confessions

celal

1. nesil Yazar - Yazar -

  1. toplam entry 43
  2. takipçi 4
  3. puan 5306

yunus emre

celal
tassavuf edebiyatının en önemli alimlerinden biri.


Ben gelmedim dava için,

Benim işim sevgi için

Dost'un evi gönüllerdir,

Gönüller yapmağa geldim



***



Gelin tanış olalım,

İşi kolay kılalım,

Sevelim sevilelim,

Dünya kimseye kalmaz



(bkz:Allah bizleri sevgisiz bırakmasın)...

kurban bayramı

celal
Kestiğimiz kurbanlar, bir yıl boyunca bize, çocuklarımıza ve yakınlarımıza gelecek bela, kaza ve musibetleri önler.

Günümüzde aramızda çok yaygın bir söz vardır. "Arkadaşım, senin için çiğ tavuk yerim." Bu dünyayı ve kainatı yaratan Yüce Allah, bazen kendisine yönelen samimi kullarını dost edinir ve bu dostluğun samimiyetini ara ara test eder.



Hz. İbrahim peygamber'i, Allah kendine dost edinmiştir. O zamanki hükümdar, yani nemrut, Hz. İbrahim'i, halkı Allah'a ibadete çağırdığıiçin (çünkü nemrutun işine gelmiyordu.), şehir meydanında , etrafını odunlarla çevirip diri diri ateşin içine attı. Hz. İbrahim Allah'a güvendi. Dostum beni korur dedi. Ve ateşonu yakmadı...Allah ateşe “Yakma” emrini vermişti.



İbrahim Peygamber’in çocuğuda olmuyordu. Allah'a günlerce, gecelerce dua edip yalvardı.Ve sonunda duası kabul olmuş ve İsmail doğmuştu.



Hz. İbrahim Mekke'deydi. Rüyasında bir ses: "Ey İbrahim! Allah, oğlunİsmail'i kurban etmeni emrediyor." diyordu. Bu rüya Allah'tan mı, yoksaşeytandan mı bilemedi. Zilhicce ayının sekizinci günüydü. Ertesi gün, aynıvakitte aynı rüyayı görünce, rüyanın Allah'tan olduğunu anladı. Bu bir dostluk imtihanıydı. Allahu Teâlâ'nın dostluğuyla şereflenen Hz. İbrahim'den en sevgili varlığını kurban etmesi isteniyordu. En sevgilinin adı İsmail olduğu için, kurban İsmail'in adıydı.



Zilhicce'nin onuncu günüydü. Hz. İbrahim o sabah İsmail'e, ip ve bıçak almasını, oduna gideceklerini söyledi. İsmail hiç şüphelenmedi. Mina mevkiine gelince Hz. İbrahim rüyayı yavaş yavaş oğluna anlatmaya başladı. Hayatıveren ve alan Allah değil miydi? Allahu Teâlâ şimdi ondan emanet ettiği hayatıgeri istiyordu. Bu çok şerefli bir alışverişti. İsmail, babasına teslimiyet ve tevekkülle şu cevabı verdi:



"Babacığım, ne ile emrolunduysan o işi yap. Beni İnşaallah sabredenlerden bulacaksın."

Hz. İbrahim uzun yıllar sahip olamadığı ve yıllar yılı yaptığıduaların kabulü olarak kendisine verilen oğlunu Rabbine takdim ediyordu. İsmail'in son sözleri şu oldu:



"Babacığım ellerimi, ayaklarımı bağla ki fazla çırpınmayayım. Elbiseni topla ki, kan sıçrayıp kirletmesin. Annem görür ve üzülür. Bıçağı şiddetle çal ki ölüm kolay olsun. Beni yüzümün üzerine yatır, yüzüme bakarsan bana acırsın. Ayrıca ben de bıçağı görmeyeyim, korkuveririm. Annemin yanına vardığında selâmımı söyle. (Kurtubi, 15-104)



Hz. İbrahim oğlunu sağ tarafına yatırdı, gözlerini bağladı. Bıçağı oğlunun boynuna olanca gücüyle sürerken "Bismillah" dedi, fakat bıçak kesmedi. Bıçağa baktı, keskindi. İkinci, üçüncü defa denedi, bıçak yine kesmedi. Hz. İbrahim yıllar evvel kendisini ateşin yakmadığını hatırladı. Demek ki bu defa da Cenab-ı Hak, bıçağa "Kesme!" emrini vermişti, kesmiyordu.




Bir ses duydu. "Allahu Ekber! Allahu Ekber!" diyordu. Başınıkaldırdı: Cibril-i Emin(Cebrail) yanında semiz bir koç olduğu halde inmekteydi. Hamd ve şükür duyguları içinde "La ilahe illallahu vallahu ekber" dedi. Durumu fark eden Hz. İsmail, Cenab-ı Hakk'a minnet ve şükranlarını dile getirerek "Allahu Ekber ve lillahil hamd" dedi. " (Kaynak:internet)




Kurban, kelime manası olarak, yaklaşmak yani Allah'a yakınlaşmak demektir. Kurban sadece Allah'ın rızasını umarak kesilir.



Farkındasınız herhalde değil mi? Yüce Allah, bir kurban edilen koç karşılığında Hz. İsmail’in hayatını bağışlamıştır. Kestiğimiz kurbanlar, bize, çocuklarımıza ve yakınlarımıza gelecek bela, kaza ve musibetleri de bir yıl boyunca önler.

neşet ertaş

celal
işte "Gönül" sözü geçen BAZI türkülerden O mısralar:



Kaşların karasına
Kurbanım arasına
Ancak sen melhem olun
Göynümün yarasına

********************

Söylerim sözüm almıyo
O yar yüzüme gülmüyo
Garip gönlümü bilmiyo (eyvah ey...)

