Biraz da olsa tarih kokan karikatürlerdir.
Sigaradan daha zararlı, sigaraya göre daha az tepki gösterilen tütün içeceği.
Nargile, Balkanlar, Ortadoğu ve Güney Asya'ya özgü geleneksel bir tütün içme aracıdır. Kullanıcının bir hortum aracılığıyla sudan geçerek süzülen dumanı içine çekmesini sağlayan bir düzenek olan nargile, içim şekli ve adabı, yüzlerce yılda oluşmuş kullanım geleneği ile basit bir aletten fazlasını ifade etmekte olup, doğu kültürünün bir parçası haline gelmiştir.
Nargile, doğu kültürünün bir öğesi olmakta ile birlikte doğuş yerinin Hindistan olduğu zannedilmektedir. Çok farklı kültürlerin farklı adlandırdıkları bu keyif aracı, Araplar tarafından “Narcile”, İranlılar tarafından da “Kalyan” diye adlandırılır. Asıl nargilenin kökeni ise Farsça'da “Hindistan cevizi” anlamına gelen “Nargil”den gelir. Hindistan'da ortaya çıkan nargilenin ilk örnekleri, Hindistan cevizinin içinin çıkarılıp kabuğuna bir kamış sokularak yapılmıştır. Zamanla Hindistan cevizi yerine kabak kullanılmaya başlanmış, kullananların sayısı arttıkça porselen ve bronz da nargile için elverişli malzemeler haline gelmiştir. Bunları cam, billur, çini hatta gümüş gövdeli nargileler izlemiştir. Hindistan'da doğan nargile, başta İranlılar olmak üzere Araplar, daha sonra da Osmanlılarla tanışmıştır.
Osmanlı döneminde İran'dan getirilen ve zamanın kahvehanelerinde muhabbetlere eşlik eden tömbeki, bazı padişahlar tarafından yasaklanmıştır. Nargile de uzun zaman İstanbul Tophane'de, İzmir Kemeraltı'nda ve Ankara Gençlik Parkı'nda tömbeki olarak sunulmaya başlanmıştır. Bu nostaljik mekânların müdavimlerini ise genellikle orta yaşın üstündeki insanlar oluşturuyordu. Daha sonraki, yani yakın dönemlerdeki aromalı nargilelerin hayatımıza girmesi ile daha hafif bir içecek haline gelen nargile genç kitle tarafından da tercih edilmeye başlandı.
Nargile, Balkanlar, Ortadoğu ve Güney Asya'ya özgü geleneksel bir tütün içme aracıdır. Kullanıcının bir hortum aracılığıyla sudan geçerek süzülen dumanı içine çekmesini sağlayan bir düzenek olan nargile, içim şekli ve adabı, yüzlerce yılda oluşmuş kullanım geleneği ile basit bir aletten fazlasını ifade etmekte olup, doğu kültürünün bir parçası haline gelmiştir.
Nargile, doğu kültürünün bir öğesi olmakta ile birlikte doğuş yerinin Hindistan olduğu zannedilmektedir. Çok farklı kültürlerin farklı adlandırdıkları bu keyif aracı, Araplar tarafından “Narcile”, İranlılar tarafından da “Kalyan” diye adlandırılır. Asıl nargilenin kökeni ise Farsça'da “Hindistan cevizi” anlamına gelen “Nargil”den gelir. Hindistan'da ortaya çıkan nargilenin ilk örnekleri, Hindistan cevizinin içinin çıkarılıp kabuğuna bir kamış sokularak yapılmıştır. Zamanla Hindistan cevizi yerine kabak kullanılmaya başlanmış, kullananların sayısı arttıkça porselen ve bronz da nargile için elverişli malzemeler haline gelmiştir. Bunları cam, billur, çini hatta gümüş gövdeli nargileler izlemiştir. Hindistan'da doğan nargile, başta İranlılar olmak üzere Araplar, daha sonra da Osmanlılarla tanışmıştır.
Osmanlı döneminde İran'dan getirilen ve zamanın kahvehanelerinde muhabbetlere eşlik eden tömbeki, bazı padişahlar tarafından yasaklanmıştır. Nargile de uzun zaman İstanbul Tophane'de, İzmir Kemeraltı'nda ve Ankara Gençlik Parkı'nda tömbeki olarak sunulmaya başlanmıştır. Bu nostaljik mekânların müdavimlerini ise genellikle orta yaşın üstündeki insanlar oluşturuyordu. Daha sonraki, yani yakın dönemlerdeki aromalı nargilelerin hayatımıza girmesi ile daha hafif bir içecek haline gelen nargile genç kitle tarafından da tercih edilmeye başlandı.
And Dağları'nın bir dağının zirvesinde, 2.360 m yükseklikte, Urubamba Vadisi üzerinde kurulmuş olup Peru'nun Cusco şehrine 88 km mesafededir. Şehir, İnkalı bir hükümdar olan Pachacutec Yupanqui tarafından 1450 yılları civarında inşa ettirilmiştir. İspanyol istilacılar 1532 yılında buraları işgal ederken sık dağlar arasında kalmış bu şehir, istilacılar tarafından fark edilmemiş ve bu sayede zarar görmemiştir. Machu Picchu 200'den fazla merdiven sistemiyle birbirine bağlı olan taş yapıdan oluşur. Şehrin 3000 basamağı bugün hâӀâ gayet iyi durumdadır.
Kuruluş amacı ve anlamı bugüne kadar gelmiş olan tartışma konusudur. Günümüze gelmeyi başarmış bilimsel kanıt içerikli çok fazla ipucu bulunmamasından sadece tahminler yapılabilmektedir. Bu yüzden o zamanlardaki adı bilinemeyen şehir, ismini bugün yakınlarda olan bir dağ zirvesinden almıştır. Şehrin tarım alanı olarak kullanılan teraslardan oluşan bölümleri, Eski Zirve (Quechua dilinde: Machu Picchu) denen dağın eteklerindedir. Şehrin sonunda ise Genç Zirve (Quechua dilinde: Wayna Picchu) yükselir.
