Maalesef geri gelmiştir.
Annesi ölene öksüz demişler
Babası ölene yetim demişler
Evladı ölene bi isim bulmamışlar.
Babası ölene yetim demişler
Evladı ölene bi isim bulmamışlar.
Abdulhamit hanın ilk evladı. Yanarak hayatını kaybetmiştir.
Dündar Osmanoğlu, II. Abdülhamid'in oğlu Şehzade Mehmet Selim Efendi'nin oğlu Şehzade Mehmet Abdülkerim Efendi'nin oğludur. Yüsra Hanımefendi'yle evlidir. Çocukları yoktur. Şu anda Osmanlı hanedan reisidir.
Siyonizm'in politik kurucusu olarak kabul edilen Theodor Herzl, 1860 yılında Budapeşte'de doğdu. Orta sınıf bir ailenin ferdi olan Herzl, Viyana Üniversitesinde hukuk eğitimi aldı. Fakat mezuniyetinden sonra Avukatlık sıfatını taşısa da, mesleğinin yerine yazarlık yapmayı tercih etti ve çeşitli oyunlar yazdı. O zamanlar İsrail devleti olmadığından bir Yahudi devletinin kurulmasını tasarladı. Siyonizm üstüne kapsamlı çalışmalar yaptı. Fransa'da ortaya çıkan Dreyfus Olayı sonrası artan Yahudi karşıtlığı hem onun yaşamına hem de siyonizm fikrinin seyrine yön verdi. Yahudilerin tüm dünyada ezildiği ve acı çektiği düşüncesinden hareketle, 1896 yılında "Yahudi Devleti" adlı kitabını yayınladı.
1897 yılında Dünya Siyonist Teşkilâtı'nın kurulmasını ve sonrasında İsviçre'nin Basel kentinde teşkilatın ilk kongresinin yapılmasını sağlamıştır. Kongrede "Ben bugün burada Yahudi Devleti'ni kurdum, ancak bunu yüksek sesle söylersem bütün dünya güler. Fakat beş sene içinde ya da elli sene sonra bunu herkes böyle bilecektir." demiştir. Ayrıca kongrede kurulması planlanan Yahudi Devleti'nin sınırlarını da belirtmiştir. Kongre sonunda Herzl Dünya Siyonist Teşkilatı'nın başkanı seçilmiştir. Teşkilatın amacına uygun olarak Yahudilerce kutsal sayılan Siyon tepesinin bulunduğu Filistin topraklarında Yahudi Devleti kurmak için İngilizlerle bağlantıya geçti. Filistin toprakları o dönem Osmanlı İmparatorluğu egemenliği altında olduğu için, Osmanlı ile iyi ilişkileri olması hasebiyle Alman İmparatoru II. Wilhelm ile ilişkiye geçmiş bunda başarılı olamamıştır.
Osmanlı'dan Filistin'e Yahudi yerleşimi için yer istenmesi
Yahudilerin Filistin'e yerleşmesi için çabalayan Herzl, 17 Mayıs 1901 tarihinde Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid ile görüştü. Bu görüşmede Herzl'e bir Mecidiye nişanı verildi. Görüşmelerinden sonra konu hakkında Daily Mail gazetesine konuşan Herzl, görüşmeden duyduğu memnuniyeti vurgulamış ve Yahudilerin II. Abdülhamid'den daha iyi bir dost ve seveni olmadığını ifade etmişti.II. Abdülhamid belirli bir yerde toplu halde olmamak koşuluyla Yahudilerin Osmanlı ülkesine gelmelerine izin vermiş ancak Filistin'e yerleşim konusunda bir adım atmamıştır.
Herzl'in asıl isteği ise Yahudilerin Filistin'e yerleşmesini sağlamaktı. Bunun karşılığında da Osmanlı borçlarının önemli bir kısmını ödeyecekti. II. Abdülhamid Yahudilere dağınık bir şekilde Mezopotamya'ya yerleşmelerini önerdiyse de bu öneri Herzl'i tatmin etmemekteydi. Zira Herzl ilave yerleşim yeri olarak Filistin, Hayfa ve çevrelerini de istemekteydi. Konu hakkında Osmanlı Arşivleri'nde bulunan belgeler de II. Abdülhamid'in Hezl'i huzurundan kovmadığını ve Padişahın Yahudilerin yerleşimi için Mezopotamya'yı önerdiğini göstermektedir.
Bunun üzerine İngiltere ile yeniden ilişki kurarak sorunun çözüleceği fikrinden hareketle İngiliz Sömürgeler Bakanı Chamberlein ile görüşür. Bu görüşmeden de istediği sonucu alamayan Herzl kısa bir süre sonra Londra'ya davet edilir. Bu görüşmede "Yahudi yurdu" olarak kendisine Uganda teklif edilir, ancak teşkilat kongrede bunu reddeder. Herzl İstanbul'a, Yahudilerce vadedilmiş topraklar olarak kabul gören Filistin ve Kudüs için birkez daha gelir ancak talebi Sultan Abdülhamit tarafından yine reddedilir. Filistin topraklarının "vadedilmiş topraklar" olması Herzl'in gözünü buraya çevirmesinin nedenidir.
Ölümü
Herzl, 3 Temmuz 1904 günü, Aşağı Avusturya'daki Edlach'ta, kardiyak skleroz nedeniyle hayatını kaybetti. Ölümünden bir gün önce Peder William H. Hechler'a şöyle dedi: Filistin'i benim için selamla, halkım için kalbimin kanını verdim.
Herzl'in cenaze törenini takiben yaklaşık altı bin kişi cenaze törenine katıldı. Tören uzun sürdü ve kaotikti. Herzl cenâzesinde hiçbir konuşmanın yapılmasını istemese de David Wolffsohn tarafından kendisine kısa bir övgüyle bahsedildi. 1949'da kalıntıları Viyana'dan taşındı ve Kudüs'teki Herzl Tepesine götürüldü.