Kendim ettim kendim buldum
Gül gibi sararıp soldum

************************

Kurusa fidanım güllerim solsa
Gönlümde solmayan gülümsün benim
Yaprakların gazel olsa dökülse
Daha taze fidan, dalımsın benim

*************************

Gönül Dağı yağmur yağmur boran olunca
Akar can özümde sel gizli gizli
Bir tenhada can cananı bulunca
Sinemi yaralar dil gizli gizli

*************************

Şu garip halimden bilen işveli nazlı
Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen
Datlı dillim güler yüzlüm ey ceylan gözlüm
Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen

**************************

Sözüm yok şu benden kırıldığına
Gidip başka dala sarıldığıma
Gönülüm inanmıyor ayrıldığına
Gözyaşım sen oldun kahırım sensin
Evvelim sen oldun ahirim sensin

***************************

Zülüf dökülmüş yüze
Kaşlar yakışmış göze
Usandım bu candan
Dert ile geze geze

Gün doğdu aştı böyle
Gönlümüz coştu böyle
Sen orada ben burda
Ömrümüz geçti böyle

***************************

Ben bu yıl yarimden ayrı düşeli
Her günüm bir yıla döndü gidiyor
Gine zindan oldu dünya başıma

Gönlüm ataşlara yandı gidiyor
Ömrüm boş hayale kandı gidiyor

****************************

Hep sen mi ağladın hep sen mi yandın
Bende gülmedim yalan dünyada
Sen beni gönlümce mutlumu sandın
Ömrümü boş yere çalan dünyada

Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüne gelen dünyada

Sen ağladın canım ben ise yandım
Dünyayı gönlümce olacak sandım
Boş yere aldandım boş yere kandım
Rengi gönlümde solan dünyada

Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüne gelen dünyada

Bilirim sevdiğim kusurun yoğdu
Sana karşı benim hayalim çoğdu
Felek bulut oldu üstüme yağdı
Yaşları gözüme dolan dünyada

Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüne gelen dünyada

Ne yemek ne içmek ne tadım kaldı
Garip bülbül gibi feryadım kaldı
Alamadım eyvah muradım kaldı
Ben gidip ellere kalan dünyada

Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüne gelen dünyada




*****************************************************************



TÜRKÜ BABANIN HAYAT DESTANI ŞİİRİ



Bin dokuzyüz otuzsekiz cihana
Kırtıllar köyünde geldin dediler
Babama Muharrem, anama Döne
Dediysen Ata’yı bildin dediler

Dizinde sızıydı anamın derdi
Tokacı saz yaptı elime verdi
Yeni bitirmiştim üç ile dördü
Baban gibi sazcı oldun dediler

O zaman babamdan öğrendim sazı
Engin gönül ile Hakk’a niyazı
O yaşımda yaktı bir ahu gözü
Mecnun gibi çölde kaldın dediler

Zalım kader devranını dönderdi
Tuttu bizi İbikli’ye gönderdi
Babam saz çalarken bana zil verdi
Oynadım meydanda köçek dediler

Anam Döne İbikli’de ölünce
Tam beş tane öksüz yetim kalınca
Beşimiz de Perişan olunca
Babamgile burdan göçek dediler

Yürüdü göçümüz Tefleğe doğru
Bu hali görenin yanıyor bağrı
Üç aylık çoçuğun çekilmez kahrı
Bunlara bir ana bulun dediler

Yozgat’ın Kırıksoku Köyü’ne vardık
Bize ana yok mu diyerek sorduk
Adı Arzu dediler bir ana bulduk
İşte bu anadır buldun dediler

En küçük kardaşı kayıp eyledik
Onun için gizli gizli ağladık
Üstelik babamı asker eyledik
Yine öksüz yetim kaldın dediler

Zalım kader tebdilimi şaşırttı
Heybe verdi dalımıza devşirtti
Yardım etti Yerköy’üne göçürttü
Biraz da burada kalın dediler

Yerköy’den Kırıkkale’ye geldik
Babam saz çalarken biz çümbüş aldık
Kırşehir’e varınca kemanı çaldık
Aferin arkadaş çaldın dediler


Yarin aşkı ile arttı hep derdim
Babamı bir yere dünür gönderdim
Başlık çok istemişler haberin aldım
İstemiyor yarin seni dediler

Kırşehir’de yedi sene kalınca
Düğün düzgün hepsi bize gelince
Burada herkese yer daralınca
Ankara’ya gider yolun dediler

Ankara’da (sünnetçi) Veysel Usta’yı buldum
Epeyce eğleştim, evinde kaldım
Yüz lirayı verip bir yatak aldım
Etti isen böyle buldun dediler

Bir ev kiraladım münasip yerde
Kaldı kavim kardaş hep Kırşehir’de
Bu aşk hançerini vurdu derinde
Çaresini bulamazsan ölün dediler

Yarin aşkı ile döndüm şaşkına
Arada içerdim yarin aşkına
Canan acımaz mı garip dostuna

Buna da içeriye alın dediler

Bu hasretlik duygusu Türkü babanın sanatına olumlu etki yaparak, memleketin taşına,toprağına, insanına hasret ve özlemle dolu pek çok türkünün doğmasına sebep oldu.



Ana vatanımsın, baba yurdumsun
Ozanlar diyarı şirin Kırşehir
Uzak kaldım gurbet elde derdimsin
Hasretin bağrımda derin Kırşehir.

Feleğin yazdığı kara yazıynan
Çok yürüdüm bağrımdaki sızıynan
Kara kaşlarıynan, kara gözüynen
Aşık etti beni birin Kırşehir

Gerçekten de “gönül” kelimesinin Ertaş’ın şahsi lügatinde çok özel bir yeri var. O adeta, tıpkı Yunus gibi, Hacı Bektaş-i veli gibi kendisini”gönüller yapmaya” adamış biri... “gönül”ün geçmediği türküsü yok dense yeri...