Kuruluş amacı ve anlamı bugüne kadar gelmiş olan tartışma konusudur. Günümüze gelmeyi başarmış bilimsel kanıt içerikli çok fazla ipucu bulunmamasından sadece tahminler yapılabilmektedir. Bu yüzden o zamanlardaki adı bilinemeyen şehir, ismini bugün yakınlarda olan bir dağ zirvesinden almıştır. Şehrin tarım alanı olarak kullanılan teraslardan oluşan bölümleri, Eski Zirve (Quechua dilinde: Machu Picchu) denen dağın eteklerindedir. Şehrin sonunda ise Genç Zirve (Quechua dilinde: Wayna Picchu) yükselir.
oy kullanmadım.
Siyasi paylaşım yapmayı sevmem. Ama artık dayanamadım yapacam. Günah benden gitti. Anayasa Değişikliği referandumu sürecinde şu iki insan tipini gerçekten anlayamadım:
1) Herkesin hayrı, sevabı kendine ama hayatında bir gram hayır(iyilik) yapmayı bırakın hayır kelimesini ağzına almaktan mütemadiyen kaçınmış, imtina etmiş, sabahları "hayırlı sabahlar" diyen birini gördüklerinde yüzyıllar öncesinden ışınlanmış mı lan bu diye bakan insanların bu süreçte hayır kelimesini ağzında haftalarca çiğnenmiş sakıza çevirmeleri günün her anı hayırlı sabahlar, hayırlı akşamlar, hayırlı traşlar, hayırlı sıçışlar,.... hiç yakışmıyor yapmayın.
2) Evet'i milli egemenlik meselesi, dini İslami itikadi bir şeymiş hatta daha üstü kendi kafalarında uydurdukları Tayyibizm dininin kelime-i tevhidi gibi lanse eden, değişiklik maddelerini baştan sona hiç okumamış bazı insanlar. Yahu bu referandum sonucunda değişiklikler yürürlüğe girdiğinde Cumhurbaşkanlığı sistemine geçmiş bir Türkiye daha İslami bir ülke, daha mübarek bir ülke olmayacak. Referandumdan önce ne kadar "İslami" ne kadar "hukuk" devletiyse, ne kadar laik bir ülkeyse aynı şekilde devam edecek. Ne bir gram fazla İslami, ne bir gram az laik olacak. O kadar. Bitti.
1) Herkesin hayrı, sevabı kendine ama hayatında bir gram hayır(iyilik) yapmayı bırakın hayır kelimesini ağzına almaktan mütemadiyen kaçınmış, imtina etmiş, sabahları "hayırlı sabahlar" diyen birini gördüklerinde yüzyıllar öncesinden ışınlanmış mı lan bu diye bakan insanların bu süreçte hayır kelimesini ağzında haftalarca çiğnenmiş sakıza çevirmeleri günün her anı hayırlı sabahlar, hayırlı akşamlar, hayırlı traşlar, hayırlı sıçışlar,.... hiç yakışmıyor yapmayın.
2) Evet'i milli egemenlik meselesi, dini İslami itikadi bir şeymiş hatta daha üstü kendi kafalarında uydurdukları Tayyibizm dininin kelime-i tevhidi gibi lanse eden, değişiklik maddelerini baştan sona hiç okumamış bazı insanlar. Yahu bu referandum sonucunda değişiklikler yürürlüğe girdiğinde Cumhurbaşkanlığı sistemine geçmiş bir Türkiye daha İslami bir ülke, daha mübarek bir ülke olmayacak. Referandumdan önce ne kadar "İslami" ne kadar "hukuk" devletiyse, ne kadar laik bir ülkeyse aynı şekilde devam edecek. Ne bir gram fazla İslami, ne bir gram az laik olacak. O kadar. Bitti.
Türk din alimi ve 5. Diyanet İşleri Başkanı.
1940'ların sonuna doğru Amerika'da bir olay cereyan ediyor. Zengin bir adamın ölümünden birkaç yıl sonra bir kadın yanında bir çocukla mahkemeye başvuruyor. Çocuğun ölen adamdan olduğunu iddia ediyor. Ölüden DNA testi yapılamayan bir dönem dünya için.
Amerika hukuk sistemlerinde bu olayın bir karşılığını bulamayınca başka sistemlere müracaat ediyorlar.
Roma hukukuna bakıyorlar yok. Yunan, Hint, Uzakdoğu'da yok. Bir heyet Türkiye'ye geliyor. Dönemin İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen'e yönlendiriliyorlar. İlk başta anlam veremiyor gelen ekip. Gönülsüz de olsa görüşüyorlar.
Bilmen onlara ölen adamın kemiklerinin durup durmadığını sorduğunda şaşkınlıkları iyice büyüyor. Durduğunu söylüyorlar. Ömer Nasuhi onlara kuyruk sokumu kemiğinden bir yer tarif ediyor. Tarif ettiği yere çocuğun bir damla kanını damlatmalarını, eğer o kemik kanı emerse çocuğun o adamdan olduğunu aksi olursa kadının yalancı olduğunu ve buna göre hüküm verebileceklerini anlatıyor.
Gelen ekip görüşmeden memnun olmaksızın şaşkınlıklarını da yanlarına alıp ülkelerine dönüyorlar. Bir müftünün böyle bir tıp bilgisine nasıl hâkim olabileceğine ihtimal veremiyorlar. Ekipteki bir doktorun ise kafasını kurcalıyor bu mesele. Müftünün yanlışlığını ispat etmek için mezar açtırılıp adamın bedeni çıkarılıyor. Tarif edilen kemiğin üzerine önce kendi kanını damlatıyor. Kan akıp gidiyor kemiğin üzerinden. Sonra çocuğun kanını döktüğünde gözleri fal taşı gibi açılıyor. Kemiğin kanı emdiğini gördüğünde hayretini gizlemiyor.
Görüşmede Ömer Nasuhi'nin yanında olanlar da ilk duymuş olacaklar ki heyet gittikten sonra bu meseleyi nereden bildiğini soruyorlar. Adı geçen kemiğin sadece kendi neslini kabul ettiğini uzun uzun anlatıyor. Oradaki küçük bir parçanın önemine değiniyor. Vücuda ne yaparsanız yapın o kemiği yok edemediğinizi, kıyamete kadar hiçbir gücünde buna muktedir olamayacağını, zira mahşerde insanlar o kemik parçasından yeniden diriltileceğini anlatıyor.
*****
"Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?" dedi.
De ki; "Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı bilir."