1897 yılında Dünya Siyonist Teşkilâtı'nın kurulmasını ve sonrasında İsviçre'nin Basel kentinde teşkilatın ilk kongresinin yapılmasını sağlamıştır. Kongrede "Ben bugün burada Yahudi Devleti'ni kurdum, ancak bunu yüksek sesle söylersem bütün dünya güler. Fakat beş sene içinde ya da elli sene sonra bunu herkes böyle bilecektir." demiştir. Ayrıca kongrede kurulması planlanan Yahudi Devleti'nin sınırlarını da belirtmiştir. Kongre sonunda Herzl Dünya Siyonist Teşkilatı'nın başkanı seçilmiştir. Teşkilatın amacına uygun olarak Yahudilerce kutsal sayılan Siyon tepesinin bulunduğu Filistin topraklarında Yahudi Devleti kurmak için İngilizlerle bağlantıya geçti. Filistin toprakları o dönem Osmanlı İmparatorluğu egemenliği altında olduğu için, Osmanlı ile iyi ilişkileri olması hasebiyle Alman İmparatoru II. Wilhelm ile ilişkiye geçmiş bunda başarılı olamamıştır.
Osmanlı'dan Filistin'e Yahudi yerleşimi için yer istenmesi
Yahudilerin Filistin'e yerleşmesi için çabalayan Herzl, 17 Mayıs 1901 tarihinde Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid ile görüştü. Bu görüşmede Herzl'e bir Mecidiye nişanı verildi. Görüşmelerinden sonra konu hakkında Daily Mail gazetesine konuşan Herzl, görüşmeden duyduğu memnuniyeti vurgulamış ve Yahudilerin II. Abdülhamid'den daha iyi bir dost ve seveni olmadığını ifade etmişti.II. Abdülhamid belirli bir yerde toplu halde olmamak koşuluyla Yahudilerin Osmanlı ülkesine gelmelerine izin vermiş ancak Filistin'e yerleşim konusunda bir adım atmamıştır.
Herzl'in asıl isteği ise Yahudilerin Filistin'e yerleşmesini sağlamaktı. Bunun karşılığında da Osmanlı borçlarının önemli bir kısmını ödeyecekti. II. Abdülhamid Yahudilere dağınık bir şekilde Mezopotamya'ya yerleşmelerini önerdiyse de bu öneri Herzl'i tatmin etmemekteydi. Zira Herzl ilave yerleşim yeri olarak Filistin, Hayfa ve çevrelerini de istemekteydi. Konu hakkında Osmanlı Arşivleri'nde bulunan belgeler de II. Abdülhamid'in Hezl'i huzurundan kovmadığını ve Padişahın Yahudilerin yerleşimi için Mezopotamya'yı önerdiğini göstermektedir.
Bunun üzerine İngiltere ile yeniden ilişki kurarak sorunun çözüleceği fikrinden hareketle İngiliz Sömürgeler Bakanı Chamberlein ile görüşür. Bu görüşmeden de istediği sonucu alamayan Herzl kısa bir süre sonra Londra'ya davet edilir. Bu görüşmede "Yahudi yurdu" olarak kendisine Uganda teklif edilir, ancak teşkilat kongrede bunu reddeder. Herzl İstanbul'a, Yahudilerce vadedilmiş topraklar olarak kabul gören Filistin ve Kudüs için birkez daha gelir ancak talebi Sultan Abdülhamit tarafından yine reddedilir. Filistin topraklarının "vadedilmiş topraklar" olması Herzl'in gözünü buraya çevirmesinin nedenidir.
Ölümü
Herzl, 3 Temmuz 1904 günü, Aşağı Avusturya'daki Edlach'ta, kardiyak skleroz nedeniyle hayatını kaybetti. Ölümünden bir gün önce Peder William H. Hechler'a şöyle dedi: Filistin'i benim için selamla, halkım için kalbimin kanını verdim.
Herzl'in cenaze törenini takiben yaklaşık altı bin kişi cenaze törenine katıldı. Tören uzun sürdü ve kaotikti. Herzl cenâzesinde hiçbir konuşmanın yapılmasını istemese de David Wolffsohn tarafından kendisine kısa bir övgüyle bahsedildi. 1949'da kalıntıları Viyana'dan taşındı ve Kudüs'teki Herzl Tepesine götürüldü.
Asıl adı Mehmed Sabahaddin olan Prens Sebahattin, 13 Şubat 1879 tarihinde İstanbul'da doğdu. Annesi Sultan I. Abdülmecit'in kızı Seniha Sultan, babası ise Bahriye Nazırı Gürcü Halil Rıfat Paşa'nın oğlu Mahmut Celaleddin Paşa'dır.
Prens Sabahattin'nin düşüncelerinde, okuduğu siyasal ve toplumsal konulardaki çalışmaların yanı sıra babası Mahmut Celalettin Paşa'nın da rolü büyüktü.
Mahmud Celaleddin Paşa, akrabalık bağının yanında, Sultan 2. Abdülhamid'in de yakın arkadaşıydı. Ancak daha sonra Ali Suavi'nin önderliğini üstlendiği Çırağan Sarayı Vak'asına adı karıştığı gerekçesiyle Adalet Nazırı olduğu kabineden Sultan tarafından azledilmiştir. Yalısında gözetime alınır ve oğulları Prens Sabahattin ve Lütfullah Bey'in eğitimleri ile ilgilenir. O dönemler için yalı bir bakıma özel bir üniversite gibidir. Sabahaddin'in doğa bilimlerine, özellikle kimya, biyoloji, astronomi ve tıbba ciddi bir ilgisi vardır. Sebahattinin sonraki dönemlerinin Paris yıllarında, Sorbonne Üniversitesinde bu konulardaki derslere devam eder. Diğer yandan yirmi yaşında İbn Haldun'un Mukaddime'sini okumaktadır. Bu da onun kapasitesini gösterir. Daha sonra Osmanlıya geri dönen Prens Sabahattin, yirmi yaşında iken Lamartine'den “Jocelyn'i” Türkçe'ye çevirmiştir. Genç yaşlarından itibaren Avrupa fikir hayatı ile yakından temasa geçmiştir. Özellikle Avrupa'nın önde gelen aydınların eserlerini yakından takip etmiştir. Edmond Demolins'in “Anglo-Saksonların üstünlüğünün sebebi nedir?” adlı eseri Prens Sabahattin'in üzerinde derin etki bırakmıştır.
