öylesine kaotik bir ülkede yaşıyoruz ki, günlük hayatta sık sık karşılaştığımız ve sıklığı nedeniyle normal olduğunu düşündüğümüz birçok şey, aslında son derece anormal şeyler.
şu anda tv'de flash tv açık. demin farkettim ki, epey uzun bir zamandır bu kanala bakmamışım. peki bu uzun sürede ne değişmiş kanalda?
hiçbir şey? kocaman bir hiç...
yine vur patlasın çal oynasın devam ediyorlar.
milli bayramlar, dini bayramlar, toplumun neredeyse tamamını ilgilendiren doğal afetler, terör olayları, küresel karışıklıklar, iklim felaketleri... velhasılı kelam, dünya üzerinde gerçekleşebilecek hiçbir olumlu ya da olumsuz olay, flash tv'nin yayın akışının değişmesine neden olamaz.
diyebilirsiniz ki, 'iyi de ne var bunda kardeşim. kral tv de sürekli müzik yayını yapıyor.'
doğrudur. ama bir farkla. kral tv tematik bir kanal. yani sadece belli bir alan üzerinde yayın yapan bir kanal. misal ntv ya da cnn türk de tematik kanallar. haber odaklı yayın yapıyorlar (ki onlar bile, kendi kanallarının yayın içeriklerini sadece haberle sınırlandıramıyorlar. yemek programları, gezi programları, yarışmalar, belgeseller vs. gibi onlarca farklı içerikle seyredilebilirliklerini artırmaya çalışıyorlar.
oysa flash tv tematik bir kanal olmamasına rağmen, sadece iki konu üzerinden (müzik ve reality show) yürüyüp gidiyor. dediğim gibi bu kararlılığını da hiçbir şey bozamıyor.
böyle bir sosyolojik durumun, ülkemizden başka bir yerde varlığını bu kadar uzun süre devam ettirebileceğini sanmıyorum.
öğrencide sorumluluk duygusunu geliştirme ve öğrenilen konularla ilgili tekrar yapma amaçlarını karşılayabilecek kadar olanı gerekli, daha fazlası gereksiz ve zararlıdır.
bir öğretmenin asla unutmaması gereken birinci kural da şudur: kontrolünü yapamayacağın ödevi verme.
bir öğretmenin asla unutmaması gereken birinci kural da şudur: kontrolünü yapamayacağın ödevi verme.
kişisel yorumum şudur ki, ne kadar düz olduğunu iddia eden insan varsa düz değildir; ne kadar düz olmadığını iddia eden insan varsa dümdüzdür.
bu organizasyonda veto yetkisi olan beş ülke var: abd, ingiltere, rusya, çin, fransa.
bu şu demek oluyor. diğer tüm ülkeler, herhangi bir konuda ortak karar almış olsalar da, bu beş ülkeden biri, kararı veto ettiği takdirde uygulanabilirliği kalmıyor.
bu bilgiyi pekçok kişi biliyordur.
şimdi daha az bilinen bir bilgi verelim.
birleşmiş milletler genel sekreterliği. pozisyon olarak, organizasyonun en tepesindeki kişi oluyor bu.
kuruluşundan bu yana, bu görevi hangi ülkelerden insanların üstlendiğine bakalım:
kuruluşu esnasında, yani 1945-1946 yılları arasındaki 1 yıllık süreçte görev yapan ingiliz gladwyn jeb'i bir kenara koyacak olursak, diğer genel sekreterlerin ülkeleri şunlar:
norveç
isveç
burma
avusturya
peru
mısır
gana
güney kore
sizin de dikkatinizi çekmiştir muhakkak. dünya siyasetinde hiçbir etkisi olmayan ülkeler hepsi de. peki bu tesadüf mü? tabii ki değil.
aslında olan şey şu: beş ağır top, kendi kararlarını dikte ettirebilecekleri, ortak bir kukla sekreteri belirleyip, organizasyonun başına getiriyorlar. bu sayede hem her istediklerini yaptırmış oluyorlar, hem de dünya kamuoyunda sanki organizasyonun yönetiminde söz sahibi değillermiş havası oluşturuyorlar.
bu şu demek oluyor. diğer tüm ülkeler, herhangi bir konuda ortak karar almış olsalar da, bu beş ülkeden biri, kararı veto ettiği takdirde uygulanabilirliği kalmıyor.
bu bilgiyi pekçok kişi biliyordur.