Yasin Sûresi 78-79. âyetler
1940'ların sonuna doğru Amerika'da bir olay cereyan ediyor. Zengin bir adamın ölümünden birkaç yıl sonra bir kadın yanında bir çocukla mahkemeye başvuruyor. Çocuğun ölen adamdan olduğunu iddia ediyor. Ölüden DNA testi yapılamayan bir dönem dünya için.
Amerika hukuk sistemlerinde bu olayın bir karşılığını bulamayınca başka sistemlere müracaat ediyorlar.
Roma hukukuna bakıyorlar yok. Yunan, Hint, Uzakdoğu'da yok. Bir heyet Türkiye'ye geliyor. Dönemin İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen'e yönlendiriliyorlar. İlk başta anlam veremiyor gelen ekip. Gönülsüz de olsa görüşüyorlar.
Bilmen onlara ölen adamın kemiklerinin durup durmadığını sorduğunda şaşkınlıkları iyice büyüyor. Durduğunu söylüyorlar. Ömer Nasuhi onlara kuyruk sokumu kemiğinden bir yer tarif ediyor. Tarif ettiği yere çocuğun bir damla kanını damlatmalarını, eğer o kemik kanı emerse çocuğun o adamdan olduğunu aksi olursa kadının yalancı olduğunu ve buna göre hüküm verebileceklerini anlatıyor.
Gelen ekip görüşmeden memnun olmaksızın şaşkınlıklarını da yanlarına alıp ülkelerine dönüyorlar. Bir müftünün böyle bir tıp bilgisine nasıl hâkim olabileceğine ihtimal veremiyorlar. Ekipteki bir doktorun ise kafasını kurcalıyor bu mesele. Müftünün yanlışlığını ispat etmek için mezar açtırılıp adamın bedeni çıkarılıyor. Tarif edilen kemiğin üzerine önce kendi kanını damlatıyor. Kan akıp gidiyor kemiğin üzerinden. Sonra çocuğun kanını döktüğünde gözleri fal taşı gibi açılıyor. Kemiğin kanı emdiğini gördüğünde hayretini gizlemiyor.
Görüşmede Ömer Nasuhi'nin yanında olanlar da ilk duymuş olacaklar ki heyet gittikten sonra bu meseleyi nereden bildiğini soruyorlar. Adı geçen kemiğin sadece kendi neslini kabul ettiğini uzun uzun anlatıyor. Oradaki küçük bir parçanın önemine değiniyor. Vücuda ne yaparsanız yapın o kemiği yok edemediğinizi, kıyamete kadar hiçbir gücünde buna muktedir olamayacağını, zira mahşerde insanlar o kemik parçasından yeniden diriltileceğini anlatıyor.
*****
"Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?" dedi.
De ki; "Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı bilir."
Yasin Sûresi 78-79. âyetler
ilk yarı bitti.
uefa avrupa ligi 2016-2017 sezonu çeyrek final ilk maçında lyon karşısında beşiktaş'a basarlar diyorum.
uefa avrupa ligi 2016-2017 sezonu çeyrek final ilk maçında lyon karşısında beşiktaş'a basarlar diyorum.
bakkal değildir o bakkal olsa duramazdın.
eczanedir o eczane.
eczanedir o eczane.
bilinen adıyla seyit onbaşı yada seyit ali onbaşı.
1889 -1939
1909 yılında Osmanlı Ordusu'na katıldı. Balkan Savaşı'nda çarpıştı. I. Dünya Savaşı'nın başlaması ile Çanakkale Cephesi'nde topçu eri olarak göreve başladı. 18 Mart 1915'te Müttefik donanması Çanakkale Boğazı'nı geçmek için saldırıya geçti. Bu sırada Seyit Onbaşı Rumeli Mecidiye Tabyası'nda görevliydi. Türk topçusunun yoğun karşı ateşi ve daha önceden Nusret mayın gemisinin döktüğü mayınlar, bu saldırıyı püskürttü. Yapılan atışlar sebebiyle tabyada bulunan topun mermi kaldıran vinci parçalandı. Bunun üzerine Seyit Ali 215 kilogram ağırlığındaki top mermilerini sırtlayarak top kundağına yerleştirdi.
Seyit Ali, ilk iki atışta Ocean'a hafif bazı hasarlar verdiyse de, üçüncü atışında İngiliz zırhlısı Ocean'a ağır yara verdi. Atılan mermi geminin su kesiminin biraz altına isabet ederek geminin anında yan yatmasına neden oldu, daha sonra Nusret mayın gemisi'nin döktüğü mayınlardan birine çarptı. Ocean'da bu yaradan kısa bir süre sonra alabora olarak battı.Bu yüzden komutan ona onbaşılık ünvanını verdi. Çanakkale savaşından bir gün sonra Seyit Ali Onbaşı'dan top mermisi sırtında fotoğrafı çekilmesi istendi. Seyit Ali Onbaşı ne kadar zorlansa da top mermisini kaldıramadı. Sonra Seyit Ali Onbaşı “Yine savaş çıksın, yine kaldırırım” dedi. Bundan sonra ancak fotoğrafı tahta bir mermiyle çekilebildi.
Savaşın sona ermesi ile 1918'de köyüne dönen Seyit Ali, ormancılık ve kömürcülük işlerine devam etti. 1934 yılında çıkartılan Soyadı Kanunu ile Çabuk soyadını aldı. Seyit onbaşı 1939 yılında verem hastalığı yüzünden hayatını kaybetti.
1889 -1939
1909 yılında Osmanlı Ordusu'na katıldı. Balkan Savaşı'nda çarpıştı. I. Dünya Savaşı'nın başlaması ile Çanakkale Cephesi'nde topçu eri olarak göreve başladı. 18 Mart 1915'te Müttefik donanması Çanakkale Boğazı'nı geçmek için saldırıya geçti. Bu sırada Seyit Onbaşı Rumeli Mecidiye Tabyası'nda görevliydi. Türk topçusunun yoğun karşı ateşi ve daha önceden Nusret mayın gemisinin döktüğü mayınlar, bu saldırıyı püskürttü. Yapılan atışlar sebebiyle tabyada bulunan topun mermi kaldıran vinci parçalandı. Bunun üzerine Seyit Ali 215 kilogram ağırlığındaki top mermilerini sırtlayarak top kundağına yerleştirdi.