YURT DIŞINA KAÇIŞI
2. Abdülhamid'in baskıları artınca babası ile birlikte 1899 yılında bir Fransız gemisiyle yurttan kaçtılar. Yurttan ayrılmalarından bir süre sonra Abdülhamid, Mahmut Celalettin için idam kararı çıkardı.
Prens Sabahattin, 1899 ile 1908 yılları arasını Fransa'da geçirmiş ve burada ki temsilcileriyle iyi ilişkilerde bulunmuştur.
Mahmut Celalettin Paşa ve oğullarının Paris'e gitmesiyle Jön Türk'ler bir kongre hazırlanması için çalışmalara başladılar. Yayınladıkları çağrıda ülkenin içinde bulunduğu genel durumun tartışılmasını ve 2. Abdülhamid'in istibdat düzeninin bitmesi üzerine toplanılacağı belirtiliyordu. 2. Abdülhamid bu kongreden haberdar olmuş ve yabancı devletlere desteklememeleri için çağrıda bulunmuştu. Kongre, 4 Şubat 1902'de başlayarak 9 Şubat 1902'ye kadar sürmüştü. Bu kongre Osmanlı basınında "Osmanlı Hürriyet perveran Kongresi" olarak geçti. Kongrede başkanlık etmesi için Damat Mahmut Paşa düşünülse de rahatsızlığı sebebiyle Mahmut Celalettin Paşa Fahri başkanlığa, oğlu Sabahattin ise kongreyi yönetmek üzere başkanlığa seçildi. Mısır, Romanya, İtalya, İsviçre ve İngiltere'den birçok delege toplandı.
Prens Sabahattin, 31 Mart Vakası'ndan sonra tutuklandı. Mahmut Şevket Paşa ve Hurşit Paşa'nın yardımıyla serbest bırakıldı. Mahmut Şevket Paşa'nın vurulmasına adı karışınca Paris'e kaçtı. 1919 yılında savaşın bitmesiyle tekrar yurda döndü. Bulunduğu sürece siyasi ve sosyal görüşlerini açıklayan yazılar yazdıysa da politik bir oluşum içine girmedi. 1920 yılında tekrar Avrupa'ya gitti. Cumhuriyeti'in ilanından sonra Osmanlı Hanedanı üyesi olduğu için yurda bir daha dönemedi. Gittiği İsviçre'de Neuchâtel kentinde 1948 yılında vefat etti. Ölümünden sonra kemikleri 1952 yılında Türkiye'ye getirilerek İstanbul'un Eyüp semtinde babasının ve dedesinin mezarlarının bulunduğu Halil Rıfat Paşa türbesine defnedildi.
Prens Sabahattin'nin düşüncelerinde, okuduğu siyasal ve toplumsal konulardaki çalışmaların yanı sıra babası Mahmut Celalettin Paşa'nın da rolü büyüktü.
Mahmud Celaleddin Paşa, akrabalık bağının yanında, Sultan 2. Abdülhamid'in de yakın arkadaşıydı. Ancak daha sonra Ali Suavi'nin önderliğini üstlendiği Çırağan Sarayı Vak'asına adı karıştığı gerekçesiyle Adalet Nazırı olduğu kabineden Sultan tarafından azledilmiştir. Yalısında gözetime alınır ve oğulları Prens Sabahattin ve Lütfullah Bey'in eğitimleri ile ilgilenir. O dönemler için yalı bir bakıma özel bir üniversite gibidir. Sabahaddin'in doğa bilimlerine, özellikle kimya, biyoloji, astronomi ve tıbba ciddi bir ilgisi vardır. Sebahattinin sonraki dönemlerinin Paris yıllarında, Sorbonne Üniversitesinde bu konulardaki derslere devam eder. Diğer yandan yirmi yaşında İbn Haldun'un Mukaddime'sini okumaktadır. Bu da onun kapasitesini gösterir. Daha sonra Osmanlıya geri dönen Prens Sabahattin, yirmi yaşında iken Lamartine'den “Jocelyn'i” Türkçe'ye çevirmiştir. Genç yaşlarından itibaren Avrupa fikir hayatı ile yakından temasa geçmiştir. Özellikle Avrupa'nın önde gelen aydınların eserlerini yakından takip etmiştir. Edmond Demolins'in “Anglo-Saksonların üstünlüğünün sebebi nedir?” adlı eseri Prens Sabahattin'in üzerinde derin etki bırakmıştır.
YURT DIŞINA KAÇIŞI
2. Abdülhamid'in baskıları artınca babası ile birlikte 1899 yılında bir Fransız gemisiyle yurttan kaçtılar. Yurttan ayrılmalarından bir süre sonra Abdülhamid, Mahmut Celalettin için idam kararı çıkardı.
Prens Sabahattin, 1899 ile 1908 yılları arasını Fransa'da geçirmiş ve burada ki temsilcileriyle iyi ilişkilerde bulunmuştur.
Mahmut Celalettin Paşa ve oğullarının Paris'e gitmesiyle Jön Türk'ler bir kongre hazırlanması için çalışmalara başladılar. Yayınladıkları çağrıda ülkenin içinde bulunduğu genel durumun tartışılmasını ve 2. Abdülhamid'in istibdat düzeninin bitmesi üzerine toplanılacağı belirtiliyordu. 2. Abdülhamid bu kongreden haberdar olmuş ve yabancı devletlere desteklememeleri için çağrıda bulunmuştu. Kongre, 4 Şubat 1902'de başlayarak 9 Şubat 1902'ye kadar sürmüştü. Bu kongre Osmanlı basınında "Osmanlı Hürriyet perveran Kongresi" olarak geçti. Kongrede başkanlık etmesi için Damat Mahmut Paşa düşünülse de rahatsızlığı sebebiyle Mahmut Celalettin Paşa Fahri başkanlığa, oğlu Sabahattin ise kongreyi yönetmek üzere başkanlığa seçildi. Mısır, Romanya, İtalya, İsviçre ve İngiltere'den birçok delege toplandı.
