confessions

kultabisi

1. nesil Yazar - Yazar -

  1. toplam entry 357
  2. takipçi 4
  3. puan 8771

ilkokuldan akılda kalan garip tipler

kultabisi
ilkokulun ilk günüydü. okul bahçesinde sıraya geçirdiler. önümüze yüzü buruş buruş olmuş, ihtiyar bir kadın geldi. saçlarımızı, yüzümüzü sevdi. sonradan onun, öğretmenimiz olduğunu anlayacaktık.
sınıfa girdiğimizde, bizden önce sınıfa girmiş ve en ön sırada oturmakta olan, ufak tefek ihtiyar bir adam gördük. yüzü, öğretmenimizden de kırışıktı. ama boyu aşağı yukarı bizim kadardı. öğretmen ilk derste, onun yanında kimseyi oturtmamıştı. sırayla herkese ismini sordu. sıra, kısa boylu amcaya geldiğinde ayağa kalkmadı. ''benim adım tarık.'' dedi. öğretmenimiz, bizim anlayacağımız bir düzeye indirgeyerek, tarık'ın ihtiyar bir amca olmadığını, bizimle aynı yaşta olduğunu ve hastalığı nedeniyle böyle göründüğünü anlattı.
acımıştık ama bize çok garip gelmişti.
ilk başlarda, kimse onun yanına oturmak istemiyordu. bir süre sonra, öğretmen tarık'ın yerini değiştirerek, orta sıranın ortalarında bir yere oturttu. sessiz bir çocuktu. tıpkı ihtiyar amcalar gibi, yavaş konuşuyor, yavaş hareket ediyordu. zaten gün boyu yerinden de kalkmıyordu. ders bitiminde, annesi içeri giriyor, onu tekerlekli sandalyeye koyuyor ve öyle götürüyordu. yavaş yavaş onu sevmeye başlamıştık ama yine de çok samimi olmaya cesaret edemiyorduk. sonuçta o ihtiyar birine benziyordu.
öğretmen bir gün bize şöyle dedi. 'çocuklar bundan sonra, tarık'ın yanına her isteyen oturamayacak. onun yanına oturma hakkı elde edebilmek için iyi bir şeyler yapmak zorundasınız. ancak uslu duranlar, ödevini iyi yapanlar, arkadaşlarına saygılı davrananlar oturabilir onun yanına.'' sınıfta o günden sonra işler yavaş yavaş değişmeye başlamıştı. tarık'ın yanına oturabilme ayrıcalığı için, herkes uslu durmaya çalışıyor, herkes ödevlerini özenerek yapıyordu.
ilk sene öyle geçti. ikinci sınıfa geçtiğimizde, tarık biraz daha yaşlanmıştı. adeta sınıfımızın ak sakallı dedesi gibiydi. herkes onu seviyor, herkes ona özen gösteriyordu. tarık'ın sevdiği biri olabilmek için onun her dediğini yapmaya razıydık. ama allah var, o da hepimizi adeta bir baba şefkatiyle seviyordu. sarılıp kucaklaşamasak bile, bizi sevdiğini ihtiyar gözlerinden anlayabiliyorduk.
üçüncü sınıfa gidiyorduk. tarık artık bazı günler okula gelmemeye başlamıştı. öğretmen, tarık'ın biraz rahatsız olduğunu söylüyordu biz sorduğumuzda.
bir gün öğretmenimiz sınıfa girdi ve bize hiçbir şey söylemeden masasına oturdu. ağlıyordu. korkmuştuk. onu ağlarken hiç görmemiştik. bir süre daha ağladıktan sonra, gözlerini sildi, ayağa kalktı ve 'çocuklar, tarık öldü.'' dedi.
artık bütün sınıf ağlıyordu. ertesi gün bütün okul olarak, tarık'ın hatırasına okul bahçesinde toplandık. kocaman bir çelenk vardı. sınıfımızdan üç kişi belirledi öğretmen, kendisiyle birlikte tarık'ın cenaze törenine katılmaları için. bütün sınıf yalvardı gitmek için ama öğretmen üç kişinin yeterli olacağını söyledi.
o günden sonra tarık'ın sırasına kimse oturmadı. o senenin sonunda o okuldan ayrıldım.
o okulla ilgili hatırladığım iki şey var şu anda hafızamda. biri öğretmenim seniha hoca, diğeri de ihtiyar tarık.
yıllar sonra, tarık'ın hastalığının ne olduğunu internette arattım.
(gbkz:progeria)ymış hastalığının adı. 8 yaşındaki bir çocuk, 80 yaşındaki bir insanın vücut yapısına ulaşıyormuş. organlar yavaş yavaş iflas ediyor ve en fazla 10-12 yaşlarında da ölüyormuş.
tarık, o ihtiyar yüzüyle bize gülümserken, belki de öleceğini biliyordu. sadece bedeni değil, ruhu da olgunlaşmıştı ki, bu durumunu kabullenmişti.
seni hala unutmadım tarık. umarım bu dünyada yaşayamadığın güzellikleri öte dünyada yaşarsın.

