O poşeti açmaya para üstünün aynı ana denk gelmesi olmadan o aksiyon ve heyecan yaşanmadan nasıl yaparız .. olmaz olamaz
hdp içerisinde işler normal gitmiyor anlaşılan.
(bkz: umduğunu bulamamak)
(bkz: umduğunu bulamamak)
bu adamı ne zaman bir yerde görsem, ismini ne zaman duysam aklıma kahveci geliyor.
fehmi abi bir çay var oradan.
fehmi abi bir çay var oradan.
peynir ekmek gibi satılıyor.
böyle bir tabir var. Tabirin böyle olmasının nedeni ise peynir ve ekmek temel ihtiyaçlardan. İnsanlar ekmek yemek zorundalar dolayısı ile ekmek satılmak için var. Ekonomi falan da gerektirmiyor.
bu teknolojik şeylerde ise yeni nesil aynı duyguyu hissediyor. Hissettiriyorlar. 13 milyon ne ki 10 sene sonra gör nüfusun tamamı alacak o ithal telefondan. İthal olayını hiç açmıyorum bile.
böyle bir tabir var. Tabirin böyle olmasının nedeni ise peynir ve ekmek temel ihtiyaçlardan. İnsanlar ekmek yemek zorundalar dolayısı ile ekmek satılmak için var. Ekonomi falan da gerektirmiyor.
bu teknolojik şeylerde ise yeni nesil aynı duyguyu hissediyor. Hissettiriyorlar. 13 milyon ne ki 10 sene sonra gör nüfusun tamamı alacak o ithal telefondan. İthal olayını hiç açmıyorum bile.
çok ciddi ölçüde ağır tahrikten dolayı karışmışlar kavgaya. Bu kadar sert müdahale etmeleri ne kadar doğru bilemedim. Anca olması gereken ve olacağı da buydu.
bir kaç sene reklamı yapıldı, insanlar gidip araçları ile bi kaç tur atıp sıkıldılar. Yakında inşaat dikerler oraya toptan büyük bir proje olur.
Kurtlar vadisi nin demedim mi İbrahim'i.
Allah rahmet etsin
Allah rahmet etsin
Bu gece Türkiye kupasında bize futbol ziyafeti ve tam 23 penaltı heyecanı yaşatan Fenerbahçe ve Başakşehir spor kulüplerine teşekkür ediyorum.finale kalan Konyaspor gibi,Başakşehir spor kulübünede finalde başarılar diliyorum .
Yol odur ki doğruya vara
Göz odur ki hakkı göre
Er odur ki alçakta dura
Yüceden bakan göz değil.
Göz odur ki hakkı göre
Er odur ki alçakta dura
Yüceden bakan göz değil.
yalnız Avustralya ve Tazmanya'da yaşayan bu garip hayvanın, hem kuşlara hem de memelilere ait hususiyetler taşıdığı söylenir.
ayrılır mı et tırnaktan diye devam eden ibrahim erkal'ın bir şarkısı.
1885'te Yunanistan'da doğan Kosti'nin, neden Odesalı olarak anıldığı bilinmez. İlk işi, 3 Aralık 1919 yılında, şimdiki adı İstiklal Caddesi olan Cadde-i Kebir'de 80 numaralı dükkânın içine girip kasasını kırdıktan sonra, üç bin drahmiyi çalmak olur. Sağ kolunun iç tarafında eli kamalı bir kız ile sol kolunda iki çiçek ortasında bir haç ve M harfi olan (Sevgilisi Mari'nin isminin baş harfi) dövmeleriyle bilinir. Alman Lokantası'nda çıkardığı olaylar meşhurdur. Fakat hiç suçüstü yakalanmaz. Polisler, dükkândan içeri girdiğim zaman Kosti'yi sevgilisi Mari'yle rahatça otururken bulurlar. Yerde ise birkaç kişi yaralı vaziyette yatıyordur daima. Kosti, İngiliz polisleri tarafından kollanır. Beyoğlu'nda bir terör havası estirir. Tünel'in çıkışından Taksim'e kadar bütün mıntıkanın hâkimidir. Birçok suça bulaşır, itiraz edeni öldürmekten çekinmez. Ziba Yokuşu'nda bir Ermeni tüccarı öldürmesine rağmen, İngiliz polisleri tarafından kurtarılır. Dokunulmazlığına olan güveninden ötürü, Hamidiye'de kendisini tutuklamaya çalışan bir zaptiye çavuşunu bile bıçaklar. 9 Temmuz 1921'de Çeşme Meydanı'ndaki Yakup Efendi Birahanesi'nin önünde, sonradan “nâmı büyüyecek olan bir tıfıl” olan Laz Hüseyin tarafından dört bıçak darbesiyle öldürülür.