Şu garip halimden bilen işveli nazlım
Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen
Tatlı dillim, güler yüzlüm, ey ceylan gözlüm
Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen

Bir başka türküsünde:

Küstürdüm gönlümü güldüremedim
Baharım güz oldu yazım kış oldu
Gönüle yarini bulduramadım
Baharım güz oldu, yazım kış oldu
Diye dert yanar.

Bir türküsünde babası Muharrem Ertaş’ı “gönül delisi” olarak niteler:

Sazını çalarken kendinden geçen
Gönülden gönüle kapılar açan
Aşkın dolusunu nefessiz içen
Gönül delisini neyledin dünya

Muharrem Babaya ağıt

Uzak yoldan geldim hasretim için
Hani nerde babam Muharrem nerde
Yaralı bülbülüm ses vermez niçin
Yüreği yanığım o kerem nerde

O garip gönüllüm, dertli bakışlım
Feleğin elinde sinesi taşlım
Yüreği yaralım, gözleri yaşlım
Gönül evi yıkık, viranım nerde

Fetholurdu feryadını dinleyen
Feryadı içinde derdin anlayan
Kuşlar gibi viranede ünleyen
Ecinnice deli boranım nerde

Okula gidemedim bu dert benimdi
Hemi benim derdim, hem babamındı
Hemi babam, hemi öğretmenimdi
Garibim dersimi verenim nerde
Neşet Ertaş

NEYLEDİN DÜNYA

Ay dost deyince yeri göğü inleten
Muharrem ustaydı bunu dinleten
Gönül kırmazıdı bilerekten, bilmeden
İnsan velisini neyledin dünya

Sazını çalarken kendinden geçen
Gönülden gönüle kapılar açan
Aşkın dolusunu nefessiz içen
Gönül delisini neyledin dünya

Garibim babamdı Muharrem Usta
Bilirim aşıktı sevdiği dosta
“sazımın emaneti...” diyen en son nefeste
Sazın ulusunu neyledin dünya,

Neşet Ertaş
http://www.haberahval.com/1593-YASAM-buyuk-usta-neset-ertas-iste-hayat-oykusu.html

kilo almamak

celal
AYRICA ŞU ÜÇ ŞEYI SÜREKLI YAPARIM:

Annem her sabah bir limon sıkar ve sıcak suyla şekersiz limonata yapar, yağlarımı eritiyor. İkincisi, kahvaltıda ve arada günde bir bağ maydanoz yiyorum.
Üçüncüsü, bol bol litrelerce su içerim. Yemeklerden iki saat sonra…
***
Bütün bunları, yıllardır okuduğum kitap ve yazılar, dinlediğim sohbetlerden uygulayarak yıllardır tecrübe ettim. Evet işe yarıyorki, kilo almıyorum.

77 yıllık aşkta mutlu son

celal
Gençliklerinde birbirlerine aşık olan çift, ancak 90’ı devirdikten sonra evlenebildi...
Kahramanmaraş’ta dillere destan olacak bir sevda öyküsü yaşandı. 1938’te 15 yaşındaki Mustafa Karakoyun ile 18 yaşındaki Döndü Kıraç birbirlerine aşık oldu.

Ancak erkek tarafı evlenmelerine karşı çıktı. Aradan yıllar geçti, Döndü ile Göksun’a taşınan Mustafa başkalarıyla evlenip çoluk çocuğa karıştılar.

92 yaşındayken eşini kaybedip Elbistan’da bir huzurevine yerleşen Mustafa Karakoyun, burada 95 yaşına gelen Döndü ile karşılaştı.

77 yıllık aşkları alevlenince nikah masasına oturan çift, huzurevinden ayrılıp küçük bir eve taşındı.


http://yasam.millet.com.tr/77-yillik-askta-mutlu-son--haberi/1274281

inşallah

celal
Nasrettin hocaya atfedilen inşallah söylemenin önemini belirten bir hikaye vardır.



Nasrettin Hoca bir akşam karısına;
- "Yarın hava yağmurlu olursa ormana, açık olursa çift sürmeye gideceğim." demiş.
- "İnşallah de Efendi" demiş karısı. Hoca karısını dinlememiş bile.

Ertesi gün hava yağmurlu olmuş. O'da ormana gitmek için erkenden çıkmış. Bir süre sonra bir sipahiye rastlamış. Sipahi sormuş:


- "Filan köye nasıl gidilir?". "Bilmem" deyip orman yolunu tutmak istemiş Hoca. Sipahi, kamçıyla vurarak:


- "Çabuk önüme düş!. Beni o köye götüreceksin" diye emretmiş. Hoca istemeye istemeye yolunu değiştirip adamı epey uzaktaki köye götürmüş. Evine de ancak akşam dönebilmiş. Kapıyı çalıpta karısı "kim o?" diye seslenince

Hoca:
- "Aç hanım aç. İnşallah ben geldim." demiş...

neşet ertaş

celal
Ben emekli bir engelliyim biliyorsunuz. Güne radyo dinleyerek başlıyorum. Dün yine her sabah olduğu gibi Radyo7'de kalbi güzel, samimi, sevgi dolu dost Erkan Koç'un programını dinlemeye başladım. Seçtiği güzel müziklerle çayımı yudumlarken o üzücü haberi paylaştı, büyük ozan Neşet Ertaş'ı kaybettik dedi, ilk ondan duydum ve çok üzüldüm herkes gibi... (25 Eylül 2012)



Erkan Koç radyo programına Neşet Ertaş'ı tanıyan bir çok ünlü ismi aldı. Fatih Kısaparmak bağlandığında bir cümle söyledi, gün boyu beynimde o söz yankılandı. "Size bir ipucu. Neşet Ertaş'ın hemen hemen her türküsünde "Gönül" sözü geçer" dedi.



Gerçekten de “gönül” kelimesinin Ertaş’ın şahsi lügatinde çok özel bir yeri var. O adeta, tıpkı Yunus gibi, Hacı Bektaş-i veli gibi kendisini”gönüller yapmaya” adamış biri... “gönül”ün geçmediği türküsü yok dense yeri...