Prens Sabahattin, 31 Mart Vakası'ndan sonra tutuklandı. Mahmut Şevket Paşa ve Hurşit Paşa'nın yardımıyla serbest bırakıldı. Mahmut Şevket Paşa'nın vurulmasına adı karışınca Paris'e kaçtı. 1919 yılında savaşın bitmesiyle tekrar yurda döndü. Bulunduğu sürece siyasi ve sosyal görüşlerini açıklayan yazılar yazdıysa da politik bir oluşum içine girmedi. 1920 yılında tekrar Avrupa'ya gitti. Cumhuriyeti'in ilanından sonra Osmanlı Hanedanı üyesi olduğu için yurda bir daha dönemedi. Gittiği İsviçre'de Neuchâtel kentinde 1948 yılında vefat etti. Ölümünden sonra kemikleri 1952 yılında Türkiye'ye getirilerek İstanbul'un Eyüp semtinde babasının ve dedesinin mezarlarının bulunduğu Halil Rıfat Paşa türbesine defnedildi.
Gazi Osman Paşa, 1832 yılında Tokatta Dünyaya geldi. Küçüklüğünden itibaren asker olmak istiyordu. Bu yüzden Kara Harp Okulunda okuluna giden Gâzi Osman Paşa 20 yaşında bu okuldan ikincilik ile mezun oldu.
Osmanlının yaşa değil başa bakan akıl anlayışından ötürü, Genç yaşına rağmen ilk defa Kırım Savaşı'nda görev aldı. 1862 yılında Cebel-i Lübnan'da meydana gelen Yusuf Karam isyanını bastırmakla görevlendirilen askeri kuvvette yer aldı. Ardından, Girit adasında meydana gelen Yunan isyanını denetim altına almak üzere Girit'e gönderildi. Adı geniş ölçüde ilk defa bu hareket sırasında gösterdiği gayret ve fedakarlık sayesinde duyuldu. Bilhassa Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa'nın takdirini kazandı, rütbesi miralaylığa yükseltildi ve kendisine üçüncü dereceden Mecidiye nişanı verildi.
Yemen'de Gazi Ahmet Muhtar Paşa komutası altında da görev yaptı. Bosna ayaklanması ve Osmanlı topraklarına yönelik Sırp ve Karadağ saldırıları sırasında, Rus subayların komutasındaki Sırpları yendi. Askeri başarısı olarak bugün üzerinde en çok durulan Plevne savunmasını 93 harbi denilen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda sergiledi. Sayıca üstün Rus ve Rumen kuvvetlerinin saldırılarına karşı maiyetindeki küçük bir kuvvetle kaleyi 5 ay savunması ona bu başarısından dolayı ona gazi unvanı verilmesini sağladı. Savaştan sonra saray kuvvetlerinin komutanı ve mabeyn müşiri oldu. Ölümüne kadar Sultan II. Abdülhamt'in en yakınlarından biri olarak onun maiyetinde kaldı.
PLEVNE MUHAREBESİ VE OSMAN PAŞA
24 Nisan 1877'de Ruslar Osmanlı Devleti'ne harp ilan ettikleri sırada Osman Paşa Vidin'deki Garp Ordusu kuwetleri kumandanlığında bulunuyordu. Kendisine verilen emir üzerine Vidin'den 25.000 kişilik kolordusu ile 7 Temmuz 1877 tarihinde Plevne'ye ulaştı. Ruslar'ın buraya yönelik olarak 8 Temmuz 1877'de Alman asıllı General Schilder kumandasında başlattıkları saldırılara karşı koydu. I. Plevne Muharebesi olarak tarihe geçen bu kanlı çatışma. 1877-1878 Osmanlı- Rus savaşlarında Ruslar'ın Rumeli cephesinde yedikleri ilk darbe oldu. Takviye alan Rus kuvvetleri Plevne üzerine 18 Temmuz'da ikinci defa taarruzda bulundular. Fakat yirmi altı saat süren bu savaşta gösterilen direniş ve karşı saldırı sonucu Ruslar bir defa daha hezimete uğradı. Rumenler'in de savaşa katılmasını sağlayan Ruslar. 7-11 Eylül tarihleri arasında gerçekleşen lll. Plevne Muharebesi'nde de başarı kazanamadı. Bu muzafferiyet üzerine Osman Paşa'ya gazilik unvanı verildi. Birbiri ardınca başarısızlığa uğrayan Ruslar ise Plevne'yi 13 Eylül'de kuşatma altına aldılar. Uzun süren bu kuşatma sırasında mühimmat ve yiyecek sıkıntısı çekmeye başlayan kale müdafileri huruç hareketinde bulunmaya karar verdi.
10 Aralık sabahı 40.000 neferden oluşan ordusunu iki kısıma ayıran Osman Paşa, Vid suyunu geçmeye çalıştığı sırada Rus- Rumen topçularının ateşi sonucu bir şarapnel parçasıyla yaralandı. Erkan-ı Harp zabitlerinin yapılabilecek daha fazla bir şeyin olmadığını belirtmeleri üzerine de teslim olmak zorunda kaldı. Bir süre Bugot, Bükreş, Harkof ve Rusya'da esaret hayatı yaşadı. Rus çarı tarafından kendisine kahramanlığını takdir amacıyla çifte kartal nişanı verildi. İstanbul'a dönüşü için ll. Abdülhamid, Serasker Müşir Rauf Paşa'yı yaver-i ekremilik ve fevkalade büyük elçilik payeleriyle Petersburg'a gönderdi. İçinde Osman Paşa'nın da bulunduğu heyetin istanbul'a gelişi ( 12- 13 Mart 1878) muhteşem bir törenle kutlandı.