zafer işareti

kultabisi
bunlar kültürümüze yabancı simgeler.
bizim zafer işaretimiz şöyle bir şey olmalı:http://images.habervitrini.com/haber/300x180/4070722.jpg ya da şöyle: https://mutlaktoz.files.wordpress.com/2009/02/recep.jpg veya böyle: http://www.haberler.com/haber-resimleri/647/bilic-in-el-hareketi-basin-toplantisina-damga-7091647_x_8323_o.jpg bak bu da olabilir: http://iblog.milliyet.com.tr/imgroot/blogv7/Blog333/2011/09/11/47/114315-3-4-03d94.jpg

16 nisan 2017 başkanlık sistemi referandumu

kultabisi
turinturambar'ın yazdığını yazacaktım ama kendisi benden önce davranmış.
evetçiler, değişiklikleri yeterince irdelemiş olsalardı, bu durum dikkatlerini çeker ve 'tayyip erdoğan en fazla şu kadar seçilir, maksimum şu tarihte görevi sona erer.' gibi cümleler kurmazlardı gibime geliyor. bu durumda, kendilerine yeni bir ev ödevi çıkmış durumda. değişen maddeleri tekrar ve tekrar okuyarak, 'acaba bu madde niye değişti? acaba bu maddenin konulma amacı ne olabilir?' şeklinde bir beyin fırtınası yapmaları iyi olur.
ayrıca, meselenin tayyip erdoğan ismi üzerine indirgenmesi de ayrı bir sorun.
evetçilere daha iyi anlatmak için şöyle söyleyelim: farzedelim ki, tayyip erdoğan bu ülkenin görüp görebileceği en kusursuz, en büyük, en ahım şahım, en süper, en en en kahraman insan olsun. peki ya sonrası?.. bu yetkilerle, o makama gelecek herkesin, tayyip erdoğan'da olduğuna inandığınız özellikleri taşıyacağına olan inancınız nereden geliyor?
hani, bu ülkede hiç yaşamadık (!) ama milyarda bir karşılaşılabilecek bir durum olsa da, misal vücudundaki tüm hücreleriyle amerika'nın köpeği olan biri, diyelim ki dini kullanarak, diyelim ki milliyetçiliği kullanarak, diyelim ki parasal gücünü kullanarak devlet içinde örgütlense; bu örgütlenme sırasında da, kendisine bu yolları açacak siyasetçilerin kimisini parayla, kimisini inançla, kimisini kasetle vs. kendi kontrolü altına alsa, sonunda da başkanlık makamına otursa, neler olabilir?.. hiç düşündünüz mü?
ya da ne bileyim. o makama oturan kişi, bir süre sonra akıl sağlığını kaybetse. durduk yerde ülkenin birine savaş açsa. veya, yetkisi gereği ülkeyi eyaletlere bölse. kimi eyaletlere özerklik verse vs. vs... ne yaparsınız?
aslında bu örnekleri yüzlerle ifade edilebilecek şekilde çoğaltabilirim. olayın özü şu: padişahlıkta bile, padişah tek başına ülkenin kaderini tek başına belirleyemezken, ülkenin kaderinin tek bir kişinin iki dudağı arasına bırakmak, hangi aklın ürünüdür?
durun, düşünün... kişiler hakkındaki hislerinizi bir kenara bırakın. mantığınızla düşünün sadece. farzedin ki, o ülkenin vatandaşı değilsiniz. olaylara dışardan bakıyorsunuz. ülkece bütün geleceğini bir kişiye bırakan bir millet için ne düşünürdünüz?