Seyit Ali, ilk iki atışta Ocean'a hafif bazı hasarlar verdiyse de, üçüncü atışında İngiliz zırhlısı Ocean'a ağır yara verdi. Atılan mermi geminin su kesiminin biraz altına isabet ederek geminin anında yan yatmasına neden oldu, daha sonra Nusret mayın gemisi'nin döktüğü mayınlardan birine çarptı. Ocean'da bu yaradan kısa bir süre sonra alabora olarak battı.Bu yüzden komutan ona onbaşılık ünvanını verdi. Çanakkale savaşından bir gün sonra Seyit Ali Onbaşı'dan top mermisi sırtında fotoğrafı çekilmesi istendi. Seyit Ali Onbaşı ne kadar zorlansa da top mermisini kaldıramadı. Sonra Seyit Ali Onbaşı “Yine savaş çıksın, yine kaldırırım” dedi. Bundan sonra ancak fotoğrafı tahta bir mermiyle çekilebildi.
Savaşın sona ermesi ile 1918'de köyüne dönen Seyit Ali, ormancılık ve kömürcülük işlerine devam etti. 1934 yılında çıkartılan Soyadı Kanunu ile Çabuk soyadını aldı. Seyit onbaşı 1939 yılında verem hastalığı yüzünden hayatını kaybetti.
(bkz: seyit ali çubuk)
(bkz: seyit ali onbaşı)
I. Dünya Savaşı sırasında 1915–1916 yılları arasında Gelibolu Yarımadası'nda Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında yapılan deniz ve kara muharebeleridir.
İngiliz ve Fransızların Çanakkale Savaşı'nda İşledikleri Savaş Suçu: Topuk Patlatan Zehirli Çiviler...
Çanakkale savaşlarında İngilizlerin ve Fransızların 4 tarafı sivri, yere düştüğünde her zaman sivri tarafı üstte kalan zehirli çivilerle binlerce Türk askerimiz kangren oldu, bir kısmı da bu zehirlenmeler sonucu şehit oldu.
Dört tarafı sivri, uçları balık oltasına benzer bir şekilde imal edilen bu çiviler yere nasıl düşerse düşsün sivri tarafı hep üstte kalıyor. Türk askerinin yürüyüş yollarına atılan bu çiviler, gece karanlığında fark edilmediğinden askerlere büyük zarar veriyordu. Ayakkabıdan kolayca geçen bu çiviler, askerlerin topuk kemiklerini kırarak yaralıyordu. Ameliyatsız çıkarılması imkansız olan bu çiviler, zehirlenmelere ve kangrene sebep oluyordu.
Tarih Gazetesi
İngiliz ve Fransızların Çanakkale Savaşı'nda İşledikleri Savaş Suçu: Topuk Patlatan Zehirli Çiviler...
Çanakkale savaşlarında İngilizlerin ve Fransızların 4 tarafı sivri, yere düştüğünde her zaman sivri tarafı üstte kalan zehirli çivilerle binlerce Türk askerimiz kangren oldu, bir kısmı da bu zehirlenmeler sonucu şehit oldu.
Dört tarafı sivri, uçları balık oltasına benzer bir şekilde imal edilen bu çiviler yere nasıl düşerse düşsün sivri tarafı hep üstte kalıyor. Türk askerinin yürüyüş yollarına atılan bu çiviler, gece karanlığında fark edilmediğinden askerlere büyük zarar veriyordu. Ayakkabıdan kolayca geçen bu çiviler, askerlerin topuk kemiklerini kırarak yaralıyordu. Ameliyatsız çıkarılması imkansız olan bu çiviler, zehirlenmelere ve kangrene sebep oluyordu.
Tarih Gazetesi
helal kaderini haram falından okuyamazsın demişler.
yalan söylemek. Yerine göre istemesem de çok iyi yalan söylerim. Kendim inanır sonra karşı tarafı inandırırım.
''bağıra bağıra yazdım seni içime''
(bkz: akaid ilmi)
özet geç diyen olursa islam dinine göre, fıkhen caiz değildir.
Sisteme katılan kişi, direk olmasa bile piyasa değeri 50 lira olan bir ürünü 500 liraya (güya) satın alarak-kaybetme ihtimalinin de var olduğunu bilerek- sisteme bir miktar para vermektedir.
Katılımcının asıl gayesi ürün satın almak değil de kısa yoldan kâr etmek olduğu için, sadece kamuflaj fonksiyonlu bir ürün, muamelenin şer'an caizliği için yeterli olmaz. Çünkü “Bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir” külli/genel kaidesi bunu gerektirmektedir. “Network marketing” sistemi iç içe girmiş kumar ve hile halkalarından ibarettir.
İslam'da her hangi bir malın mülkiyetinin bir zimmetten diğer zimmete intikali için, akit, miras, hibe, iktisap vb. yollar vardır. Fakihler, şer'i delillerden hareketle mülkiyet nakledici akitlerin sahih olabilmesi için belli başlı şartlar tespit etmişlerdir. Bir akdin meşru olabilmesi için insanların mallarını haksız yollarla yemeye vesile olmaması; insanların bilgisizliklerini ve başka zaaflarını kullanarak onların tuzağa düşürülmemesi; akdin kumar, faiz ve fuhuş gibi şer'i şerifin yasakladığı şeylere müncerr olmaması(böyle bir sonuca varmaması) gerekir.