şimdi daha az bilinen bir bilgi verelim.
birleşmiş milletler genel sekreterliği. pozisyon olarak, organizasyonun en tepesindeki kişi oluyor bu.
kuruluşundan bu yana, bu görevi hangi ülkelerden insanların üstlendiğine bakalım:
kuruluşu esnasında, yani 1945-1946 yılları arasındaki 1 yıllık süreçte görev yapan ingiliz gladwyn jeb'i bir kenara koyacak olursak, diğer genel sekreterlerin ülkeleri şunlar:
norveç
isveç
burma
avusturya
peru
mısır
gana
güney kore
sizin de dikkatinizi çekmiştir muhakkak. dünya siyasetinde hiçbir etkisi olmayan ülkeler hepsi de. peki bu tesadüf mü? tabii ki değil.
aslında olan şey şu: beş ağır top, kendi kararlarını dikte ettirebilecekleri, ortak bir kukla sekreteri belirleyip, organizasyonun başına getiriyorlar. bu sayede hem her istediklerini yaptırmış oluyorlar, hem de dünya kamuoyunda sanki organizasyonun yönetiminde söz sahibi değillermiş havası oluşturuyorlar.
asılarak idam edilmesinin tek nedeni şapka kanununa muhalefet değildir.
gerçek asılma nedeni, halkı milli mücadeleden vazgeçirmeye dönük beyanları, ingilizler ve yunanlar lehine propaganda yapması gibi sebeplerdir.
zararlı cemiyetlerden biri olarak kabul edilen teal-i islam cemiyetinin liderliğini yaparken yayınladığı bir yazısının girişi şöyledir:
''mustafa kemal ve kuvvayı milliye maskaraları yunan askerlerinin önünden kaçıyor. zavallı saf ve gafil halktan topladıkları askerlere ‘siz burada onlarla savaşın, biz de arkalarını çevirelim’ diyerek sıvışıyorlar. yazık ki halkımız talât, enver, cemal, mustafa kemal gibi beş on eşkıyanın vücudunu ortadan kaldırmak için gereken fedakarlığı yapmıyor. ingilizleri kızdırdınız, üzerimize yunanlıları musallat ettiler. şimdi usulca oturup yenilginin sonuçlarına katlanmak yerine yunanlılarla harbe tutuşuyorlar. bu eşkıyaları ve asileri en kısa zamanda bertaraf etmek hepimize farzdır...''
(bu açıklamasının olduğu kağıtlar, yunan uçakları tarafından anadolu köylerinin üzerine bırakılmıştır.)
gerçek asılma nedeni, halkı milli mücadeleden vazgeçirmeye dönük beyanları, ingilizler ve yunanlar lehine propaganda yapması gibi sebeplerdir.
zararlı cemiyetlerden biri olarak kabul edilen teal-i islam cemiyetinin liderliğini yaparken yayınladığı bir yazısının girişi şöyledir:
''mustafa kemal ve kuvvayı milliye maskaraları yunan askerlerinin önünden kaçıyor. zavallı saf ve gafil halktan topladıkları askerlere ‘siz burada onlarla savaşın, biz de arkalarını çevirelim’ diyerek sıvışıyorlar. yazık ki halkımız talât, enver, cemal, mustafa kemal gibi beş on eşkıyanın vücudunu ortadan kaldırmak için gereken fedakarlığı yapmıyor. ingilizleri kızdırdınız, üzerimize yunanlıları musallat ettiler. şimdi usulca oturup yenilginin sonuçlarına katlanmak yerine yunanlılarla harbe tutuşuyorlar. bu eşkıyaları ve asileri en kısa zamanda bertaraf etmek hepimize farzdır...''