varlık fonu

kultabisi
şu internet denen nanenin en güzel yanı, hakkında hiçbir fikrinizin olmadığı şeylerle ilgili bile olsa, aradığınız her türlü bilgiye çok kısa süre içinde ulaşabilmeniz. tabii bu süreçte, yani aradığınız bilgiye ulaşırken, gerçek bilginin yanında tonla çöp bilgi ya da manipülatif bilgiyi elemek zorunda kalıyorsunuz. bunu başarabildiğiniz sürece, internet gerçekten inanılmaz bir nimet.
ben de, düne kadar adını duyduğum ama ne olduğu hususunda bilgi sahibi olmadığım varlık fonu'nu bir araştırayım dedim. tonla çöp bilginin arasında, süzebildiğim bilgiler şunlar:
varlık fonu denilen şey, dünyanın çeşitli ülkelerinde, geçmişten beri uygulanıyor. hatta bu uygulamalardan birini ben günlük hayatta birçok kere örnek olarak vermiştim ama verdiğim örneğin varlık fonu olduğunu bilmiyordum.
şöyle ki: malumunuz, norveç kuzey kutbu'na epey yakın bir ülke. norveç'in refah seviyesinin çok yüksek olduğunu birçok insan bilir ama bunun sebebini çok az insan bilir. efenim, norveç'in tabii ki gelişkin bir ağır sanayisi var ama gelirlerinin önemli bir kısmı petrolden kaynaklanıyor. 'norveç'le petrol ne alaka?' diyenleriniz olabilir. alakası şu ki, kuzey buz denizinde devasa petrol yatakları var ve bunların önemli bir kısmını da norveç işletiyor. dolayısıyla, dünyanın önemli petrol ülkelerinden biri norveç.
neyse, konumuza dönelim. bu norveçli aşmış insanlar, yıllardır petrolden elde ettikleri gelirleri bizim gibi iphone, duble yol, başkanlık sarayı, geçiş garantili köprü vs'ye yatırmayı akıl edememişler. oturup düşünmüşler: 'ulan bu petrolden tonla para kazanıyoruz ama bunu nasıl değerlendirelim? bunun krizi var, savaşı var. her şeyden önemlisi, bizden sonra gelecek nesiller var. çıkardığımız petrolde, sadece bizim hakkımız yok, bizden sonraki nesillerin de hakkı var. onların hakkını bizim kullanmamız adil değil.' diye düşünmüşler ve geleceğe yönelik yatırım yapma kararı almışlar. petrolden kazandıkları paranın bir kısmını yatırıma harcarken, bir kısmını da işte bu varlık fonu denen oluşuma aktararak gelecek nesillere bırakmaya karar vermişler. şimdi sıkı durun. allahın vikinglerinin varlık fonunda şimdiye kadar biriken parayı söyleyeyim mi: yaklaşık 1 trilyon dolar.
yanisi şu. bizim ülkemizde her doğan çocuk yaklaşık 30 bin dolar borçla doğarken, norveç'te doğan çocuk yaklaşık 100 bin dolar alacakla doğuyor.
neyse, yine konudan uzaklaşıyoruz. tekrar varlık fonuna dönelim.
özetle şöyle diyebiliriz. varlık fonları, ülkelerin cari fazlalarını değerlendirdikleri fonlarmış. daha da türkçesi şu:
biliyorsunuz her ülke bütçe yapar. yaptığı bütçede, bir sonraki yıl ne kadar gelir hedefleediğini, ne kadar harcama yapacağını belirler. bu bütçe de mecliste görüşülerek onaylanır (gerçi referandumdan evet çıkarsa artık bütçe de görüşülmeyecek. zira bütçeyi başkan belirleyip uygulayacak). gelişmiş ülkelerde, bu bütçeler genellikle fazla verir. yani diyelim ki almanya'nın 2017 bütçesinde, 1 trilyon euro gelir öngörüldüyse 900 milyar euro gider görünüyordur. peki artan 100 milyar euroluk kısım ne olacak? işte burada devreye varlık fonları giriyor. alman hükümeti diyor ki, 'bu fazla parayı çarçur etmeyelim. varlık fonlarında dolar alalım, euro satalım, altınla takas edelim, olmadı devlet tahvillerinde değerlendirelim vs. o 100 milyar euroyu 150 milyar euro yapalım.'
işte zurnanın zırt dediği yer de tam burası. mevzuyu az çok anlamışsınızdır. devletlerin varlık fonlarına aktardıkları paralar, bütçe fazlasından aktarılan kısımlar.
peki bizim ülkemizde durum ne? ön bilgiyi verelim. bizim ülkemizde bütçe fazlası gibi bir durum yok. aksine her sene artan oranda bütçe açığı var. yani ülkenin gelirleri giderlerini karşılamıyor bile. bu durumda, haliyle 'e birader paramız yoksa varlık fonunda neyi değerlendireceğiz?' sorusu aklınıza geliyor di mi?
zaten, herkesin aklına gelen soru da bu.
tek bir ihtimal var: ülkenin kar eden kuruluşlarının karları hazineye devredilmeyecek (zira varlık fonuna devredilen kuruluşlar gelir vergisinden muaf tutuldu). bu karlar fonda değerlendirilecek. işin pis kısmı şu ki, bu fonlar denetlenmiyor. yani meclis kalkıp da, 'hele getirin bakalım bu hesapları. fondaki kuruluşlardan ne kadar para aktarıldı? aktarılan bu paralar nerelerde değerlendirildi? kar mı edildi zarar mı? zarar edildiyse niye edildi? kar edildiyse bu paralar nerede/nereye harcandı?' diye soramıyor. tüm yetki başbakanda. eğer referandumda evet çıkarsa ondan sonra da cumhurbaşkanında olacak. yani, bir nevi yüzmilyarlarca dolar büyüklüğe sahip millet mallarının nasıl, kim tarafından, kime, niçin harcandığını bilemeyeceğiz.
işin en komik tarafı da ne biliyor musunuz? bu fonun başına getirilen kişi, yiğit bulut. yok, vallahi şaka yapmıyorum. gerçekten de onu getirdiler.
her şey büyük türkiye için.
ne diyelim, hayırlısı olsun.