1884 yılında İstanbul'da doğan Nikola'nın çocukluğu, Zindankapı'da babası Yorgo Efendi'nin yaptığı közlemeleri satmakla geçer. Babası, Nikola küçük yaştayken ölünce, bir süre daha işi devam ettirmesine rağmen, ne hamur tutmasını, ne de yağda közleme yapmasını beceremediğinden işi tutturamaz. Bir müddet de hamallığı dener. Fakat gözü kolay para kazanma yollarındadır. Genç ve kuvvetlidir. Haraç almaya ilk kez babasının dostu Tatyos Efendi'den başlar. Bir süre sonra yaşlı adam direnince, Nikola ilk vukuatına imza atar. Babasının en iyi arkadaşını jiletle yaralar. Artık başka bir yola girmiştir. Jilet atmakta ustalaşır, bileği de kuvvetlidir. Kısa süre de Zindankapı'nın hamallarını haraca kesmeye başlar. Artık “Unkapanı'nın dayısı”dır. Sabahtan akşama Mihal'in Kahvesi'nde oturup ayağına getirilen haraçların keyfini sürer. Haracını vermek istemeyen dört kişiyi yaralar, Rıza isminde bir hamalı da öldürür. Bir kavgasında yüzünden yaralanır ve bu yara sol yanağından gözüne kadar bir bıçak izi bırakır. Bundan sonra adı Kesik Nikola'dır. Polis peşine takıldığında da sevgilisi Olga'nın Kasımpaşa Ziba'daki evinde saklanır. Nikola, işlerini büyütmekte kararlıdır. Bazı kumarhaneler ve randevu evlerini kendisine bağlar. Beyoğlu'nda nâmı yürüyordur artık. Fakat ismi, 1922'de İstanbul'da adını yeni duyurmaya başlayan Laz Hüseyin tarafından Şık Manol'un kumarhanesinde öldürülmesiyle, İstanbul sokaklarından silinir.
Konya'da kan davasına karışan babası Todori'yle küçük yaşta İstanbul'a gelen Ligor, 1888 yılında doğar. İstanbul'a kaçsa da kan davasından kurtulamayan aileyi takip eden hasımlarla Todori arasında çıkan çatışmada, Ligor sağ kolundan yaralanır ve sakat kalır. Fener'de oturan Todori Efendi, muhitinde ünlü bir terzidir. Fakat oğlu Ligor, sağ elindeki sakatlık yüzünden bu mesleği yürütemeyecektir artık. Ligor da kendisini sokaklarda bulur. Ömer Ünal'ın “korkunç denecek süratle bıçak kullanırdı” dediği Ligor, bu özelliği nedeniyle âlemde “solak” lakabıyla nam yapar. 1908'de Balat'ta bir Yahudi tüccarı vurarak ilk vukuatına imza atar. Bu dönemde babasını kaybeden Ligor için kabadayılık yolunda bir engel kalmamıştır artık. şöhreti önce Unkapanı'nda yayılır. Oradan Eyüp'e kadar olan mıntıkanın dört yıl boyunca sözü geçen tek kabadayısı olur. Bir süre sonra kalpazanlık işine bulaşır ve sonunu da bu iş getirir. 1921'de piyasaya sürdüğü sahte İngiliz paraları yüzünden yakalanır ve hapse atılır. Hapisten çıkıp çıkmadığını kimse bilmez.
Arnavutköylü balıkçı Miltiyadis'in 1892 doğumlu oğlu Yorgi, Ayazma'da küçükken babasıyla balığa çıkarak mesleğin inceliklerini öğrenir. 11 yaşında, balık pişirdiği tavanın sandalda devrilmesiyle yüzünün çeşitli yerleri yanar. Bu yüzden lakabı “yamalı”dır. Polis kayıtlarında da alameti olarak “sağ kulağından yanağına doğru yanık izi” olduğu yazar. Sabıkalılar arasına girmesine sebep olan olay, 17 yaşındayken tartıştığı bir balıkçıyı Rumelihisarı'nda bıçaklamasıdır. Daha sonra, bu kez Kandilli'de ağ atma kavgasına bulaşır ve tartıştığı dört kişiyi yaralar. Bu vukuattan sonra, esas geçim kaynağı karmanyolacılık olmuştur, yani şehrin ıssız yerlerinde insanları sıkıştırıp paralarını alır. Bu sırada İzmirli Despina'ya âşık olur ve birlikte Ayazma'da yaşamaya başlarlar. 1921'de Bebek'te kendisine haraç vermeyen bir faytoncuyu ve Ortaköy'de bir kahveciyi öldürmesiyle, şehrin korkulan adamlarından biri olur. Boğaz'ın Rumeli yakasının haracını o topluyordur artık. Osmanlı zaptiyelerinden defalarca kez kaçmayı başarır. “Su testisi su yolunda kırılır” misali, 1923'te Arnavutköy'de bir kuytuda ölü bulunur.