(bu açıklamasının olduğu kağıtlar, yunan uçakları tarafından anadolu köylerinin üzerine bırakılmıştır.)
tarih biliminin en temel argümanlarından biri şudur: olayları ve olguları, yaşandıkları dönemin şartlarına göre değerlendirmek gerekir.
şimdi size öyle örnekler veririm ki, bu günün şartlarına göre değerlendirdiğinizde, 'hadi canım. olur mu öyle şey. bu kadarı da fazlaymış.' diye düşünürsünüz.
örneğin roma imparatorluğu dönemindeki imparatoriçelerden biri olan messalina bildiğiniz fahişelik yapan bir kadındı. bu tek örnek mi? tabii ki hayır. bir başka roma imparatoriçesi theodora da fahişelik geçmişi olan bir kadındır. günümüz şartlarına göre düşündüğünüzde, amerikan başkanının bir fahişeyle evlenmesi gibi bir durum. buyrun bunu günümüz ahlaki normlarına göre normalleştirin.
çok uzağa gitmeyelim. osmanlı'dan örnek verelim. hep savunageldiğimiz bir durum vardır. 'canım, kardeş kardeşi katletmiş ama o zamanın şartları onu gerektiriyormuş... tamam, padişah kendi oğullarını boğdurmuş ama, devletin bekası için yapmış...' e madem devletin bekasıysa, şimdi de yapalım aynısını. iktidar partisi, muhalefet liderlerini boğduruversin mesela (gerçi olmaz olmaz dememek lazım).
tiryaki hasan paşayı duymuşsunuzdur. hani meşhur kanije savunmasının kahramanı. hasan paşa'ya niye tiryaki dendiğini biliyor musunuz peki? 'kahve tiryakisiymiş' diyenin kalbini kırarım. afyon tiryakisiymiş efendim. bildiğin uyuşturucu müptelasıymış yani. e peki, o zamanlarda tiryaki hasan paşa'yı müptezel biri olarak mı görüyorlarmış? ne alakası var. o zamanlarda afyon kullanımı son derece yasal bir durummuş.
çok eskilere gittim değil mi? o zaman yakın tarihe gelelim.
20.yy'ın başlarında, dünyada sigara tüketimi şimdikinden çok daha yaygınmış. hatta, birçok doktor öksürüğe iyi geldiğini düşünerek, insanlara sigara içmelerini tavsiye ediyorlarmış.
tekrar uyuşturucuya dönelim. 1. dünya savaşı'na kadar, dünyanın en büyük afyon üreticisi kimmiş biliyor musunuz? çok düşünmeyin, ben söyleyeyim: osmanlı devleti. afyon dediğimiz şey, eroin'in hammaddesi. 1900lü yılların başında, dünyadaki en modern ve büyük uyuşturucu imalathanelerinin birçoğu osmanlıdaymış.
size inanılmaz geliyor değil mi. inanın efendim inanın. zira, afyon o dönemde bilinen en etkili ağrı kesicilerden biri olarak ilaç niyetine de kullanılıyormuş.