aym başkanının erdoğan'ın önünde eğilmesi

kultabisi
videoyu da izledim. fikrim değişmedi. bildiğin eğilmiş. bir nevi baş selamı vermiş.
'arada boy farkı var.' gerekçesi için de, hemen üstteki, devlet bahçeli-erdoğan tokalaşmasının incelenmesini tavsiye ediyorum. bahçeli- erdoğan arasında da boy farkı var ama bahçeli'de herhangi bir eğim göremiyorum.
(gerçi bahçeli fiziksel olarak olmasa bile, davranışsal/tepkisel olarak epeydir dik durmuyor erdoğan karşısında. fiziksel olarak dik dursa ne fayda...)

2018

kultabisi
sosyal konumu, dini inancı, siyasi görüşü ne olursa olsun; halisane niyet taşıyan herkesin niyetinin gerçekleşmesini diliyorum.
2018 yılının, ülkem için de hayırlara vesile olmasını ve içinde bulunduğu karanlık ve ümitsiz süreçten en kısa sürede, en az zararla kurtulmasını diliyorum. allah yardımcımız olsun...
1
imschrolled imschrolled
Halisane, ne güzel kelimedir. Hatırlattığınız için teşekkür ederim. Sevgiler... :)

evin en özel bölümü

kultabisi
check:
tuvalet: söylenmiş
yatak odası: söylenmiş
salon: söylenmiş
duş: söylenmiş
mutfak: söylenmiş
kalanlar: koridor ve balkon
ben de tercihimi koridordan yana kullanıyorum. o koridor ki, abiyle birlikte nice penaltıların çekişildiği, nice uzun eşeklerin oynandığı, nice misafirlerin karşılanıp uğurlandığı... oehhhhh.. yok içime sinmedi. dur bir de balkonu deneyeyim.
o balkonlar ki, nice ıvır zıvırların doldurulduğu, nice çamaşırların kurutulduğu, nice komşu kızlarının gözetlendiği... yok arkadaş bu da olmadı. başlığa geç kalmışız.