Akşam boş kalınca bunu araştırayım, dedim. Hemen her haber sitesinde kısaca hayatını anlatmışlar. Bir haber sitesinde rahmetlinin kendi ağzından hayatını şiir şeklinde anlattığı şiirde bir dörtlük dikkatimi çekti. Sonra internetten türkü sözlerini inceledim.



O zaman babamdan öğrendim sazı
Engin gönül ile Hakk’a niyazı
O yaşımda yaktı bir ahu gözü
Mecnun gibi çölde kaldın dediler



Kimdi bu Gönül?

Ben naçizane şöyle bir tahminde bulundum. Neşet baba çocukken bir kıza aşık olur. Kız da ona aşık olur. Bu aşk yaşanırken kız -nedenini bilemiyorum- vefat eder. Ve Neşet babanın o gönül sızısı bir ömür geçmez ve bize muhteşem türküler olarak yansır. Evet türkülerinde anlattığına göre ceylan gözlü, kaşı keman kirpiği yay gibi, burnu fındık, ağzı kahve fincanı, tatlı dilli, güler yüzlü bir acem kızıdır. Ve o kızın ismi "Gönül" diye düşünmekteyim.



Şu dörtlükten de aşıkların henüz onbeş yaşından küçük olduklarını anlıyorum:

Kar mı yağmış yüce dağlar başına
Merhamet eylemez gözlerimin yaşına
Daha değmemiştim on beş yaşına
Vurdu felek kırdı kollarımı dalından
Nerelere gidem arz edeyim halimden



İnşallah Neşet Ertaş şimdi o sevdiğiyle cennet bahçesinde buluşmuştur. Dün namazda onun için ağlayarak dua ettim.

kilo almamak

celal
ŞU IKI ŞEYI YAPARAK UYGULUYORUM:
1. İnsan, her öğün protein almazsa beynine doyduğuna dair sinyal gitmiyor. Her öğün az protein alırım. Tavuk, kıyma, yumurta, balık, peynir, mantar, vs.
Bir de bildiğimiz ekmeği kesinlikle yemem, her öğün bir-iki dilim kepekli veya tam buğday ekmeği yerim.
Gençken bir tencere makarna yerdim ama hala açlık hissederdim. Şimdi bir tabak makarnayla doyuyorum çünkü makarnaya annem kıyma katıyor. Yani protein…

2. Ben yemek yerken ve de yedikten sonra, bir-bir buçuk saat hiç su içmiyorum.
İnsanın midesi aynen bir tencere gibidir. Yediğimiz gıda ve yemeklerin hepsi bu tencerede tekrar pişirilir, hücrelere gönderilir. Fakat çok su içince neye benzer biliyor musunuz?
Mesela yemek pişirirken üzerine su boşaltırsanız nolur, yemeğin besleyici özelliği kalmaz, tadı bozulur. Atasözünü bilirsiniz; “Pişmiş aşa su katmak”
Yemekten hemen sonra su içersek aynen bunun gibi dağılır, besleyici özelliği kalmaz ve çabuk acıkırız.
Yemek yerken içtiğimiz su ise, ocakta pişirirken yemeğe koyduğumuz gibi bir-iki bardak civarı olmalıdır.
Ben doymadan yemeyi bırakıyorum, fakat az yediğim bu yemeği, mide tencerem pişirinceye kadar sabrediyorum.
Yemekten bir-iki saat sonra istediğim kadar su içiyorum.
Tabi bunlar ana öğünler. Sabah ve akşam arasında, minik ara öğünlerim oluyor. Bisküvi, hurma, meyve, yağsız kuruyemiş, vs…

3 aralık dünya engelliler günü

celal
Önceden engellileri görürdüm fakat görmezden gelir geçerdim. Bu Friedreich Ataksisi hastalığının bana verdiği derslerden biri de “Empati” yapmasını öğrenmemdir.



Hani Nasreddin hoca damdan düştüğünde başına toplananlar hekimi çağıralım deyince, “bana damdan düşen birini çağırın” dediği gibi ben de şimdi tekerlekli sandalyedekilerin hislerini ve hallerini, sıkıntılarını anlıyorum. (Empati)



Ben engelli biriyle karşılaştığımda onun tuvaletini nasıl yaptığını, tekerlekli sandalyeden yatağa nasıl geçtiğini düşünürüm.



Hayatta en büyük nimetim, annem ve babamdır. Benim belden aşağısı, hiç çalışmıyor. Hareket ettirilmem, bu yüzden çok zor. Ama, babam -Allah razı olsun- klozet üzerine bir vinç sistemi icat edince rahat ettik.


Merak edenler buradan babamın beni yataktan tuvalete götürüşünü ve vinçle klozet üzerinde nasıl kaldırdığını izleyebilirler:
http://www.youtube.com/watch?v=RlON3jULbLc



Engelliler işe yaramaz insanlar değillerdir. 1993’te hastalığımın teşhisini koyan doktor babama bu çocuk çalışamaz, götür evine yatsın, demiş.



Babam, o doktoru dinlemedi. Rabbim nasip etti, işe girdim. Bilgisayarda tasarımcı olarak babamın yardımıyla 16 yıl çalıştım ve emekli oldum.



Trilyonlarca gezegenleri yaratan ve dünya dahil hepsini basket topu gibi döndüren Allah’ın elbette her şeye gücü yeter.



Engelli olmak haşa! Bir yaratılış hatası değil, dünyadaki bu imtihanın zor sorularından birisidir.



Gece olmasa gündüzün, soğuk olmasa sıcağın… vs değerini anlamayacağımız gibi hastalıklar da sıhhatin kıymetini anlamamızı sağlar.



Sağlıklı insanlar engellilere bakıp şükretmeliler. Ama, çok şükür deyip kulak memelerini çekmek değil de, ibadet ederek Allah’a teşekkür etmeliler.