Network marketing sistemine, İslam hukukunun sabit kaideleri çerçevesinde baktığımızda ilk etapta sahih olabileceği gibi bir intiba oluşmaktadır. Çünkü ortada, akdin mevzuunu teşkil eden şer'an yasak olmayan bir ürün vardır. Ve ürün normal fiyatının çok üzerinde de olsa alıcı tarafından kabul edilmektedir. Bir kişinin herhangi bir malı normal fiyatının üzerinde bir fiyatla satın almasında bir mahzur yoktur. Bu sistemin Müslümanlar arasında yaygınlaşıp mahiyetinin tam deşifre edilmediği zamanlar itibariyle caiz olduğuna dair birtakım fetvalar da verilmesi belki bu yüzdendir. Ancak söz konusu sistemin, gerçek mahiyeti tam olarak anlaşıldığında, İslam hukukunun alış-veriş akdinin meşruiyeti için gerekli gördüğü şartlar bulunmadığı gibi, kesin olarak yasaklanan birtakım gayr-i meşrulukları barındırdığı anlaşılmaktadır. Bu mahzurları maddeler halinde aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz:
Network marketing fıkhın sabit prensiplerine aykırıdır
İslam hukukunda akitler birtakım ihtiyaçları karşılamak için meşru kılınmıştır. Bu sebeple, kullanılması meşru olan bir ürüne sahip olmak için yapılan bir akit ve pazarlamanın fıkhen caiz olduğu hakkında bir ihtilaf yoktur. Ancak Network marketing sisteminin ağına düşen pazarlamacıların hemen hiç birisinin asıl gayesi iktisadi ürüne sahip olmak değildir. Bilakis, başka kişileri de sembolik olan ürünü fahiş fiyata satın almaya ikna ederek kendileri gibi ağa takılmalarını temin etmeye çalışmaktan ibarettir. Taraftarlar ne kadar aksini iddia etseler de, bu sistemde iktisadi ürün, sadece bir kamuflajdan ibarettir. Nitekim bu sistem, Amerika'da arada ürün olmadan yapılan saadet zinciri sisteminin yasaklanması üzerine, hukuku arkadan dolanma amacıyla geliştirilmiştir. Network marketing yöntemiyle çalışan şirketlerin reklamlarına bakıldığında da asıl gayenin iktisadi ürün olmadığı son derece net bir şekilde görülebilir. Söz konusu ağa katılacak kişiler basit bir meblağ mukabilinde sisteme üye olarak aşırı kâr edecekleri vadi ile tuzağa düşürülmektedir.
Sistemin özü aldatma mantığıyla çalışmaktadır
Network marketing yönteminin akit sistemi temelde insanların çalışmadan fazla para kazanma zaafları üzerine kurulmuştur. Nitekim değişik isimler altında bu sistemle çalışan şirket sahipleri ve piramidin tepesine kurulmuş olanlar, çoğunlukla kazanamayan ama kazanma beklentisiyle sistemin ağına düşmüş olan aşağı derecedekilerin aleyhine aşırı kâr etmektedir. Piramidin alt kısımlarında yer alan üyeler ise öncelikle sisteme kaptırdıkları paralarını geri alabilmek; daha sonra da ikna ettikleri veya kandırdıkları kişiler vasıtasıyla daha çok kişinin sistemin ağına düşmesini temin etme mecburiyetinde kalmaktadır. Bu ise, ne pahasına olursa olsun, sırf para kazanma amacına yoğunlaşmış olan kişileri adeta sitemin kölesi haline getirmek ve başkalarının alın terinden rant sağlamaya çalışmak anlamına gelmektedir. Zira ağa katılanların tamamı, ağa katılma amaçlarının gerçekleşebilmesinin, başka kurbanların da aynı şekilde ikna edilmelerine ve ağa takılmalarına bağlı olduğunu bilmekte ve bu sebepler de daha çok kişinin ağa takılmasını beklemektedirler.
Fıkhın Akit sistemine uymuyor
Network marketing sistemi islam Hukukunda bir alış-veriş akdinin sahih olması için gerekli şartları taşımamaktadır. Gerçi ilk etapta bir “akdin inikadı” (sözleşme) için gerekli olan rükünleri (icab, kabul, akideyn, makudün aleyh) teşkil eden unsurlar bulunmaktadır. Ancak bu unsurlar akdin sadece inikadı için yeterlidir. islam Hukukunda akdin inikad şartlarından ayrıca sıhhatinin şartları da vardır. Diğer bir ifade ile inikad etmiş olan her akit sahih akit olarak kabul edilmez. Akdin sıhhati için inikat şartlarının dışında başka şartlar da aranır. işte bu açıdan baktığımızda network marketing sisteminin akdin sıhhat şartlarını taşımadığı görülmektedir. Şöyle ki; öncelikle bu sistemde, birtakım belirsizlikler (ğarar) vardır. Çünkü network marketing sistemiyle çalışan şirketlerin asıl sahipleri, ağa ne kadar kişi takıldığında ne kadar kazanacaklarını, ama her hal-ü kârda mutlaka kazanacaklarını bildikleri halde, pazarlamacılar için böyle bir garanti söz konusu değildir. Zira katılımcıların kâra geçebilmeleri için, belli sayıda kişilerin sisteme dâhil olmasını temin etmeleri gerekmektedir. Bunu başarıp başaramayacakları ise belirsizdir.
Network marketing sistemi ne kadar devam ederse etsin, mutlaka bir sınırda duracak ve alt tabakadakiler mutlaka zarar edecektir. Bu ağa takılan kişi, kâr eden üst tabakada mı, yoksa zarar eden alt tabakada mı olacağını bilmez. Vakıa piramidin tepe noktasındaki az sayıdaki kişi kâr ederken, aşağı doğru inildikçe risk artmakta ve katılımcıların çoğu zarar etmektedir. Bu demektir ki, bu sistemde galip durum zarar, asıl durum ise belirsizliktir. işte bu belirsizlikler akdin fasit olmasına sebep olmaktadır. Bilindiği gibi, fasit akitler imam Azam'a göre riba /faiz hükmündedir, imam Şafi'ye göre ise tamamen geçersizdir.
Sistem iç içe geçmiş kumar halkalarından oluşmaktadır
Network marketing sistemi, çoğunlukla sembolik ve mevhum bir satış akdi ile perdelenmiş olsa da, aslı itibariyle başkalarını kandırma mantığı üzerine kurulmuştur. Çünkü yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, bu sisteme katılanların asıl gayesi hiçbir zaman ürün satın almak değil; kolay yoldan para kazanmaktır. Dolayısıyla akit konusu olan ürünün, payanda olmanın dışında hiçbir rolü kalmamaktadır. Zira bu sisteme katılan kişi, direk olmasa bile piyasa değeri 50 lira olan bir ürünü 500 liraya (güya) satın alarak, sisteme bir miktar para vermekte (misalimizde 450 lira vermiş oluyor) onun karşılığında ise kazanma ihtimalinin de, kaybetme ihtimalinin de var olduğunu bilmektedir. Diğer bir ifade ile belli sayıda kişiyi kandırabildiği takdirde ortaya koyduğu paradan daha fazlasını kazanacağını; kimseyi ikna edemediği takdirde ise yatırdığı parayı da kaybedeceğini bilerek katılmaktadır.