31 mart diyarbakır patlaması

kultabisi
bir arkadaşımın kardeşi, özel harekat polisi olarak nusaybin'de görev yapıyor.
geçen akşam geç vakit arkadaşımı aramam gerekti. telefonu elime aldım ama son anda aramaktan vazgeçtim. o saatte telefon çalınca, nusaybin'den kötü haber geldi sanıp telaşlanır diye düşündüm. zira son konuştuğumda, 'üstad, diken üstündeyim. aklım çıkıyor. her an kötü bir haber gelecekmiş gibi korkuyorum.' demişti.
çok şükür şu ana kadar onun telefonu böyle bir haber yüzünden çalmadı. ama bugün 7 vatan evladının abisinin telefonu çaldı. belki yarın ya da bir başka gün de arkadaşımın telefonu çalacak.
diyecek çok şey var ama bir anlamı yok.
allah, şaşmaz adaletini, o ocaklara bu acıyı yaşatanlara ve yaşatılmasına sebep olanlara kahhar sıfatıyla gösterir inşallah.

ahlaksız kemal kılıçdaroğlu

kultabisi
ahlak bekçiliği yapmayı, sadece kılıçdaroğlu'na karşı yapmayı görev edinmişler rahatsız olmuşlar.
aynı güruh,
hırsızlıklar ayyuka çıktığında ahlaki hassasiyete sahip değildi.
'ananı da al git' dendiğinde ahlaki hassasiyete sahip değildi.
'kız mıdır, kadın mıdır bilemem.' dendiğinde aynı hassasiyete sahip değildi.
'bu milletin a....na koyacağız.' dendiğinde aynı hassasiyete sahip değildi.
'bakara makara' dendiğinde aynı hassasiyete sahip değildi.
ne zaman sahip oldular ahlaki hassasiyete? kılıçdaroğlu'na karşı.
üstte verdiğim örnekleri ahlaksızlık olarak görmüyorsanız, ahlaki sınırlarınız oldukça daralmış demektir.
eğer üstteki örnekler sizin için de ahlaksızlıksa, hem ahlaksızsınız hem ikiyüzlüsünüz demektir.
...
dil ve anlatım dersi öğretmenliği yapabilirim ama hendek atlatmayı bilmiyorum. o nedenle bu iş beni aşar. (deveye hendek atlatmak da bir deyimdir. aman diyeyim... bir hastag de benim için açayım demeyin; kendinize güldürmeyin.)

türkiye'de hırsız deyince akla gelen ilk kişi

kultabisi
@4 adeta kamera sakasi gibisiniz. Iki ihtimal var: ya paylastiginiz linkteki haberi okumamissiniz ya da okusaniz bile anlayacak kapasiteniz yok.
Haberde, kemal kilicdaroglu'nun, yolsuzluk yapanlar icin sorusturmaya gerek yoktur raporu veren mufettisleri sikayet ettigi yaziyor.
Bu algi duzeyiyle sabah ciktiginiz eve aksam kaybolmadan donmeniz bile basaridir.

