah olduğunu hep hadislerinde anlatıyor, değil mi Leylâcım!.." dedi gelinine... Leylâ mahcup bir şekilde:
"-Evet anneciğim." diyebildi.
Torunu:
"-Babaanneciğim, şimdi facebook diye bir şey var; insanlar gittikleri lokantalarda yedileri şeylerin fotoğrafını çekip binlerce kişiye gösteriyorlar!.."
"-Aayy ne ayıp... İnsan hiç yediğini söyler mi?"
"-Âh anneciğim, her hâllerinin fotoğrafları var. Gezdikleri yerlerin, yedikleri yiyecek-içeceklerin, aldıkları eşyâ ve kıyâfetlerin, hattâ beylerinin aldığı çiçekleri üzerinde yazdıkları notlarla paylaşıyor insanlar..."
"-Yavruuum, sen neler diyorsun? Kıyamet koptu kopacak desene... Evler çırılçıplak kaldı desene..." dedi gözyaşları içinde anlatmaya devam etti:
"-Biz beylerimizle yan yana yürümeye ar edinirdik; dul kalanlar var, evlenemeyenler var. Onların gönül yaralarına tuz basmayalım diye, beylerimizin bir adım gerisinden yürürdük... Şimdi kavgalar ortada, sevmeler ortada... Tabiî ki, hiç mahremiyet kalmayınca samimiyet de kalmıyor. Evin bereketi, büyüklere saygıdadır. Evin iffeti, örtülen perdedir. Sevginin iffeti, gizliliktedir. Gözün iffeti, göz kapaklarındadır.Utanma, hayâ, îmandan bir şûbedir.
Hayânın makamı gözdür. Bu yüzden hem gözümüzü korumak önemlidir, hem de göze hitâp eden şeyleri kontrol altında tutmak..."
Gelini:
"-Haklısın anneciğim, biz iffetimizi kaybettikçe buhranlarımız arttı." dedi.
Torunu kaşığı sessizce bırakıp:
"-Ben babam gelince yemeğe başlayacağım, anneciğim!" dedi.
Babaanne de söylediklerinin evlatları üzerindeki tesirini görünce sessiz bir şekilde Allâh'a hamd etti.
✔
19 Ağustos 1944 - Fransız direniş savaşçısı Simone Segouin'in 18 yaşında Paris'in kurtuluşu sırasında çekilmiş fotoğrafı.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?