YILDIZ SARAYINDAKİ ÇALIŞMALARI
Askeri şahsiyeti yanında Gazi Osman Paşa saraydaki görevleri sırasında siyasi faaliyetlerde de bulundu. İngilizler'in Osmanlı Devleti üzerinde uyguladıkları baskı politikasına karşı İstanbul'da bulunan Müslüman unsurlar arasında sağlam bir yer edinerek dini grupların birleşmesini sağladı.
Hindistan, Mısır ve Arabistan'daki İngiliz karşıtı gruplarla da münasebette bulundu. Yıldız Sarayı'nda ordunun ıslahını ele alan komisyon çalışmalarına katıldı. Yapılacak ıslahat hareketinin Avrupa tesirinden uzak ve öz değerlere bağlı olması gerektiğini savunarak aksi fikirdeki ıslahat komisyonu kararlarına muhalefet etti. Bu meseleden dolayı kendisiyle Sadrazam Hayreddin Paşa arasındaki siyasi mücadele Hayreddin Paşa'nın 16 Temmuz 1879'da görevinden istifa etmesiyle sonuçlandı. Muhaliflerinin fikir ve eğilimlerine şiddetle karşı çıkması, aleyhinde birtakım ithamlara yol açtı.
Bu ithamları incelemek üzere padişahın emriyle kurulan komisyon, iddiaların asılsız olduğunu ortaya koydu. Sarayda bulunduğu süre içinde dış politika konularında Abdülhamid'i etkilerneye çalıştı. 4-5 Nisan 1900 Cuma gecesi vefat etti ve Fatih Sultan Mehmed Türbesi yanına gömüldü.
Osmanlının yaşa değil başa bakan akıl anlayışından ötürü, Genç yaşına rağmen ilk defa Kırım Savaşı'nda görev aldı. 1862 yılında Cebel-i Lübnan'da meydana gelen Yusuf Karam isyanını bastırmakla görevlendirilen askeri kuvvette yer aldı. Ardından, Girit adasında meydana gelen Yunan isyanını denetim altına almak üzere Girit'e gönderildi. Adı geniş ölçüde ilk defa bu hareket sırasında gösterdiği gayret ve fedakarlık sayesinde duyuldu. Bilhassa Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa'nın takdirini kazandı, rütbesi miralaylığa yükseltildi ve kendisine üçüncü dereceden Mecidiye nişanı verildi.
Yemen'de Gazi Ahmet Muhtar Paşa komutası altında da görev yaptı. Bosna ayaklanması ve Osmanlı topraklarına yönelik Sırp ve Karadağ saldırıları sırasında, Rus subayların komutasındaki Sırpları yendi. Askeri başarısı olarak bugün üzerinde en çok durulan Plevne savunmasını 93 harbi denilen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda sergiledi. Sayıca üstün Rus ve Rumen kuvvetlerinin saldırılarına karşı maiyetindeki küçük bir kuvvetle kaleyi 5 ay savunması ona bu başarısından dolayı ona gazi unvanı verilmesini sağladı. Savaştan sonra saray kuvvetlerinin komutanı ve mabeyn müşiri oldu. Ölümüne kadar Sultan II. Abdülhamt'in en yakınlarından biri olarak onun maiyetinde kaldı.
PLEVNE MUHAREBESİ VE OSMAN PAŞA
24 Nisan 1877'de Ruslar Osmanlı Devleti'ne harp ilan ettikleri sırada Osman Paşa Vidin'deki Garp Ordusu kuwetleri kumandanlığında bulunuyordu. Kendisine verilen emir üzerine Vidin'den 25.000 kişilik kolordusu ile 7 Temmuz 1877 tarihinde Plevne'ye ulaştı. Ruslar'ın buraya yönelik olarak 8 Temmuz 1877'de Alman asıllı General Schilder kumandasında başlattıkları saldırılara karşı koydu. I. Plevne Muharebesi olarak tarihe geçen bu kanlı çatışma. 1877-1878 Osmanlı- Rus savaşlarında Ruslar'ın Rumeli cephesinde yedikleri ilk darbe oldu. Takviye alan Rus kuvvetleri Plevne üzerine 18 Temmuz'da ikinci defa taarruzda bulundular. Fakat yirmi altı saat süren bu savaşta gösterilen direniş ve karşı saldırı sonucu Ruslar bir defa daha hezimete uğradı. Rumenler'in de savaşa katılmasını sağlayan Ruslar. 7-11 Eylül tarihleri arasında gerçekleşen lll. Plevne Muharebesi'nde de başarı kazanamadı. Bu muzafferiyet üzerine Osman Paşa'ya gazilik unvanı verildi. Birbiri ardınca başarısızlığa uğrayan Ruslar ise Plevne'yi 13 Eylül'de kuşatma altına aldılar. Uzun süren bu kuşatma sırasında mühimmat ve yiyecek sıkıntısı çekmeye başlayan kale müdafileri huruç hareketinde bulunmaya karar verdi.
10 Aralık sabahı 40.000 neferden oluşan ordusunu iki kısıma ayıran Osman Paşa, Vid suyunu geçmeye çalıştığı sırada Rus- Rumen topçularının ateşi sonucu bir şarapnel parçasıyla yaralandı. Erkan-ı Harp zabitlerinin yapılabilecek daha fazla bir şeyin olmadığını belirtmeleri üzerine de teslim olmak zorunda kaldı. Bir süre Bugot, Bükreş, Harkof ve Rusya'da esaret hayatı yaşadı. Rus çarı tarafından kendisine kahramanlığını takdir amacıyla çifte kartal nişanı verildi. İstanbul'a dönüşü için ll. Abdülhamid, Serasker Müşir Rauf Paşa'yı yaver-i ekremilik ve fevkalade büyük elçilik payeleriyle Petersburg'a gönderdi. İçinde Osman Paşa'nın da bulunduğu heyetin istanbul'a gelişi ( 12- 13 Mart 1878) muhteşem bir törenle kutlandı.