4 mayıs 2016 akp olağanüstü kongre kararı

kultabisi
akboylar yine devreleri yakmış. mevzuyu anlamakta güçlük çekiyorlar. gelişen olaylarla ilgili yapılan yorumları, minnak başbakanlarının arkasından dökülen timsah gözyaşları olduğunu sanıyorlar. niye? çünkü onlar için ağlanmaya değecek tek şey, adının a ya da b olması farketmeyecek liderleridir.
onlar demokrasi kültüründen nasiplenmemişlerdir. demokrasiyi sadece hedefe giden yolda binilecek ve hedefe gelindiğinde inilecek bir vasıta olarak görürler. bu nedenle de, defalarca ırzına geçildiği yetmezmiş gibi, şimdi de üzerinde akıllarına gelen her türlü fanteziyi gerçekleştirdikleri demokrasinin, uzak ufukta bile görünürlüğünü kaybetmesine üzülenleri, bundan şikayet edenleri anlayamazlar. sanırlar ki ağlayanlar, isyan edenler, minnak başbakana ağlıyorlar.
bunların bir diğer versiyonu ise (donanım yönünden baz model olanı), klasik akp seçmeni tavrı sergilemeye devam etmekte, ve bundan önceki onlarca örnekte olduğu gibi sevinmeye devam etmektedir. bu özellik, bu seçmen türünde muhtemelen sürekli olarak (gbkz:on) konumunda olmalı. sözlükte daha önce de, bir iki yerde değinildiği üzre, her hal ve şartta sevinmeye programlı bu kitle, sevindikleri olayların içeriğini sorgulama yeteneğinden mahrumdurlar. habur'dan terörist girişine de sevinirler, terörist öldürüldüğünde de. türkçe olimpiyatlarında da sevinirler, 'inlerinize gireceğiz' dendiğinde de. generaller içeri atılırken de sevinirler, dışarı çıkarılırken de. 'kardeşim esat'ta da sevinirler, 'diktatör esed'de de. davutoğlu geldiğinde de sevinirler, gittiğinde de. bu konuda yapılabilecek bir şey olmadığının farkındayım. sayın cumhurbaşkanının sevdiği kelimeyle ifade edecek olursak, bu seçmenin fıtratında olmalı bu. ancak, trajikomik olan, başkanı kendilerinin seçeceğini sanıyor olmaları.
oysa çok değil, sadece birkaç sayfa kitap okuyabilseler, havuz medyasının dışında tek satır haber okuma dirayetleri olsa, hadi hepsini geçtim, temel düzeyde düşünebilme ve sorgulayabilme yetisine sahip olsalar, şu son olayların tamamının aslında başkanlık hikayesi üzerinde döndüğünü anlayabilirlerdi.
şimdi gerçekten de fazla zeka gerektirmeyen, 'bütün güller çiçektir. bütün çiçekler bitkidir. bu nedenle bütün güller de bitkidir.' düzeyinde bir mantık algısına sahip herkesin algılayabileceği birkaç tahlil yapalım:

davutoğlu neden alaşağı edildi?
sarayla başbakanlık arasındaki fikir ayrılıkları yüzünden.
peki bunlar neydi?
fetullahçılarla mücadele? hayır.
terörle mücadele? hayır.
ekonomi yönetimi? hayır.
uluslararası ilişkiler? hayır.
atamalar? büyük oranda hayır.
yukarda saydığım başlıklarla ilgili konularda, sarayla başbakanlık arasında %100e yakın senkronizasyon vardı.
peki ayrışılan yer neresiydi? başkanlık sistemi.
ki o konuda da taban tabana zıt bir görüş ayrılığı yoktu. sadece davutoğlu, başkanlık sistemiyle ilgili ayak sürüyordu. yani, saray davutoğlu'nun başkanlık sistemi için, canla başla çalışmadığını düşünüyordu.
peki davutoğlu'ndan ne yapması bekleniyordu?
basit: kamuoyunun olaylar karşısındaki düşüncelerini periyodik olarak ölçtüren ve beklediği tepkiyi alamadığında, ya da beklemediği bir tepkiyle karşılaştığında ak dediğine kara demekten çekinmeyen sayın cumhurbaşkanı, başkanlıkla ilgili yaptırdığı kamuoyu araştırmalarında, sadece muhalif seçmenlerin değil, akp seçmeninin de bir kısmının başkanlığa soğuk baktığını anlamıştı. dolayısıyla, meclisten çıkartamadığı bir başkanlık sistemi içeren anayasa değişikliğini, referandumla halk aracılığıyla çıkartmasının mümkün olmadığını biliyordu. bu değişikliğin muhakkak meclisten geçmesi gerekiyordu. oysa meclisteki aritmetik buna müsaade etmiyordu.
peki bu durumda ne yapılması gerekiyordu?
bunun cevabı da basit aslında. bir erken seçim gerekiyordu. ama bu erken seçime gitmeden önce, bütün şartların hazırlanması gerekiyordu. bu anayasa değişikliğinin meclisten geçebileceği tek bir matematik vardı. sadece iki partili bir meclis. yani akp ve chp'nin olduğu bir meclis. zira, böyle bir mecliste akp 400 civarında bir milletvekili sayısına sahip olacaktı.
böyle bir meclise sahip olabilmek için hdp ve mhp'nin mecis dışında kalması gerekiyordu. hdp zaten kendi ayağına kurşunu sıkmıştı. bir ümit belki sosyal ve siyasal entegrasyonu becerebilirler ümidiyle kendilerine verilen sol oyların tamamını piç etmiş ve kendilerini kürtçü bir parti olarak konumlandırdıkları yetmiyormuş gibi, üstüne bir de terörist partisi haline gelmişlerdi (kişisel fikrim her zaman öyle oldukları yönünde). bu nedenle zaten oyları %5-6 civarındaydı. geriye kalıyordu mhp. orayı da büyük oranda dizayn etmişler ve her türlü hukuksuzluğu kendinde hak gören, partiyi babasının malıymış gibi yöneten (aslında yönetemeyen), cumhurbaşkanına her kritik anda payanda olmaktan başka bir işlevi olmayan bir zihniyete emanet etmişlerdi. bu sayede, ilk seçimde mhp'nin de baraj altında kalması kaçınılmazdı.
geriye ne kaldı? erken seçim. ama sorun burada başlıyordu işte. halkın %49,5 oyunu alarak iktidara gelen davutoğlu, bir erken seçime sıcak bakmıyordu. öyle ya, niye kendisine verilmiş milli iradeyi, durduk yerde niye teslim etsindi? sırf bir liderin başkanlık hırsı için, anasının ak sütü gibi helal bir mevkiyi bırakmak doğru muydu?
işte bu yüzden yavaştan alıyordu davutoğlu. bir tamam diyordu, bir olmaz diyordu. gerçi partiye hakim olamadığı için, açıktan isyan bayrağı da açamıyordu ama bunun zaman içerisinde çözümlenecek bir sorun olduğunu empoze ediyordu.
tabii bu durum, cumhurbaşkanının sinirlerini hoplatıyordu. 'ulan ulan! seni oraya kim getirdi ulan! sen kendini gerçek bir lider olarak mı görüyorsun yoksa?' diye söyleniyordu.
ve netice itibarıyla, akboylar dışında herkesin gün gibi aşikar gördüğü durum somutlaştı. davutoğlu'nun elinden oyuncağı alınıverdi. şimdi olacak şey basit. dediğim gibi, sorun çıkarmadan, ülkeyi baskın bir erken seçime götürecek 'emredersiniz efendim'ci biri o koltuğa oturacak. ülke seçime gidecek. akp belki de %35-40 oyla 400 civarında milletvekili alacak ve uzun adamımızın başkan olma yolundaki taşlar temizlenmiş olacak. bizim akboylar da, uzun adamlarını kendilerinin başkan yaptığını sanıp sevinecekler.
demokrasi ne güzel. sen de gelsene...