Engelliler, sağlıklı insanlara şükretmeleri için vesiledir evet ama aynı zamanda engelli insan sağlıklı insanlara ibretlik örnek olmalıdır.

Namaz kılan bir engelliyi gören veya evde oturmak yerine çalışan bir engelliyi gören boş oturup vakit öldüren sağlıklı insanlar, hallerini gözden geçirmeliler.





İnsan, ezelde ruhlar aleminde Rabbine seni seviyorum, sana aşığım, demişti. Cenab-ı Allah, mademki öyle, o halde aşkını ispatla, diye bizi bu dünyaya sabır ve şükür imtihanına gönderdi. Giriş yazısında anlatmıştık.



Ama biz insanlar, nefsin arzu ve isteklerinin peşinde koşmaktan geldiğimiz yeri, verdiğimiz sözü, gideceğimiz yeri, aslında Allah’ı unuturuz.



Ama Rabbimiz öylesine merhametlli ki… Kusurlarımıza bakmadan, unutkanlığımızı, gafletimizi, cehaletimizi hoşgörür, yine de merhamet eder.



Bu merhamet neticesinde, kendisini hatırlatmak için, yani Kıblemizi Zat’ına çevirmemiz için şahsımıza özel peygamberler gönderir.



Bu elçiler aklını kullananlar için Dön Rabbine diyen uyarıcılardır.



Bu elçilerin adı, acı, keder, ızdırap, bela, hastalıktır…



“Gönüle gamdan kederden bir peygamber gelince, ötelerden Cebrail de gönüle iner. Düşünce, Meryem gibi yüzlerce İsa’ya gebe kalır.”


Allah kusurlarıma bakmadan bana Friedreich Ataksisi hastalığı peygamberini bana özel gönderdi. Gafletten uyandırdı, bu hastalık sayesinde doğruyu buldum.



Engelli olmak bana Alah’ın hediyesidir.



3 Aralık Dünya Engelliler Gününüz kutlu olsun kader arkadaşlarım. Bu Gün, kalplerinde engel olmayan yüce gönüllü bütün insanların empati yapmalarına vesile olsun inşallah.



Dert etme!

Duâ et,

Hepsi imtihan, geçecek bir gün elbet...

türklere özgü davranışlar

celal
Ben tekerlekli sandalyede bir engelliyim. 19 yıl önce babama doktorlar “Bu çocuk hiçbir iş yapamaz, götür evine yatsın” demişler. Fakat Allah her şeyi işitir, görür.

Allah kaderimde öyle bir iş nasip etti ki, hem mesleğime göre bilgisayar başındaydı, hem de işyeri evime yakındı.



Gerçekten ben o doktorun dediği gibi, sonraları yatalak hale geldim ama Allah’a şükür babam var. Babam giydirdi, banyo yaptırdı, tuvalete götürdü, tekerlekli sandalyeye bindirdi, işe götürüp getirdi. Allah babamdan razı olsun.

Allah devletimize de zeval (yokluk) vermesin. Devletimizin biz engellilere verdiği erken emeklilik hakkı ile 16 yıl çalışarak 2010 da emekli oldum elhamdülillah...



Ben yedi yıldır namaz kılıyorum. Teyemmümle tekerlekli sandalyede kılıyorum. Çalışırken kılamazdım ama eve gelince kılamadığım namazları kaza ederdim.

Emekli olduğumdan beri hamdolsun namazlarımı kaçırmadan kılıyorum. Artık duamı uzunca yapabiliyorum.



Evimizin yakınına yeni bir mescit yapıldı. Sokaktan girişi düz ve kolay. Babam Allah razı olsun her Cuma sabah kahvaltıdan sonra banyo yaptırıyor ve tekerlekli sandalyeyle o mescite Cuma namazına götürüyor. Camiye girerken de götürdüğümüz nemli bezle tekerleri güzelce temizliyor.




Fakat Cuma namazı için mescite girince bazılarının bana bakışlarından şunu anlıyorum: “Sen engellisin. Canım Cuma namazı sana farz değil ki.” Bunun bende farkındayım ama birde şöyle düşünsek:



Devletimiz camileri tüm vatandaşlarının hizmetine sunmuştur. Engelli de bir vatandaştır. Camiye gitmek onunda hakkıdır.

Ayrıca camide yanımdaki yaşlı amca da sandalyede kılıyor. Benim sandalyem tekerli… Fark bu J Keşke tüm camilerimiz engellilere uygun olsa…



Eskiden 9-10 yaş çocukları namaza alıştırmak için Cuma namazlarına götürürlermiş. Cuma namazından çıkınca dedesi çocuğun elinden tutup dondurmacı, tatlıcı, lunapark gibi yerlere götürürlermiş. Bu adet günümüzde biraz unutuldu. Ama babam bu adeti uyguluyor. Nasıl mı?



Ben hareketsizlikten epey kilo aldım. Emekli olduğumdan beri diyetteyim. Günde az az iki öğün yiyorum. Sebze meyve ağırlıklı besleniyorum. Fakat babam haftada bir bana ödül veriyor.



Her Cuma, namazdan çıkınca dönerciye gidiyoruz. Bir hafta diyetin ardından o döner ne lezzetli geliyor bilseniz. Böylelikle babam hala o adeti yaşatıyor hamdolsun.



Her Cuma sabah banyodan önce sevdiğim dostların bazısını telefonla arayıp Cumalarını tebrik ediyorum. Hayırlı cumalar diyorum. Böylece Allah muhabbetimizi artırıyor hamdolsun.





Sevgili dostum Efkan Vural hocam her zaman benim için okuldan çıkıp bulunduğum mescite gelir sağolsun. Geçen Cuma namazı çıkışında Efkan hocam “Celal sen bu namazdan çıkışta yemeğe gidiyorsunuz ya, inşallah onunla ilgili bir yazı yazar mısın” dedi. Bende olur hocam dedim ve bu yazıyı yazdım.