1. dünya savaşının ardından dünya devletleri, afyon'un üretiminin sınırlandırılmasına karar vermiş ancak osmanlı bu sınırlamaya uymamış. ilginç olansa, ingiltere'nin afyon üretimini yasaklaması ancak ithalatını serbest bırakması. yani, 'tamam biz üretmiyoruz ama kullanımını da yasaklamıyoruz.' demiş adamlar.
bu karara osmanlı'nın uymadığını söylemiştik. niye? çünkü, osmanlı devletinin en büyük gelir kalemlerinden biri afyon satışıymış. cumhuriyetin ilk yıllarında da bu durum aynen devam etmiş. zira yeni bir cumhuriyet var. paraya ihtiyaç var. öyle ha deyince vazgeçilecek bir durum değil yani. uyuşturucu imalatı taa 1933'te atatürk'ün yasaklamasına kadar devam etmiş.
varmak istediğim nokta, alkol kullanımını haklı çıkarmak değil. ama 2016da kalkıp, 'ey halkım. chp döneminde çocuklara bira içirdiler. görün mağduriyetimizi.' derseniz, aklı başında herkes, bunu diyenin saçmaladığını düşünür.
tekrar hatırlatalım. olayları ve olguları yaşandıkları dönemin şartlarına göre değerlendirmek gerekir. boşa kastırmamak lazım. buradan yeni bir mağduriyet çıkmaz.
...
benim esas merak ettiğim ne biliyor musunuz?
bundan 100-200 yıl sonra yaşayanlar, acaba 2000li yıllar türkiyesi için nasıl değerlendirmelerde bulunacaklar?
misal, demokratik yollarla işbaşına gelen birinin, işine geldiğinde 'yargıya müdahale etmemek lazım. ülke bağırsaklarını temizliyor.' demesini, işine gelmediğinde 'yargı kararlarına saygı duymuyorum, onaylamıyorum.' demesini,
bir bakanın 'siz hepsini içeri atın, biz daha sonra kanunu çıkarırız.' demesini,
çeşitli terör örgütleriyle iş tutup, daha sonrasında 'o da bizi kandırmış, bu da bizi kandırmış.' denmesini,
yapılan hırsızlıkların 'montaj bunlar montaj.' diye geçiştirilmesini ve halkın da buna ikna olmasını,
aynı anda hem amerika'nın hem rusya'nın düşmanı olabilmeyi başarmanın sırrını,
terörün en yaygın dönemlerinden bile daha fazla şehit verilmesine rağmen, siyasi iktidarın bununla ilgili hiçbir sorumluluğu olmadığını iddia edebilmesini,
koca koca şehirlerin aylar boyunca terör örgütünün hakimiyetine girmesini ve terörle mücadele gerekçesiyle, insanların yerlerinden yurtlarından edilmesini,
tam 14 yıl tek başına iktidarda kalan siyasetçilerin hala bir önceki yüzyılın ortalarındaki olaylardan mağduriyet çıkartarak kendilerini aklamaya çalışmasını,
ülkeyi yönetenlerin, yola birlikte çıktıkları dava arkadaşlarının neredeyse tamamını peyderpey karşısına alıp, geçmişte kendisine demediğini bırakmamış insanları yeni dava yoldaşları yaparak yoluna devam edebilmesini,
bütün bunlar olurken, halkın büyük bir kısmının, bir nevi fareli köyün kavalcısındaki kavalcının peşinden giden çocuklar misali, adeta hipnotize olmuşçasına, sorgulamadan, ahlaki kaygılar taşımadan, insan olmanın gerektirdiği birçok değeri gözardı ederek birilerinin peşinden gitmesini...
nasıl yorumlayacaklar acaba?..
şimdi size öyle örnekler veririm ki, bu günün şartlarına göre değerlendirdiğinizde, 'hadi canım. olur mu öyle şey. bu kadarı da fazlaymış.' diye düşünürsünüz.
örneğin roma imparatorluğu dönemindeki imparatoriçelerden biri olan messalina bildiğiniz fahişelik yapan bir kadındı. bu tek örnek mi? tabii ki hayır. bir başka roma imparatoriçesi theodora da fahişelik geçmişi olan bir kadındır. günümüz şartlarına göre düşündüğünüzde, amerikan başkanının bir fahişeyle evlenmesi gibi bir durum. buyrun bunu günümüz ahlaki normlarına göre normalleştirin.