1870 yılında Trablusşam'da doğan Mişel'in İstanbul'a ne sebeple geldiğini bilen yok. İstanbul'da İslam'a ihtida eden Mişel, Hüsnü ismini alır ve Arap lakabıyla anılır. Tophane civarında genç külhanların hepsini sindirmiş, Salı Pazarı'nda haracını vermeyen iki kişiyi öldürmesiyle nâm yapmıştır. Ömer Ünal'ın “Heyula gibi, iri yarı, insanın rüyasında görse korkacağı bir tipti” diye tarif ettiği Arap Hüsnü, kabadayılığının son yıllarında kaçak içki satışına girer. Bu işten dolayı defalarca kez hapse girip çıkan Hüsnü, Cumhuriyet'in ilan edilmesinin ardından
Tokatlı Milaço'nun 1890 doğumlu oğlu Manol'u diğer kabadayılardan ayıran özelliği, her daim çok sık giyinmesidir. “Sırtından eksik etmediği kadife yakalı paltosu, başındaki fötr şapkası ve boynundan hiç eksik etmediği kravatı ile bir kabadayıdan ziyade kalem efendisine benzeyen” Manol, bu yüzden “şık” lakabıyla anılır. Ömer Ünal'ın “Yüreği ve bileği ile tipi böylesine birbirine zıt ne insan gördüm, ne de bir kabadayı tanıdım” diye tarif ettiği Manol'un İstanbul'daki kabadayılığı pek uzun sürmez. Tokat'ta büyük bir çiftliği olan babası, onu okumak için İstanbul'a yollasa da, Manol'un okumaya pek niyeti yoktur. Yeşilköy'de kendine bir ev tutan ve bir süre sonra Galata'da kumarhaneye işletmeye başlayan Manol, haraç işlerine hiç bulaşmaz. İstanbul'da kısa süreli hüküm süren bu kabadayıyı Ünal şöyle anlatıyor: “Manol, kabadayılığı süresince hiç adam öldürmemiş, hatta ne bıçak, ne tabanca, ne de başka bir alet kullanmıştır. Onun en büyük silahı, kısacık boyuna rağmen, son derece çevik bir şekilde zıplayıp hasmına vurduğu kafası ve yumruğu idi. En kızdığı şey de haksızlıktı. Bir gün Kuledibi'nde kavga edince, o zaman görevli olduğum Asmalımescit Karakolu'ndan olay yerine geldim. Şık Manol, etrafını saran 6 kişi ile kıyasıya dövüşüyordu. Bu altı kişinin üçü ellerinde falçata bulunduruyordu. Fakat maymun gibi çevik olan Şık Manol'u bir biçime getirip haklayamıyorlardı. Ne yalan söyleyeyim, o kavgayı, daha doğrusu Şık Manol'u seyretmek için işe birkaç dakika müdahale edemedim. 'Zaptiye geldi' sesleri üzerine, çil yavrusu gibi dağılanlar altı kişi oldu. Şık Manol ise telaşsız, yerdeki fötr şapkasını alıp kafasına geçirdikten sonra kavganın sebebi anlaşıldı. Manol'un kapıştığı 6 kişilik grup, Kasımpaşa'dan gelip onun oturduğu kahve sahibinden haraç istemiş, buna dayanamayan Manol da kafası ile bileğini konuşturmuştu.”
1910'lu yıllarda özellikle Üsküdar sokaklarında hüküm süren Piç Ardaş, 1886'da Sivas'ta doğar. Koca Mavnacı'yı öldürdükten sonra dikkatleri üzerine toplayan Ardaş, küçük yaştayken Sivas'tan getirilip Selamsız'daki Ermeni kilisesinde bir papaza bırakılır. Neyin nesi olduğu bilinmeyen Ardaş'a nüfus kâğıdı çıkarılırken, baba hanesine kendisini teslim alan Sarkis adındaki papazın adı yazılır. Bu durumdan ötürü “piç” lakabıyla anılır. Kilisede büyüyen Ardaş, tüm çabalara rağmen okumayınca, meslek öğrenmesi için bir fırına çırak olarak verilir. Ömer Ünal'ın aktardığına göre, “doğuştan asi ruhlu” olan Ardaş, ilk suçunu fırında beraber çalıştığı Erbaalı arkadaşı Yusuf'u fırıncı küreğiyle yaralayarak işler.