Allah'ın bana nasip ettiği nimetleri saymaya kalksam bitiremem . En büyük nimetim anne ve babamın sağlıklı ve yanımda olması ... Allah anne ve babamdan razı olsun , sağlıklı ve hayırlı uzun ömür versin.



Anne veya babası vefat etmiş olanlarımız mutlaka vardır. Ayrılıklarımız sadece kısacık bu fani dünyada olsun. Allah lütfuyla bizleri sonsuz hayatımız cennetinde de birbirimizden ayırmasın.



“Hasılı O, Kendisinden dilediğiniz her şeyi verdi. Öyle ki Allah’ın size verdiği nimetleri birer birer saymaya kalkarsanız, mümkün değil, onları sayamazsınız. Gerçekten insan zalim ve nankördür."

(İbrahim suresi, 34. ayet)

engellilerin duası neden makbuldür

celal
Bugün kendinize bir iyilik yapın. Çevrenizdeki akraba, dost, komşulardan veya tanımasanızda evini bildiğiniz bir hasta veya engelliyi ziyaret ederek sevindirin...

Evet sevindirin. Çünkü benim gibi bütün engelliler her kapı çalışında televizyonun sesini kapatırlar, acaba bir ziyaretçi mi gelmiş, diyerek kulak kabartırlar.

Hoş sohbetinizle ona moral verin ve eğer bir sıkıntınız varsa, ondan samimi bir dua isteyerek kendinize iyilik yapın. Çok hadiste, hastaların duasının makbuluyeti haber veriliyor.

Kur’ân-ı Kerim’de “Duânız olmazsa ne ehemmiyetiniz var.” (Furkan suresi, 77.ayet) diye buyuran Cenab-ı Hak, insanın yaradılış gayesinden birinin de duâ olduğunu beyan ediyor.

Samimi duâ etmenin ve Allah’a yalvarmanın bir sebebi olan hastalıklar, insana acizliğini zayıflığını hissettirir. İnsan da dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip o acizlik ve zayıflığın diliyle çok içten, riyasız bir duâ eder.

Şöyle bir misal vermek istiyorum: Normal günlerde bir annenin çocuğuna muamelesi nasıldır? Bazen bağırır, bazen terlik :) Ama çocuğu hastalandığında annenin varolan o şefkati coşar.

Battaniyelerle üstünü örtmeler, sıcak tarhana çorbaları, hatta çocuğun canı bişey istese, annesi, kar da yağsa koşa koşa markete giderek alır.

İşte annelere o şefkati veren Rabb-i Rahim’imiz, kuluna hastalık verdiğinde, kulu güzelce sabreder ve şükrederse, üstüne birde ibadet ederse onun ettiği duaları kabul etmez mi hiç?

Engelli olmak bana Allah’ın hediyesidir.

engelliler için tutmamız gereken tutum

celal
1-Toplumun bir gerçeği olan “Engelli vatandaşlarımızın” farkında olmalıyız.

2-Engelli olan kimselerle iyi ilişkiler için de olmalıyız.

3-Komşu,akraba ve çevremizde yaşayan engellilerle dostluk kurmalıyız.Onlarla zaman zaman görüşmeliyiz.

4-Engellilerin en fazla ihtiyaç duydukları şey, dostluk ve arkadaşlıktır.

5-Onları yalnızlığa itmemeliyiz.

6-Unutmamalıyız ki engelli kişilerden de öğreneceğimiz çok şey vardır.

7-Engelli kişilerin dua listesine girmek istiyorsak,onlarla iyi ilişkiler kurmalıyız.

8-Sigara içerek ve alkol alarak kendi kendimize kıymamalıyız.

9-Allah vucüdumuzu bize emanet olarak vermiştir. Emanete ihanet etmemeliyiz.

10-Her zaman sağlığımıza dikkat etmeliyiz.

kitap yazma nedenleri

celal
Bunun cevabı aslında çok basit; Benden geriye faydalı bir eser kalması için, böylelikle ölünce amel defterimin kapanmaması için, bu kitabı yazıyorum.

Buna, şu anlatacaklarımı öğrendikten sonra karar verdim.



Ebu Hureyre (ra)'den rivayet edildiğine göre, Rasûlüllah (sav) şöyle buyurdu:



"İnsanoğlu öldüğü zaman, bütün amellerinin sevabı da sona erer.

Şu üç şey bundan müstesnadır:

1- Sadaka-i câriye, (okul, cami, hastane, köprü, aşevi, vs… yaptıran)

2- istifade edilen ilim, (faydalı kitap yazan, buluş, icat, öğrenci yetiştirmek, vs… )

3- kendisine dua eden hayırlı evlat."



(Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizi, Nesâî)

Evet ben zengin değilim ki, cami, okul, hastane, vs. yaptırayım.



Artık evlenemem, şimdi yatalağım, çocuğum da olamaz.



Evet ben bu hadisi belki on yıl önce okudum, nedenlerden biri buydu, ama kitap yazma kararını vermemi sağlayan asıl şey şuydu:


Hastalığımın adı Friedreich Ataksisi. 1860 yılında keşfeden alman doktorun adıyla anılıyor. Bu hastalığın nedeni bilinmiyor, sürekli ilerliyor ve dolayısıyla bir tedavi de yok.



Beyincikteki hücreler yaşlanıyormuş. Öyle demişti doktor. Beyincik, beynin alt bölümünde vücudun güç ve denge koordinasyonunu sağlayan bir organımız…



Yani, his ve görünüm olarak normal insanlardan farkımız yok. Ama beyincik hücreleri sürekli yaşlandığı için sanki yüz-yüzelli yaşındaki insan gibi güçsüz ve dengesiziz. Belki daha yaşlı…



Yani biz Friedreich Ataksisi (FA) hastaları, hızlandırmalı eğitim derler ya, hızlı yaşamış ve çabucak yaşlanmış oluyoruz. O yüzden kendimi ölüme yakın hissederdim.