çok uzağa gitmeyelim. osmanlı'dan örnek verelim. hep savunageldiğimiz bir durum vardır. 'canım, kardeş kardeşi katletmiş ama o zamanın şartları onu gerektiriyormuş... tamam, padişah kendi oğullarını boğdurmuş ama, devletin bekası için yapmış...' e madem devletin bekasıysa, şimdi de yapalım aynısını. iktidar partisi, muhalefet liderlerini boğduruversin mesela (gerçi olmaz olmaz dememek lazım).
tiryaki hasan paşayı duymuşsunuzdur. hani meşhur kanije savunmasının kahramanı. hasan paşa'ya niye tiryaki dendiğini biliyor musunuz peki? 'kahve tiryakisiymiş' diyenin kalbini kırarım. afyon tiryakisiymiş efendim. bildiğin uyuşturucu müptelasıymış yani. e peki, o zamanlarda tiryaki hasan paşa'yı müptezel biri olarak mı görüyorlarmış? ne alakası var. o zamanlarda afyon kullanımı son derece yasal bir durummuş.
çok eskilere gittim değil mi? o zaman yakın tarihe gelelim.
20.yy'ın başlarında, dünyada sigara tüketimi şimdikinden çok daha yaygınmış. hatta, birçok doktor öksürüğe iyi geldiğini düşünerek, insanlara sigara içmelerini tavsiye ediyorlarmış.
tekrar uyuşturucuya dönelim. 1. dünya savaşı'na kadar, dünyanın en büyük afyon üreticisi kimmiş biliyor musunuz? çok düşünmeyin, ben söyleyeyim: osmanlı devleti. afyon dediğimiz şey, eroin'in hammaddesi. 1900lü yılların başında, dünyadaki en modern ve büyük uyuşturucu imalathanelerinin birçoğu osmanlıdaymış.
size inanılmaz geliyor değil mi. inanın efendim inanın. zira, afyon o dönemde bilinen en etkili ağrı kesicilerden biri olarak ilaç niyetine de kullanılıyormuş.
1. dünya savaşının ardından dünya devletleri, afyon'un üretiminin sınırlandırılmasına karar vermiş ancak osmanlı bu sınırlamaya uymamış. ilginç olansa, ingiltere'nin afyon üretimini yasaklaması ancak ithalatını serbest bırakması. yani, 'tamam biz üretmiyoruz ama kullanımını da yasaklamıyoruz.' demiş adamlar.
bu karara osmanlı'nın uymadığını söylemiştik. niye? çünkü, osmanlı devletinin en büyük gelir kalemlerinden biri afyon satışıymış. cumhuriyetin ilk yıllarında da bu durum aynen devam etmiş. zira yeni bir cumhuriyet var. paraya ihtiyaç var. öyle ha deyince vazgeçilecek bir durum değil yani. uyuşturucu imalatı taa 1933'te atatürk'ün yasaklamasına kadar devam etmiş.
varmak istediğim nokta, alkol kullanımını haklı çıkarmak değil. ama 2016da kalkıp, 'ey halkım. chp döneminde çocuklara bira içirdiler. görün mağduriyetimizi.' derseniz, aklı başında herkes, bunu diyenin saçmaladığını düşünür.
tekrar hatırlatalım. olayları ve olguları yaşandıkları dönemin şartlarına göre değerlendirmek gerekir. boşa kastırmamak lazım. buradan yeni bir mağduriyet çıkmaz.