4 mayıs 2016 akp olağanüstü kongre kararı

kultabisi
başlıkta yazılanları baştan sona okuyan biri, standart bir akp seçmeninin, bilgi düzeyini, algı biçimini, hayata ve olaylara bakış açısını, beklentilerini ve fikirlerini (aslında bu cümlede 'fikir' kelimesi boş kümeyi ifade ediyor, onun yerine 'kendisine dikte ettirilenleri' demek daha doğru olur) hiçbir şüpheye yer bırakmayacak biçimde görebilme imkanına sahip.
bu güruhun demokrasiyle herhangi bir ilişkisinin olmadığını daha önce belirtmiştim. o konuya girmeyeceğim. zaten, mecliste muhalefetin yetkilerinin şimdiki simgesel durumundan da daha azaltılmasını isteyen bir organizmadan, demokrasiyi içselleştirmesini beklemek, bekleyen kişiyi komik duruma düşüreceği için, böyle bir beklentimiz olamaz.
ancak, siyasetle ilişkisi hülooğğğğ seviyesinden daha yukarıya çıkamayan ve çıkamayacak kitleyle ilgili söyleyeceklerimizin bitmesi anlamına da gelmiyor bu durum.
iki üç yıl önce, serviste akp seçmeni bir meslektaşıma şunu sormuştum: ''üstad, zamanında baskıya uğramış, haksızlıklarla karşı karşıya kalmış, sesi kısılmış, hakları elinden alınmış bir topluluk olarak, sizin şimdi tam tersini yapıp, 'bakın, zamanında bizleri yaşam biçiminize ve inançlarınıza birer tehdit olarak görüyordunuz ancak gördüğünüz gibi bizim tüm derdimiz, kendi inandığımız gibi yaşayabilmenin mücadelesiydi. bizim iktidarımız herkesin inandığı biçimde yaşayabileceği bir ülkenin teminatıdır.' demeniz gerekmiyor mu?''
cevabı şu olmuştu: ''ya ne alakası var. bilakis, onların bizlere yaşattırdıklarını, onlara on misliyle yaşatmadıkça bizim içimiz soğumaz. artık devir değişti. şimdi güç bizde ve bizim istediğimiz gibi olacak...''
bu iki satır, standart bir akp seçmeninin içinden geçenlerin özeti (bu arada, yukarda anlattığım konuşma kelimesi kelimesine doğrudur.)
...
bir hüloooğğğcuya sorun. size geçmişe dair onlarca yüzlerce mağduriyetten söz edecektir. konuşmasının içinde muhakkak ama muhakkak 28 şubat'a atıfta bulunacaktır. orada konuşmayı durdurun ve ona şu soruyu sorun: ''28 şubatta ne olmuştu?'' size garanti veriyorum, bu soruyu sorduğunuz her 10 hüloooğğğğcudan 8 ya da 9'u geveleyecek ve net bir şey söyleyemeyecektir. konuşabilen de, 'ya bize darbe yaptılar vs.' diyecek olayları anlatamayacaktır. niye? çünkü bunlar okumaz. okusa da anlamaz. anlasa da hatırlamaz. hatırlasa da yorumlayamaz...
peki, kendilerine öğretelim. 28 şubat'ta ne olmuştu?
iktidardada refahyol hükümeti vardı. refah partisi ve doğru yol partisi, başbakanlığı dönüşümlü yapmak üzere anlaşmışlardı. rahmetli erbakan başbakanlığı tansu çiller'e devretmek için başbakanlıktan istifa etmişti. cumhurbaşkanı demirel'in yapması gereken şey, başbakanlığı tansu çiller'e vererek ondan hükümeti kurmasını istemekti. o ne yaptı? hükümeti gitti mesut yılmaz'a verdi.
şekil olarak anayasaya uygundu ancak ne teamüllere uygundu ne de milli iradeye...
bu açıkça milli iradeye karşı yapılmış bir sivil görünümlü darbeydi. zaten ateşlenen bu fitil, orta vadede akp'nin kurulmasına ve bugünlere gelmemize neden oldu.
dönelim günümüze ve soralım. 28 şubat'ta olanla günümüzde olan arasındaki 7 farkı bulunuz.
(sorum hüloooğğğculara değil. onlarda ne bu yazıyı algılayabilecek düzey var ne de soruyu cevaplayabilecek bilgi birikimi ve vicdan...)

amca vs dayı

kultabisi
\"her ailede aileyi mahveden, iflas ettiren, kavga çıkaran, haksızlık yapan, ortalığı birbirine katan, huzur vermeyen, hak ettiğinden fazla malı üstüne alan en az bir amca veya bir dayı vardır. bizde yok diyorsanız bu kişi babanızdır\"
(alıntı)

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol

tag heuer carrera womens price montblanc timewalker 2017 replica watches rolex oyster perpetual datejust made in hong kong vintage heuer chronograph replica watches hublot 992703 price panerai limited edition 2015 replica ladies watches ulysse nardin watches platinum brand watches for ladies uk replica watches belfort watch kickstarter breitling yellow face chrono uk replica watches