Özellikle şebekenin son düzeyinde bulunan (sisteme yukarıda tasvir edilen şekilde para ödeyerek katılıp ta, kimseyi ikna edemeyen) kişinin kaybetmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu durum ise söz konusu akdin, İslam'ın kesin olarak yasakladığı (Maide Sûresi, Ayet 90) kumar ile aynı mantığa sahip olduğunu göstermektedir. Hiçbir Müslüman, “Efendim! Buraya kaptırdığım para nihayetinde 500 tl'den ibarettir, onu kaybettiğimi farz ederim, geçer gider.” diyemez: Yatırılan paranın az veya çok olması, sistemin şer'i hükmünü değiştirmez.
Burada şu noktanın altını bir kere daha çizmekte fayda vardır: Katılımcının asıl gayesi ürün değil de kâr olduğu için, sadece kamuflaj fonksiyonlu bir ürün şer'i hükme medar olamaz. Çünkü “Bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir ” mecellenin külli kaidesi bunu gerektirmektedir. Kaldı ki dört mezhep imamı, bedellerden biri nakit, diğeri ise ürün + nakit olan akitlerde ve yalnız paranın, ürünle beraber bulunan paradan daha az veya ona müsavi olması durumunda faizin olacağı hakkında icma' etmişlerdir. Network marketing sisteminde, kâr eden katılımcı açısından bu durum söz konusudur.
Sistemde aldatma şaibesi var
Bu sistemde şer'an haram olan aldatma / gaşş vardır. Çünkü sisteme katılanların tamamı, kendilerine verilen telkinin etkisi ve çalışmadan para kazanma ümidi ile rayiç bedeli mesela 50 lira olan bir ürünün 500 liraya satılmasını temine çalışmaktadır. Bu ise şeran haramdır. Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) “Bizi aldatan bizden değildir” (Sahih-i Müslim) hadisi – her ne gerekçe ile olursa olsun – Müslümanları aldatmanın son derece tehlikeli olduğunu bildirmektedir.
Dört Maddede Kazanç Piramidi Sistemi
1. Network marketing sistemi çerçevesindeki pazarlama yöntemi, kaynağı itibariyle kapitalist bir zihniyetin ürünü ve her ne pahasına olursa olsun daha fazla para kazanma hırsının bir tezahürüdür ve meşru bir pazarlama yöntemi olarak görülmesi mümkün değildir.
2. Network marketing olarak bilinen sistem şekli itibariyle, ilk etapta ödüllü alış-veriş akdi intibaını vermektedir. Ancak gerek amacı gerekse icra biçimi itibariyle ne alışveriş akdi olarak ve ne de bir ödüllendirme sistemi olarak kabul edilemez. Çünkü mal üzerine yapılan alış-veriş akdinde, kişi ihtiyaç duyduğu bir malı belli bir bedelle satın alır ve satıcıyla olan münasebeti biter. Bu sistemde ise, ağa katılarak kazanç elde etmek isteyenler açısından ihtiyaç duyulan bir malı satın almak söz konusu değildir.
3. Network marketing sistemiyle çalışan şirketlerin tamamında, ağa katılmak isteyen kişi daha önceden sisteme katılan bir kişinin listesine girmeye mecbur edilmektedir. İslam fıkhında bunun bir benzeri yoktur.
4. Bu haliyle network marketing sistemi, şirket sahipleri açısından ince hesaplanmış ve son derece bilinçli bir para kazanma yöntemi iken, ağa katılan pazarlamacılar açısından o derece belirsizlik ve aldatma şaibelerine sahiptir. Bu sebeple fıkhen kesinlikle arızalıdır. (İnsan ve Hayat Dergisi)
Sisteme katılan kişi, direk olmasa bile piyasa değeri 50 lira olan bir ürünü 500 liraya (güya) satın alarak-kaybetme ihtimalinin de var olduğunu bilerek- sisteme bir miktar para vermektedir.
Katılımcının asıl gayesi ürün satın almak değil de kısa yoldan kâr etmek olduğu için, sadece kamuflaj fonksiyonlu bir ürün, muamelenin şer'an caizliği için yeterli olmaz. Çünkü “Bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir” külli/genel kaidesi bunu gerektirmektedir. “Network marketing” sistemi iç içe girmiş kumar ve hile halkalarından ibarettir.
İslam'da her hangi bir malın mülkiyetinin bir zimmetten diğer zimmete intikali için, akit, miras, hibe, iktisap vb. yollar vardır. Fakihler, şer'i delillerden hareketle mülkiyet nakledici akitlerin sahih olabilmesi için belli başlı şartlar tespit etmişlerdir. Bir akdin meşru olabilmesi için insanların mallarını haksız yollarla yemeye vesile olmaması; insanların bilgisizliklerini ve başka zaaflarını kullanarak onların tuzağa düşürülmemesi; akdin kumar, faiz ve fuhuş gibi şer'i şerifin yasakladığı şeylere müncerr olmaması(böyle bir sonuca varmaması) gerekir.