YILDIZ SARAYINDAKİ ÇALIŞMALARI
Askeri şahsiyeti yanında Gazi Osman Paşa saraydaki görevleri sırasında siyasi faaliyetlerde de bulundu. İngilizler'in Osmanlı Devleti üzerinde uyguladıkları baskı politikasına karşı İstanbul'da bulunan Müslüman unsurlar arasında sağlam bir yer edinerek dini grupların birleşmesini sağladı.
Hindistan, Mısır ve Arabistan'daki İngiliz karşıtı gruplarla da münasebette bulundu. Yıldız Sarayı'nda ordunun ıslahını ele alan komisyon çalışmalarına katıldı. Yapılacak ıslahat hareketinin Avrupa tesirinden uzak ve öz değerlere bağlı olması gerektiğini savunarak aksi fikirdeki ıslahat komisyonu kararlarına muhalefet etti. Bu meseleden dolayı kendisiyle Sadrazam Hayreddin Paşa arasındaki siyasi mücadele Hayreddin Paşa'nın 16 Temmuz 1879'da görevinden istifa etmesiyle sonuçlandı. Muhaliflerinin fikir ve eğilimlerine şiddetle karşı çıkması, aleyhinde birtakım ithamlara yol açtı.
Bu ithamları incelemek üzere padişahın emriyle kurulan komisyon, iddiaların asılsız olduğunu ortaya koydu. Sarayda bulunduğu süre içinde dış politika konularında Abdülhamid'i etkilerneye çalıştı. 4-5 Nisan 1900 Cuma gecesi vefat etti ve Fatih Sultan Mehmed Türbesi yanına gömüldü.
Ulu Hakan 2. Abdülhamid Han'ın en yakınlarından birisi hatta en kadim sırdaşı olan şanlı vezir ve Başkatip Hasan Tahsin Paşa.
26 Temmuz 1908'de İttihatçılar, kendilerine göre ilk günkü coşkularıyla, öğleden sonra Türk, Rum, Ermeni , Bulgar ve Musevilerden oluşan yaklaşık yüzbin kişilik bir topluluğu Harbiye Nezareti önündeki Beyazit Meydanı'nda toplamış, burada yeni anayasal yönetime bağlılık yemini edilmiş ve daha sonra da Yıldız Sarayı'na doğru coşkuyla yürümüşlerdi. Akşama doğru, Sultan Abdülhamid'i tüm siyasal mahkum ve sürgünlerin affına zorlamakta başarılı olmalarının heyecanını taşıyan bir grup devrimci, isteklerini Şey-ül İslam aracılığıyla Sultan'a iletmek istemişlerdir. Uzun süren ısrarlar sonucunda Sultan tarafından kabul edilmişler ve aralarında Ziraat, Orman ve Maâdin Nazırı Selim Melhame Paşa, 2. Katib İzzet Paşa ve Mabeyn-i Hümayun Başkatibi Tahsin Paşa'nın da olduğu bir grup yüksek rütbeli Saray görevlisinin işten hemen el çektirilmesini istemişlerdi. Sultan II. Abdülhamid bazı saray görevlileri için bu grubun isteklerini kabul etmemişti. Ancak 4 Ağustos Salı günü, Mabeyn-i Hümayun Başkatibi Tahsin Paşa görevinden alınmış ve yerine mabeyn katiplerinden Cevat Paşa, ikinci katip ünvanıyla vekaleten atanmıştı.
5 Ağustos tarihli “Tanin” gazetesi, her iki azil haberinin büyük bir memnuniyetle karşılandığını kamuoyuna hemen duyurmuştu.
Yine aynı gün ve yine“Tanin”de, görevlerinden azledilen Mabeyn Başkatibi Tahsin Paşa ve Bahriye Nazırı Hasan Rami Paşa'nın yurtdışına kaçmalarının önlenmesi için Zaptiye Nezareti'nden Üsküdar ve Beyoğlu Mutasarrıflıkları'na emir verildiği bildirilmişti.
Halkın bunlara olan aleyhindeki gösteriler, 5 Ağustos gecesinde başkatib Tahsin Paşa ve Tophane-i Amire Müşiri Zeki Paşa'nın konaklarının önünde de sürdürülmüştü.
Kalem Dergisi'nin 3 Eylül 1908 tarihli sayısında yayınlanan bu karikatürde, II. Abdülhamid döneminin muktedir yöneticileri hicvediliyordu. Camekan içerisindeki kişiler, Bahriye Nazırı Hasan Rami Paşa, Başkatip Tahsin Paşa, 2. Katip Arap İzzet Paşa ve Ser Hafiye Kabasakal Mehmet Paşa, Eleştirel sözleri söyleyen ise filozof Rıza Tevfik'ti.
Tahsin Paşa'nın, Muallim Ahmet Halit Kitaphanesi tarafından 1931 yılında yayınlanan “Abdülhamid ve Yıldız Hatıraları” adlı eseri, Sultan II. Abdülhamid'in yanında bulunurken şahit olduğu hadiselerin toplanmasından meydana gelmişti. Tahsin Paşa, bu kitabında yakınen tanık olduğu pek çok olayı ve hakikati anlatmakta, Sultan II. Abdülhamid'in şahsiyeti ve devrinin hâdiselerine ışık tutmaktaydı.
Mabeyn-i Hümayun başkatibi Tahsin Paşa hatıralarında Sultan II. Abdülhamid'in kendisine sıklıkla;
“Her resim bir fikirdir. Bir resim yüz sayfalık yazı ile ifade olunamayacak siyasi, hissi manaları telkin eder. Onun için ben tahrir-i derecatten(yazılı bilgilerden)ziyade, resimlerden istifade ederim.” dediğini yazmıştı.