...
benim esas merak ettiğim ne biliyor musunuz?
bundan 100-200 yıl sonra yaşayanlar, acaba 2000li yıllar türkiyesi için nasıl değerlendirmelerde bulunacaklar?
misal, demokratik yollarla işbaşına gelen birinin, işine geldiğinde 'yargıya müdahale etmemek lazım. ülke bağırsaklarını temizliyor.' demesini, işine gelmediğinde 'yargı kararlarına saygı duymuyorum, onaylamıyorum.' demesini,
bir bakanın 'siz hepsini içeri atın, biz daha sonra kanunu çıkarırız.' demesini,
çeşitli terör örgütleriyle iş tutup, daha sonrasında 'o da bizi kandırmış, bu da bizi kandırmış.' denmesini,
yapılan hırsızlıkların 'montaj bunlar montaj.' diye geçiştirilmesini ve halkın da buna ikna olmasını,
aynı anda hem amerika'nın hem rusya'nın düşmanı olabilmeyi başarmanın sırrını,
terörün en yaygın dönemlerinden bile daha fazla şehit verilmesine rağmen, siyasi iktidarın bununla ilgili hiçbir sorumluluğu olmadığını iddia edebilmesini,
koca koca şehirlerin aylar boyunca terör örgütünün hakimiyetine girmesini ve terörle mücadele gerekçesiyle, insanların yerlerinden yurtlarından edilmesini,
tam 14 yıl tek başına iktidarda kalan siyasetçilerin hala bir önceki yüzyılın ortalarındaki olaylardan mağduriyet çıkartarak kendilerini aklamaya çalışmasını,
ülkeyi yönetenlerin, yola birlikte çıktıkları dava arkadaşlarının neredeyse tamamını peyderpey karşısına alıp, geçmişte kendisine demediğini bırakmamış insanları yeni dava yoldaşları yaparak yoluna devam edebilmesini,
bütün bunlar olurken, halkın büyük bir kısmının, bir nevi fareli köyün kavalcısındaki kavalcının peşinden giden çocuklar misali, adeta hipnotize olmuşçasına, sorgulamadan, ahlaki kaygılar taşımadan, insan olmanın gerektirdiği birçok değeri gözardı ederek birilerinin peşinden gitmesini...
nasıl yorumlayacaklar acaba?..
günümüzde yerini, hatasız sıfırlama yapabilen, kupon arsa kovalayan (gbkz:homo ben sizin hizmetkarınızus)lara bırakmıştır.
cevabımı duymuş olmalı. artık 'paradan para kazanmanın yeni yolu forex' diyor kısa aralıklarla.
bende, office bireysel'i satın almamı isteyen kutudur.
'aldım güzelim aldım. 399 lira bayıldım', diye cevap verdim ama duydu mu bilmiyorum.
'aldım güzelim aldım. 399 lira bayıldım', diye cevap verdim ama duydu mu bilmiyorum.
(bkz: almanca-beta kaset )
ek dersi kesilebilir.
hani bilinen bir hikaye vardır. hitler almanyasındaki yahudileri anlatır:
önce evsizleri topladılar. 'iyi oldu' dedim. sonra mahallemdeki çingeneleri götürdüler. 'bana ne ' dedim. zencilere sıra geldi, 'bana dokunmayan yılan bin yaşasın.' dedim. beni götürmeye geldiklerinde sesimi duyacak kimse kalmamıştı...
bu hikayeyi duymadıysanız, belki şu da işinizi görür:
zamanın birinde, zengin bir ağanın bağına üç kişi izinsiz girip elma alırlar. bunlardan biri kürt, biri ermeni, biri de türktür. elmaları götüremeden bağın sahibi gelir. önce, türkle kürde dönüp konuşmaya başlar. '
hadi sizi anladım. affedebilirim. ne de olsa din kardeşiyiz sizinle. ama içiniz nasıl elverdi de şu kafir oğlu kafir ermeniyi de yanınıza aldınız. ben bu ermeniyi dövmeyeyim de ne yapayım.' der ve ermeniye allah ne verdiyse girişir. bu iş olurken, türkle kürt yaptıklarından utanmış biçimde, sessizce olayı izlerler.
ağa, ermeni'nin işini bitirdikten sonra, türk'e döner. 'hadi seni anlarım. ne de olsa aynı kandanız. ama ya şu kürde ne demeli. ben bu kürdün kemiklerini kırmayayım da ne yapayım.' der ve kürt'e girişir. bizim türk, ağa kürt'ü komalık ederken mal mal seyreder. kürt'ün de işi bitince, ağa türk'e döner.