Network marketing sistemine, İslam hukukunun sabit kaideleri çerçevesinde baktığımızda ilk etapta sahih olabileceği gibi bir intiba oluşmaktadır. Çünkü ortada, akdin mevzuunu teşkil eden şer'an yasak olmayan bir ürün vardır. Ve ürün normal fiyatının çok üzerinde de olsa alıcı tarafından kabul edilmektedir. Bir kişinin herhangi bir malı normal fiyatının üzerinde bir fiyatla satın almasında bir mahzur yoktur. Bu sistemin Müslümanlar arasında yaygınlaşıp mahiyetinin tam deşifre edilmediği zamanlar itibariyle caiz olduğuna dair birtakım fetvalar da verilmesi belki bu yüzdendir. Ancak söz konusu sistemin, gerçek mahiyeti tam olarak anlaşıldığında, İslam hukukunun alış-veriş akdinin meşruiyeti için gerekli gördüğü şartlar bulunmadığı gibi, kesin olarak yasaklanan birtakım gayr-i meşrulukları barındırdığı anlaşılmaktadır. Bu mahzurları maddeler halinde aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz:
Network marketing fıkhın sabit prensiplerine aykırıdır
İslam hukukunda akitler birtakım ihtiyaçları karşılamak için meşru kılınmıştır. Bu sebeple, kullanılması meşru olan bir ürüne sahip olmak için yapılan bir akit ve pazarlamanın fıkhen caiz olduğu hakkında bir ihtilaf yoktur. Ancak Network marketing sisteminin ağına düşen pazarlamacıların hemen hiç birisinin asıl gayesi iktisadi ürüne sahip olmak değildir. Bilakis, başka kişileri de sembolik olan ürünü fahiş fiyata satın almaya ikna ederek kendileri gibi ağa takılmalarını temin etmeye çalışmaktan ibarettir. Taraftarlar ne kadar aksini iddia etseler de, bu sistemde iktisadi ürün, sadece bir kamuflajdan ibarettir. Nitekim bu sistem, Amerika'da arada ürün olmadan yapılan saadet zinciri sisteminin yasaklanması üzerine, hukuku arkadan dolanma amacıyla geliştirilmiştir. Network marketing yöntemiyle çalışan şirketlerin reklamlarına bakıldığında da asıl gayenin iktisadi ürün olmadığı son derece net bir şekilde görülebilir. Söz konusu ağa katılacak kişiler basit bir meblağ mukabilinde sisteme üye olarak aşırı kâr edecekleri vadi ile tuzağa düşürülmektedir.
Sistemin özü aldatma mantığıyla çalışmaktadır
Network marketing yönteminin akit sistemi temelde insanların çalışmadan fazla para kazanma zaafları üzerine kurulmuştur. Nitekim değişik isimler altında bu sistemle çalışan şirket sahipleri ve piramidin tepesine kurulmuş olanlar, çoğunlukla kazanamayan ama kazanma beklentisiyle sistemin ağına düşmüş olan aşağı derecedekilerin aleyhine aşırı kâr etmektedir. Piramidin alt kısımlarında yer alan üyeler ise öncelikle sisteme kaptırdıkları paralarını geri alabilmek; daha sonra da ikna ettikleri veya kandırdıkları kişiler vasıtasıyla daha çok kişinin sistemin ağına düşmesini temin etme mecburiyetinde kalmaktadır. Bu ise, ne pahasına olursa olsun, sırf para kazanma amacına yoğunlaşmış olan kişileri adeta sitemin kölesi haline getirmek ve başkalarının alın terinden rant sağlamaya çalışmak anlamına gelmektedir. Zira ağa katılanların tamamı, ağa katılma amaçlarının gerçekleşebilmesinin, başka kurbanların da aynı şekilde ikna edilmelerine ve ağa takılmalarına bağlı olduğunu bilmekte ve bu sebepler de daha çok kişinin ağa takılmasını beklemektedirler.
Fıkhın Akit sistemine uymuyor
Network marketing sistemi islam Hukukunda bir alış-veriş akdinin sahih olması için gerekli şartları taşımamaktadır. Gerçi ilk etapta bir “akdin inikadı” (sözleşme) için gerekli olan rükünleri (icab, kabul, akideyn, makudün aleyh) teşkil eden unsurlar bulunmaktadır. Ancak bu unsurlar akdin sadece inikadı için yeterlidir. islam Hukukunda akdin inikad şartlarından ayrıca sıhhatinin şartları da vardır. Diğer bir ifade ile inikad etmiş olan her akit sahih akit olarak kabul edilmez. Akdin sıhhati için inikat şartlarının dışında başka şartlar da aranır. işte bu açıdan baktığımızda network marketing sisteminin akdin sıhhat şartlarını taşımadığı görülmektedir. Şöyle ki; öncelikle bu sistemde, birtakım belirsizlikler (ğarar) vardır. Çünkü network marketing sistemiyle çalışan şirketlerin asıl sahipleri, ağa ne kadar kişi takıldığında ne kadar kazanacaklarını, ama her hal-ü kârda mutlaka kazanacaklarını bildikleri halde, pazarlamacılar için böyle bir garanti söz konusu değildir. Zira katılımcıların kâra geçebilmeleri için, belli sayıda kişilerin sisteme dâhil olmasını temin etmeleri gerekmektedir. Bunu başarıp başaramayacakları ise belirsizdir.
Network marketing sistemi ne kadar devam ederse etsin, mutlaka bir sınırda duracak ve alt tabakadakiler mutlaka zarar edecektir. Bu ağa takılan kişi, kâr eden üst tabakada mı, yoksa zarar eden alt tabakada mı olacağını bilmez. Vakıa piramidin tepe noktasındaki az sayıdaki kişi kâr ederken, aşağı doğru inildikçe risk artmakta ve katılımcıların çoğu zarar etmektedir. Bu demektir ki, bu sistemde galip durum zarar, asıl durum ise belirsizliktir. işte bu belirsizlikler akdin fasit olmasına sebep olmaktadır. Bilindiği gibi, fasit akitler imam Azam'a göre riba /faiz hükmündedir, imam Şafi'ye göre ise tamamen geçersizdir.
Sistem iç içe geçmiş kumar halkalarından oluşmaktadır
Network marketing sistemi, çoğunlukla sembolik ve mevhum bir satış akdi ile perdelenmiş olsa da, aslı itibariyle başkalarını kandırma mantığı üzerine kurulmuştur. Çünkü yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, bu sisteme katılanların asıl gayesi hiçbir zaman ürün satın almak değil; kolay yoldan para kazanmaktır. Dolayısıyla akit konusu olan ürünün, payanda olmanın dışında hiçbir rolü kalmamaktadır. Zira bu sisteme katılan kişi, direk olmasa bile piyasa değeri 50 lira olan bir ürünü 500 liraya (güya) satın alarak, sisteme bir miktar para vermekte (misalimizde 450 lira vermiş oluyor) onun karşılığında ise kazanma ihtimalinin de, kaybetme ihtimalinin de var olduğunu bilmektedir. Diğer bir ifade ile belli sayıda kişiyi kandırabildiği takdirde ortaya koyduğu paradan daha fazlasını kazanacağını; kimseyi ikna edemediği takdirde ise yatırdığı parayı da kaybedeceğini bilerek katılmaktadır.