1929 veya 1932 yılında büyük Haremlik Köşkü yıkılmaya başlanmış, Tahsin Paşa, karşı komşusunun bahçe duvarına dayanarak köşkün ahşaplarının tek tek sökülürken çivilerin çıkarttığı acı sesleri, hüzün ve üzüntüyle sonuna dek izlemişti. Zaten Haremlik köşkünün yıkımından yaklaşık bir sene kadar sonra da yine İstanbulda olan Selamlık Köşkü'nde, bir rivâyet 1930, bir rivâyet 1933 yılında yılında vefat etmiştir. Tüberküloz teşhisi konan kızı Fahire hanım da bir süre daha köşkte yalnız başına yaşamış ve daha sonra o da vefat etmişti.
Tahsin Paşanın mezarının ise nerede olduğunu merak edilecek olursa; Yılmaz Öztuna'nın kitabından edinilen bilgilere göre, Eyüp Sultan'da olduğu yönündedir.
Allâh azze ve celle İslâmın Hâlfesine bu denli sadık olan Tahsin Paşayı, Sıddıkı Ekber Hz. Ebubekir(Radıyallahu Anh)'a cennetinde komşu eylesin. Âmîn..
26 Temmuz 1908'de İttihatçılar, kendilerine göre ilk günkü coşkularıyla, öğleden sonra Türk, Rum, Ermeni , Bulgar ve Musevilerden oluşan yaklaşık yüzbin kişilik bir topluluğu Harbiye Nezareti önündeki Beyazit Meydanı'nda toplamış, burada yeni anayasal yönetime bağlılık yemini edilmiş ve daha sonra da Yıldız Sarayı'na doğru coşkuyla yürümüşlerdi. Akşama doğru, Sultan Abdülhamid'i tüm siyasal mahkum ve sürgünlerin affına zorlamakta başarılı olmalarının heyecanını taşıyan bir grup devrimci, isteklerini Şey-ül İslam aracılığıyla Sultan'a iletmek istemişlerdir. Uzun süren ısrarlar sonucunda Sultan tarafından kabul edilmişler ve aralarında Ziraat, Orman ve Maâdin Nazırı Selim Melhame Paşa, 2. Katib İzzet Paşa ve Mabeyn-i Hümayun Başkatibi Tahsin Paşa'nın da olduğu bir grup yüksek rütbeli Saray görevlisinin işten hemen el çektirilmesini istemişlerdi. Sultan II. Abdülhamid bazı saray görevlileri için bu grubun isteklerini kabul etmemişti. Ancak 4 Ağustos Salı günü, Mabeyn-i Hümayun Başkatibi Tahsin Paşa görevinden alınmış ve yerine mabeyn katiplerinden Cevat Paşa, ikinci katip ünvanıyla vekaleten atanmıştı.
5 Ağustos tarihli “Tanin” gazetesi, her iki azil haberinin büyük bir memnuniyetle karşılandığını kamuoyuna hemen duyurmuştu.
Yine aynı gün ve yine“Tanin”de, görevlerinden azledilen Mabeyn Başkatibi Tahsin Paşa ve Bahriye Nazırı Hasan Rami Paşa'nın yurtdışına kaçmalarının önlenmesi için Zaptiye Nezareti'nden Üsküdar ve Beyoğlu Mutasarrıflıkları'na emir verildiği bildirilmişti.
Halkın bunlara olan aleyhindeki gösteriler, 5 Ağustos gecesinde başkatib Tahsin Paşa ve Tophane-i Amire Müşiri Zeki Paşa'nın konaklarının önünde de sürdürülmüştü.
Kalem Dergisi'nin 3 Eylül 1908 tarihli sayısında yayınlanan bu karikatürde, II. Abdülhamid döneminin muktedir yöneticileri hicvediliyordu. Camekan içerisindeki kişiler, Bahriye Nazırı Hasan Rami Paşa, Başkatip Tahsin Paşa, 2. Katip Arap İzzet Paşa ve Ser Hafiye Kabasakal Mehmet Paşa, Eleştirel sözleri söyleyen ise filozof Rıza Tevfik'ti.
Tahsin Paşa'nın, Muallim Ahmet Halit Kitaphanesi tarafından 1931 yılında yayınlanan “Abdülhamid ve Yıldız Hatıraları” adlı eseri, Sultan II. Abdülhamid'in yanında bulunurken şahit olduğu hadiselerin toplanmasından meydana gelmişti. Tahsin Paşa, bu kitabında yakınen tanık olduğu pek çok olayı ve hakikati anlatmakta, Sultan II. Abdülhamid'in şahsiyeti ve devrinin hâdiselerine ışık tutmaktaydı.
Mabeyn-i Hümayun başkatibi Tahsin Paşa hatıralarında Sultan II. Abdülhamid'in kendisine sıklıkla;
“Her resim bir fikirdir. Bir resim yüz sayfalık yazı ile ifade olunamayacak siyasi, hissi manaları telkin eder. Onun için ben tahrir-i derecatten(yazılı bilgilerden)ziyade, resimlerden istifade ederim.” dediğini yazmıştı.
1929 veya 1932 yılında büyük Haremlik Köşkü yıkılmaya başlanmış, Tahsin Paşa, karşı komşusunun bahçe duvarına dayanarak köşkün ahşaplarının tek tek sökülürken çivilerin çıkarttığı acı sesleri, hüzün ve üzüntüyle sonuna dek izlemişti. Zaten Haremlik köşkünün yıkımından yaklaşık bir sene kadar sonra da yine İstanbulda olan Selamlık Köşkü'nde, bir rivâyet 1930, bir rivâyet 1933 yılında yılında vefat etmiştir. Tüberküloz teşhisi konan kızı Fahire hanım da bir süre daha köşkte yalnız başına yaşamış ve daha sonra o da vefat etmişti.