'lan şerefsiz, adi. sen nasıl bunlara uydun da benim bağa girdin. senin ağzını burnunu kırmayayım da ne yapayım.' deyip türk'e girişir. onun da işini bitirip küfürler savura savura uzaklaşır.
ağa uzaklaşırken, türk'le kürt birbirine bakıp mırıldanırlar, 'ermeni'ye arka çıkacaktık. ermeni'ye arka çıkacaktık...'
bakın bunu da beğenmediyseniz, o zaman ekşi sözlükten bir hikaye anlatayım. ya da boşverin anlatmayayım. zaten çok bilinen bir laftır. neredeyse atasözü gibidir:
(gbkz:arkadaşlarını aslan yerken mal mal bakan zebralar)
önce evsizleri topladılar. 'iyi oldu' dedim. sonra mahallemdeki çingeneleri götürdüler. 'bana ne ' dedim. zencilere sıra geldi, 'bana dokunmayan yılan bin yaşasın.' dedim. beni götürmeye geldiklerinde sesimi duyacak kimse kalmamıştı...
bu hikayeyi duymadıysanız, belki şu da işinizi görür:
zamanın birinde, zengin bir ağanın bağına üç kişi izinsiz girip elma alırlar. bunlardan biri kürt, biri ermeni, biri de türktür. elmaları götüremeden bağın sahibi gelir. önce, türkle kürde dönüp konuşmaya başlar. '
hadi sizi anladım. affedebilirim. ne de olsa din kardeşiyiz sizinle. ama içiniz nasıl elverdi de şu kafir oğlu kafir ermeniyi de yanınıza aldınız. ben bu ermeniyi dövmeyeyim de ne yapayım.' der ve ermeniye allah ne verdiyse girişir. bu iş olurken, türkle kürt yaptıklarından utanmış biçimde, sessizce olayı izlerler.
ağa, ermeni'nin işini bitirdikten sonra, türk'e döner. 'hadi seni anlarım. ne de olsa aynı kandanız. ama ya şu kürde ne demeli. ben bu kürdün kemiklerini kırmayayım da ne yapayım.' der ve kürt'e girişir. bizim türk, ağa kürt'ü komalık ederken mal mal seyreder. kürt'ün de işi bitince, ağa türk'e döner.
'lan şerefsiz, adi. sen nasıl bunlara uydun da benim bağa girdin. senin ağzını burnunu kırmayayım da ne yapayım.' deyip türk'e girişir. onun da işini bitirip küfürler savura savura uzaklaşır.
ağa uzaklaşırken, türk'le kürt birbirine bakıp mırıldanırlar, 'ermeni'ye arka çıkacaktık. ermeni'ye arka çıkacaktık...'
bakın bunu da beğenmediyseniz, o zaman ekşi sözlükten bir hikaye anlatayım. ya da boşverin anlatmayayım. zaten çok bilinen bir laftır. neredeyse atasözü gibidir:
(gbkz:arkadaşlarını aslan yerken mal mal bakan zebralar)
milena'ya mektuplar ve aylak adam hala koltuğumun yanındaki sehpanın üzerinde duruyor ve ben ikisinin de tek bir satırını okumadım hala...
sürekli mutsuzluktandır.
vukuatlı nüfus kaydı örneği
ikametgah ilmuhaberi
6 adet biyometrik vesikalık fotoğraf
ikametgah ilmuhaberi
6 adet biyometrik vesikalık fotoğraf
klasikleşmiş bir tanesi: bir ülkenin kaldırımları ne kadar yüksekse o kadar geri kalmıştır.
burası cehennem, burdan çıkış yok.
(bkz: daha karpuz kesecektik)
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?