Özellikle şebekenin son düzeyinde bulunan (sisteme yukarıda tasvir edilen şekilde para ödeyerek katılıp ta, kimseyi ikna edemeyen) kişinin kaybetmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu durum ise söz konusu akdin, İslam'ın kesin olarak yasakladığı (Maide Sûresi, Ayet 90) kumar ile aynı mantığa sahip olduğunu göstermektedir. Hiçbir Müslüman, “Efendim! Buraya kaptırdığım para nihayetinde 500 tl'den ibarettir, onu kaybettiğimi farz ederim, geçer gider.” diyemez: Yatırılan paranın az veya çok olması, sistemin şer'i hükmünü değiştirmez.
Burada şu noktanın altını bir kere daha çizmekte fayda vardır: Katılımcının asıl gayesi ürün değil de kâr olduğu için, sadece kamuflaj fonksiyonlu bir ürün şer'i hükme medar olamaz. Çünkü “Bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir ” mecellenin külli kaidesi bunu gerektirmektedir. Kaldı ki dört mezhep imamı, bedellerden biri nakit, diğeri ise ürün + nakit olan akitlerde ve yalnız paranın, ürünle beraber bulunan paradan daha az veya ona müsavi olması durumunda faizin olacağı hakkında icma' etmişlerdir. Network marketing sisteminde, kâr eden katılımcı açısından bu durum söz konusudur.
Sistemde aldatma şaibesi var
Bu sistemde şer'an haram olan aldatma / gaşş vardır. Çünkü sisteme katılanların tamamı, kendilerine verilen telkinin etkisi ve çalışmadan para kazanma ümidi ile rayiç bedeli mesela 50 lira olan bir ürünün 500 liraya satılmasını temine çalışmaktadır. Bu ise şeran haramdır. Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) “Bizi aldatan bizden değildir” (Sahih-i Müslim) hadisi – her ne gerekçe ile olursa olsun – Müslümanları aldatmanın son derece tehlikeli olduğunu bildirmektedir.
Dört Maddede Kazanç Piramidi Sistemi
1. Network marketing sistemi çerçevesindeki pazarlama yöntemi, kaynağı itibariyle kapitalist bir zihniyetin ürünü ve her ne pahasına olursa olsun daha fazla para kazanma hırsının bir tezahürüdür ve meşru bir pazarlama yöntemi olarak görülmesi mümkün değildir.
2. Network marketing olarak bilinen sistem şekli itibariyle, ilk etapta ödüllü alış-veriş akdi intibaını vermektedir. Ancak gerek amacı gerekse icra biçimi itibariyle ne alışveriş akdi olarak ve ne de bir ödüllendirme sistemi olarak kabul edilemez. Çünkü mal üzerine yapılan alış-veriş akdinde, kişi ihtiyaç duyduğu bir malı belli bir bedelle satın alır ve satıcıyla olan münasebeti biter. Bu sistemde ise, ağa katılarak kazanç elde etmek isteyenler açısından ihtiyaç duyulan bir malı satın almak söz konusu değildir.
3. Network marketing sistemiyle çalışan şirketlerin tamamında, ağa katılmak isteyen kişi daha önceden sisteme katılan bir kişinin listesine girmeye mecbur edilmektedir. İslam fıkhında bunun bir benzeri yoktur.
4. Bu haliyle network marketing sistemi, şirket sahipleri açısından ince hesaplanmış ve son derece bilinçli bir para kazanma yöntemi iken, ağa katılan pazarlamacılar açısından o derece belirsizlik ve aldatma şaibelerine sahiptir. Bu sebeple fıkhen kesinlikle arızalıdır. (İnsan ve Hayat Dergisi)
AIınIar görmüşüm ki vatanımın coğrafyasıdır,
Her kırışığı soruIacak bir hesabı,
Her çizgisi tarihten bir yaprağı anIatır.
Erdem Bayazıt
Her kırışığı soruIacak bir hesabı,
Her çizgisi tarihten bir yaprağı anIatır.
Erdem Bayazıt
cebinizde 300 dolar varsa seyahat edebileceğiniz en güzel ülkelerden biri. Çok uygun bir ülke. Darbe den sonra iyice güvenlik açığı fazlalaştı.
Dünya üzerinde ölmeden görülecek yerlerin başında gelen bir ülke.
Dünya üzerinde ölmeden görülecek yerlerin başında gelen bir ülke.
Bor'un pazarı Salı günleridir. Bir gün önceki Pazartesi günü hazırlık günü olup,yöresel deyimle “Deripazarı” dir. Asıl Pazar gününe de ULUPAZAR denir. Deri pazarı günü, otuz kirk kilometre uzaktan gelecekler ve Salı günü pazara yetişeceklerin hazırlık günüdür.İlçeye, bu deri günü gelenler, ertesi günün yoğun işlerinden bir kısmını görürler.Bu hazırlık günü çalışmaları,yaz ve kış mevsimine göre değişiklik gösterirdi. Sonbaharin yazdan kalma bir günü, erken saatlerde, kırk kilometre uzaktaki köyünden çikan bir pazarcı, Bor'un bağlarına girdiğinde, geçmiş ikindi zamanıdır. Molayi, yıkılmış kerpiç duvarın içeri girdiği Pınarbaşi mevkiindeki, Tütüncü Hasan'in bağina verir. Eşeğini de dinlendirmek için indirdiği yüke sırtını dayayıp da pazardan alacaklarının hesabını yaparken, içi geçer ve derin bir uykuya dalar. Eşşeği önündeki yiyecekleri çoktan bitirmiş, bağli bulunduğu ağacın kabuklarini kemirmeye başlamıştır. Deri pazarı gününün ikindi zamani başlayan uyku gece de sürdügü gibi, Ulupazar gününün, yani Salı gününün ikindisine uzanır Yirmibes saatlik bir uykudan uyanan pazarcı, halinde bir değişiklik hissetmeden şehrin yolunu tutar. Tutar amma, yollarda bir başkalik var, pazara gidenlere rastlayacaği yerde, pazardan dönenleri görür. Dönen bir pazarcıya,merakla sorar;Neden Ulupazarını almadan dönüyorsunuz? Pazarcı ertesi günün Niğde pazarını işaretle;” Geçti Bor'un pazarı, sür eşşeğini Niğde 'ye babalık” der.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?