Tabi ölüm saatini ancak Allah bilir. Bazı ülkelerde 60 yaşını aşkın FA hastaları var.



Bunları öğrendikten sonra, yukarıdaki hadisi hatırladım ve yazının girişinde belirttiğim gibi, benden geriye faydalı bir eser kalması ve ölünce amel defterimin kapanmaması için, bu kitabı yazmaya karar verdim.



Aslında bu bilgileri 7-8 yıl önce öğrendiğim için hayatımı anlattığım minik bir kitapçık yazmıştım, hatta sayfamda da paylaşmıştım. Faydalıydı, yazılarını okudukça namaza başladım, diye mesajlar alıyordum çünkü.



Zaten bu yüzden blog sayfama yazılar yazıyorum. Şimdi ise, böyle bir kitabı yazıların özetini de hayat hikayemle harmanlayarak yazma kararı verdim, çünkü 40’lı yaşlardayım.

vucudun sıhhatini kaybeden hasta

celal
Bayramda ziyaretime gelen misafirlerden biri, Celal sana özeniyorum, dedi. AVM’lerde, işyerlerinde, caddede vs. artık haram ve günahlar sel gibi akıyor.



Allah seni sevmiş, adeta korumaya almış, diye ekledi. Ahlaksız konuşmaları duymuyorsun, dekolte görüntüleri mecburen görmüyorsun, dedi.



İnşallah bu hastalığınla ibadet yapmış oluyorsun, dedi. Zaten namazımı kılıyorum, dedim. Celal, ibadet sadece namaz, oruç, zekat değildir.






İbadet 2 türlüdür. Allah’ın ‘Yap‘ dediğini yapmak ve ’Yapma‘ dediğini yapmamaktır.



Sen, Allah‘ın ‘Namaz kıl‘ emrine, aynı zamanda ’Gözünüzü haramdan koruyun‘ emrine de uyuyorsun. İkisinden de çok sevap alıyorsun, dedi.



Yani, harama gözümü kapayarak namaz kılmış gibi sevap alıyorum, dedim. Aynen öyle Celal kardeşim, dedi.

hangi tarikat veya cemaattensin

celal
Allah’ın beni hidayete erdirmesinden sonra, yani uzay okyanusunda yüzen dünya gemisine neden bindirildiğimi hatırladığım zaman, kendimce bir araştırmaya girdim.



Farklı mezhepler, farklı tarikatlar ve değişik cemaatler vardı. İslam dini tek değil miydi, bu ayrılığın sebebi neydi. İlahiyatçı dostum Efkan Vural hocama sordum.


Celal, mezhep, tarikat; arapça yol demektir. Amaç, Allah’ın rızasını kazanmaktır.



Yüz olarak birbirinin birebir aynı insan hiç yokken, düşünce yapısı olarak da birbirinin aynısı insan hiç yoktur. Her insan karakterine uygun bir yolla Allah’a ulaşabilir.



Onun için Necmeddîni Kübrâ Hazretleri buyurur ki: “Allâh’a giden yollar, mahlûkların nefesleri kadar çoktur.”



Tarikatlar, bu amacımıza hızlıca ulaşabilmek için nefsin terbiye metodlarını ve çeşitli ibadet ritüellerini bir sisteme oturtmuş dini topluluklardır, dedi.



Mesela burası Ankara. Ankara’ya nasıl ulaşırsın? İsteyen İstanbul yolundan, isteyen Samsun yolundan, isteyen Eskişehir yolundan veya Konya yolundan şehre girebilir.



Ya da isteyen trenle veya uçakla gelebilir, diye ekledi. Hmm, Anladım hocam.



Peki, ben de bir tarikata girmeli miyim? dedim. Hayır Celal, bu devirde artık gerekmez.



Eskiden internet, kitap, radyo, TV, vs. yoktu, insanlar dini bilgileri bir mürşitten alıyorlardı.



Celal, sana dini bilgileri güzelce öğrenmen için bir tavsiyem ve uyarım olacak; Bol bol kitap oku, çok sohbet dinle… Ama, …



Ama kitap alırken, radyo, TV ve internetten sohbet dinlerken tek ölçün şu olsun;



Bir insan, Kuran ve hadislere uygun konuşmuyor ve anlattıklarını yaşamıyorsa, onun kitabını okuma ve sohbetini hemen kapat.



Bir insanın havada uçması veya suyun üzerinde yürümesi önemli değildir. Önemli olan, o kimsenin Kur’an ve sünnete uymasıdır.



Çünkü Peygamber Efendimiz SAV buyuruyor ki: “Ben size iki emanet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarılın. Onlar: Kuran ve sünnetimdir.”



Evet, Efkan hocamın bu tavsiyesini yıllardır tutuyorum. Balarısı gibi her çiçekten öz topluyorum. Ehli sünnet pekçok alimin sohbetlerinden hergün yeni bilgiler öğreniyorum.



Namaz kıldığımı bilen ve Facebook’ta paylaştığım resim ve videoları gören bazı arkadaşlar, beni bir cemaatten sanıyorlar ve; Sen hangi tarikat veya cemaattensin, diyorlar.



Onlara şunu derim:



Lütfen önyargınızı kırın. Paylaştığım resimdeki söz, Nakşibendi tarikatının bir kolunun lideri rahmetli Prof. Dr. Mahmut Esad Coşan Hocaefendiye (1938-2001) ait bir sözdü.


Dünkü paylaştığım video ise, Bediüzzaman Said Nursi’nin (1876-1960) eseri Risale-i Nur’da geçen bir konuyu müzakere eden Nur talebelerinin sohbetindendi.








Bunlar, Hz. Mevlana ve benzer daha pekçok ehli sünnet alimin sözlerini paylaştım.




Evet, balarısı gibi her güzel çiçekten temiz bir öz topluyorum. Fakat ben hiçbir cemaate girmedim, ki zaten giremem; Ben yattığım yerde namazını kılan yatalak bir engelliyim.