Bu olaydan sonra, fırında çalışmayı bırakan Ardaş, 24 yaşındayken Selamsız'daki kilisenin iki papazını yaralayınca artık meskeni sokaklar olur. Papazlara saldırmasının sebebi de kendisine istediği parayı vermemeleridir. Doğancılar'ı haraca kesen Ardaş, bir süre sonra gönlünü Kumkapılı Ağavni'ye kaptırır. Ağavni'nin babası Krikor'un, kızını Ardaş gibi birisine vermek istememesi kendisi için pek hayırlı olmaz. Bir gece Ağavni'nin evini basıp onu kaçıran Ardaş, kızın babası Krikor'u da ağır yaralar. Ardaş, I. Dünya Savaşı'nın ardından Ağavni'yle birlikte yaşadıkları Ümraniye yolu üzerindeki evinden Üsküdar sokaklarını yönetenlerden birisidir artık. Ardaş'a esas şöhreti ise İstanbul'un namlı kabadayılarından Mavnacı Ali'yi “hacamat” etmesi getirir.
Rizeli Mavnacı Ali, 1906'da Üsküdar'ın “haracını yiyen” Karamanlı Yusuf'u Üsküdar vapur iskelesinin önünde falçatayla öldürmesinin ardından, 16 yıl boyunca hem Üsküdar'da, hem de Beyoğlu'nda “borusunu öttüren” namlı bir kabadayıdır. Ali'nin Piç Ardaş'ın Üsküdar'da isminin duyulmasından duyduğu rahatsızlık, kendi avanesinden birkaç kişinin Ardaş tarafından dövülmesiyle ayyuka çıkar. 26 Kasım 1920'de, Mavnacı, Ardaş'ı öldürmek için bir tuzak kurar ve onu Kuzguncuk'a çağırır. Fakat hesabı tutmaz ve iki hasım Kuzguncuk'taki Yalı Kahvesi'nin önünde bıçaklarla kapışırlar. Düelloda şans, iki parmağını kaybetmesine rağmen Ardaş'a güler. Sağ el başparmağı ve işaret parmağının kesik olması, polis kayıtlarında en belirgin alameti olarak geçer. Bu kavgadan sonra Üsküdar'ın tek hâkimi olan Ardaş'ın da saltanatı uzun sürmez. Cumhuriyet'in kurulmasıyla birlikte, sevgilisi Ağavni'yi de yanına alıp ortadan kaybolur.
Bu olaydan sonra, fırında çalışmayı bırakan Ardaş, 24 yaşındayken Selamsız'daki kilisenin iki papazını yaralayınca artık meskeni sokaklar olur. Papazlara saldırmasının sebebi de kendisine istediği parayı vermemeleridir. Doğancılar'ı haraca kesen Ardaş, bir süre sonra gönlünü Kumkapılı Ağavni'ye kaptırır. Ağavni'nin babası Krikor'un, kızını Ardaş gibi birisine vermek istememesi kendisi için pek hayırlı olmaz. Bir gece Ağavni'nin evini basıp onu kaçıran Ardaş, kızın babası Krikor'u da ağır yaralar. Ardaş, I. Dünya Savaşı'nın ardından Ağavni'yle birlikte yaşadıkları Ümraniye yolu üzerindeki evinden Üsküdar sokaklarını yönetenlerden birisidir artık. Ardaş'a esas şöhreti ise İstanbul'un namlı kabadayılarından Mavnacı Ali'yi “hacamat” etmesi getirir.
Rizeli Mavnacı Ali, 1906'da Üsküdar'ın “haracını yiyen” Karamanlı Yusuf'u Üsküdar vapur iskelesinin önünde falçatayla öldürmesinin ardından, 16 yıl boyunca hem Üsküdar'da, hem de Beyoğlu'nda “borusunu öttüren” namlı bir kabadayıdır. Ali'nin Piç Ardaş'ın Üsküdar'da isminin duyulmasından duyduğu rahatsızlık, kendi avanesinden birkaç kişinin Ardaş tarafından dövülmesiyle ayyuka çıkar. 26 Kasım 1920'de, Mavnacı, Ardaş'ı öldürmek için bir tuzak kurar ve onu Kuzguncuk'a çağırır. Fakat hesabı tutmaz ve iki hasım Kuzguncuk'taki Yalı Kahvesi'nin önünde bıçaklarla kapışırlar. Düelloda şans, iki parmağını kaybetmesine rağmen Ardaş'a güler. Sağ el başparmağı ve işaret parmağının kesik olması, polis kayıtlarında en belirgin alameti olarak geçer. Bu kavgadan sonra Üsküdar'ın tek hâkimi olan Ardaş'ın da saltanatı uzun sürmez. Cumhuriyet'in kurulmasıyla birlikte, sevgilisi Ağavni'yi de yanına alıp ortadan kaybolur.
Osmanlı sosyal hayatının önemli bir parçası olan kabadayılar, kendilerini mahallenin düzenini sağlamakla sorumlu görürlerdi; ancak 20. yüzyılın başından itibaren bozulan sistem, onları suç âleminin önemli bir parçası haline getirdi.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?