Suizan ederek günaha girmeyin. Ünlü fizikçi Einstein, “İnsanların önyargılarını yıkmak, atomu parçalamaktan daha zordur”, der.


kusurunu söyleyen dost

celal
Kusurunu Söyleyen Dostları Olmalı İnsanın http://2.bp.blogspot.com/-Iq8UEyXe7GY/UH043kw6dAI/AAAAAAAADBM/fYo6UVMZcOw/s400/dost_1237670498-201x300.jpg

Tek kusursuz Allah’tır. Hepimizin az veya çok kusurlarımız vardır. Kimi insanların ise kusurdan öte günah alışkanlığı vardır. İçki, kumar, zina, yalancılık gibi…



Bu imtihan dünyasında kusurlarımızı söyleyebilen dostlara ihtiyacımız var. “Dostum sen iyisin, hoşsun ama keşke şu huyundan da vazgeçsen” diyenler gerçek dostumuzdur.



Ama inşallah onlara gücenmeyelim, kırılmayalım ve nefsimizin avukatlığına soyunup kendimizi temize çıkarmaya çalışmayalım. Hatayı itiraf etmek, Allah’ın affına ulaştıran bir erdemdir. Şeytan ve nefsimiz hatamızı itiraf ettirmez ki affa mazhar olamayalım.



Haklısın dostum, iyi ki beni uyardın. Allah senden razı olsun, demeli, hatamızı görme erdemi gösterebilmeliyiz. Efendimiz SAV bu konuda buyuruyor ki:



“Her insan hata yapabilir, Hata yapanların en hayırlısı günahına tövbe edenlerdir”



Mesela, dostumuzun sırtında bir böcek gördük mü hemen uyarırız değil mi? Böceği geçtik, sırtına çıkmış zehirli bir akrep görsek, panikleyerek uyarmaz mıyız?



Neden uyarırız, çünkü o sevdiğimizi akrep sokabilir ve belki de ölebilir.



Kısacık dünyamızın harap olmasına sebep olabilecek akrebi görünce hemen uyaran insanlar, neden ölümsüzlük diyarı ahiretimizi harap edecek şeyler için uyarmazlar?



Dostum sen çok iyi bir dostsun, keşke içki de içmesen. Keşke övünme huyun da olmasa. Keşke öfkeni yenip çabuk sinirlenmesen ve kırıcı sözler söylemesen. Keşke sen de namaza başlasan gibi sözlerle bizi uyaran dostlar bizi gerçekten seviyorlardır.



Bu konuda yazıyı kısa tutmak adına internette rastladığım şu örneği paylaşmak istiyorum:



Hayatını Allah yolunda vakfetmiş ihlas sahibi bir din büyüğümüz Bediüzzaman Said Nursi de ömrü boyunca karşılaştığı haksızlıklara daima güzel bir sabır ile sabretmiş, herşeyin takdirini daima Allah'a bırakmıştır.


Yapılan haksızlıklarda nefsi adına bir karşılık vermemiştir. Hep Allah'ın beğeneceği şekilde bir tavır göstermiştir. Her olayın güzelliklerini ve rahmet yönlerini dile getirmiştir.

Allah'ın kendisini muhatap kıldığı her olayın ilahi bir lütuf
olduğunu, her musibette mutlaka bir nimet yönü bulunduğunu söylemiştir.




Bir sözünde de kendisine yapılan haksız ithamların, hakaretamiz sözlerin sabretmesinin sonucunda Allah'ın kendisine bir rahmete ve nimete çevirdiğini şöyle anlatmaktadır;

Hâlimi, istirahatimi düşünen ve her musibete karşı sabır ile sükûtumu garip bulup şaşıran dostlarımın şöyle bir sualleri var ki:

"Sana gelen zahmetlere, sıkıntılara nasıl tahammül ediyorsun? Halbuki eskiden çok hiddetli ve izzetli idin, çok az bir hakarete tahammül edemezdin?"


İki sene evvel benim hakkımda bir müdür sebepsiz, gıyabımda küçük düşürücü, hakaretli sözler söylemişti. Sonra bana söylediler. Bir saat kadar Eski Said damarıyla müteessir oldum.

Sonra Cenab-ı Hakk'ın rahmetiyle şöyle bir hakikat kalbe geldi, sıkıntıyı izale edip, o adamı da bana helâl ettirdi. O hakikat şudur:


Nefsime dedim: Eğer onun tahkiri ve beyan ettiği kusurlar, şahsıma ve nefsime ait ise; Allah ondan razı olsun ki, benim nefsimin ayıplarını söyler.

Eğer doğru söylemiş ise, beni nefsimin terbiyesine sevk eder ve gururdan beni kurtarmaya yardımdır.

Eğer yalan söylemiş ise, beni riyadan ve riyanın esası olan yalancı şöhretten kurtarmaya yardımdır. Evet ben nefsim ile barışmamışım. Çünkü terbiye etmemişim.

Benim boynumda veya koynumda bir akrep bulunduğunu biri söylese veya gösterse; ondan darılmak değil, belki memnun olmak lâzım gelir. Eğer o adamın hakareti, benim imana ve Kuran'a hizmetkârlığım sıfatıma ait ise, o bana ait değil.

O adamı, beni istihdam eden Sahib-i Kuran'a havale ediyorum. O Aziz'dir, Hakîm'dir.





Allah hepimize kusur ve hatalarımızı cesaretle söyleyebilen dostlar versin. Ve bizi uyaran o gerçek dostlarımıza da darılmadan hatasını kabullenebilen selim bir kalp nasip etsin.

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol

tag heuer carrera womens price montblanc timewalker 2017 replica watches rolex oyster perpetual datejust made in hong kong vintage heuer chronograph replica watches hublot 992703 price panerai limited edition 2015 replica ladies watches ulysse nardin watches platinum brand watches for ladies uk replica watches belfort watch kickstarter breitling yellow face chrono uk replica watches