Tahsin Paşanın mezarının ise nerede olduğunu merak edilecek olursa; Yılmaz Öztuna'nın kitabından edinilen bilgilere göre, Eyüp Sultan'da olduğu yönündedir.
Allâh azze ve celle İslâmın Hâlfesine bu denli sadık olan Tahsin Paşayı, Sıddıkı Ekber Hz. Ebubekir(Radıyallahu Anh)'a cennetinde komşu eylesin. Âmîn..
6 Ocak 1878 yılında İstanbul'da doğdu. 2.Abdülhamid'in eşi Bidar Kadınefendi'nin oğlu olan Şehzade Abdülkadir'in tam ismi, Mehmed Abdülkadir Efendi'dir. Şehzade olduğu için özel eğitim almıştır. Keman çalmaya meraklı olan Şehzâde, Budapeşte'de de kemancılık yaptığı rivâyet edilmiştir. Şehzade aynı zamanda Almanya'da da askeri eğitim görmüştür. 1924 yılında Hanedan'ın yurtdışına çıkarılması ile birlikte ailesiyle beraber Bulgaristan'a gitmiştir. Şehzâdenin Toplamda 6 eşi olmuştur Bunlar; Mislimelek, Sühendan, Mihriban, Meziyet, Mâcide ve İrene Hanımlar'dır. 6 tane de çocuğu vardı ve isimleri ise Mehmed Orhan Osmanoğlu, Ertuğrul Necib Efendi, Alaedin Kadir Efendi, Bidar Sultan, Safvet Neslişah Osmanoğlu, Osman Efendi'dir. Bununla birlikte Şehzade Abdülkadir Efendi, 2. Dünya Savaşı sırasında Sofya'ya dönmüştür ve dedesini tanıyan Bulgaristan Kralı, kendisine belediyede kantarcılık işi vermiştir. 16 Mart 1944'te kalp krizi geçirerek veya izdiham sırasında ezilerek vefat ettiği rivâyet edilmektedir.
YILDIZ SARAYI YILLARIM
Yıldız Sarayı'nda 1891-1909 yılları arasında yaşadım. Şehzade Mehmet Abdülkadir Efendi'nin ilk haremiydim. Kendisi mükemmel keman ve viyola çalardı. Kardeşi Burhanettin Efendi ise mükemmel piyano çalar ve besteler yapardı. Hatta Alman İmparatoru II. Wilhelm için beste dâhi yapmıştı. İmparator geldiğinde kayınpederim 2. Abdülhamid Han odalarına istavroz astırmış, kendi inançlarınca ritüellerini îfâ etme imkânı vermişti.
Sultan Abdülhamid'in evhamı ise amcası Abdülaziz'in tahttan indirilmesine şahit olduğundandır. Özelliklede Ali Suavi olayı üzerine evhamı hastalık halini aldı. Yıldız Sarayı'nı da evhamdan inşa ettirdi. Yüksek duvarlar ardından hükmediyordu ve bunun üzerine bir gün eşim Abdülkadir Efendi, bir evrakla odama geldi ve "Jön Türkler balonla saraya girip efendimizi hal edeceklermiş," dedi.
ŞEHZADENİN KONYAK İLGİSİ
İleriki yıllarda İstanbul, İngiliz işgali altındayken çıkmamıza yasak konduğunda zevcim papaz giysisiyle firar etti. Saray ablukadaydı. İsyandan sonra sarayı terk etme kararı aldık. Kapıda, "Hakkınızı helal edin lütfen," deyip kayınpederimin ellerine sarıldım. Saray'a bir daha dönmeyeceğimi ise bilmiyordum. O güzel köşkleri ve muazzam bahçeleri son defa görüyordum. Fransa'dan getirtilen Bohemya kristal avizeler, Louis Seize koleksiyonundan çalışma masam yağma edilmişti.
SU, İKİ DİLİM EKMEK VE YAĞ İLE GEÇEN ÖĞÜNLERİMİZ
Kızıltoprak'taki köşke gelenler, "Şehzade ümerasına 24 saat, hanımlara 10 gün mühlet verilmişti ve bize yanınıza hafif eşya alın" dendi. Bizim efendiye de 1000 Türk Lirası vereceklermiş. Yalnız bizler elbise ve mücevher götürebildik. Memleketimize veda ediyorduk. Gözlerimizden yaşlar boşanıyordu. Takvimler 6 Mart 1924'i gösteriyordu. Peşte'de otele yerleştik. Türkiye, bankadaki paralarımızı çekmeye izin vermedi. Kalkıp mücevherlerimi muhafaza ettiğim mahfazayı açtım, içinden vaktiyle Yıldız Sarayı'nda bana hediye edilen yakut taşlı bir kolye çıkarıp efendiye verdim. Oradayken otele bile borçlu idik. 1933'te Sofya'ya geçtik. Sabah su, iki dilim ekmek, akşam ise su, ekmek, yağ yiyorduk. Tam o sırada Bulgar Kralı III. Boris, "Abdülkadir Efendi kantarcılık yapmaya yardım edebilir" diye haber gönderdi. İslam âleminin halifesi, Türklerin hakanı Sultan'ın oğlu kantarcılık yapacaktı!
Daha Sonra Bulgaristan'ın Almanya'yla harbe girdiği haber aldık. Çocukların mektep masraflarını Almanlar karşılamış. Abdülkadir Efendi ise bizlere hitâben, Bu Almanlar, Balkanlar'da tam hâkimiyeti ele geçirdikleri vakit muhtemelen kendisine bir taç verilip oyuncak gibi kullanacaklarını söylüyordu. Bulgarlar'ın da bizi Almanlara kayıtsız şartsız teslim etmeyecekleri malumdu.
NAZİ KAMPINDAN, SULTAN KIZININ CENAZESİNİN ÇIKMASI
Hatıralarımın en bedbaht kısmı Albanya'da geçirdiğim zamandı. Bir akşam İtalyan askerleri konağı bastı. Bizi Arnavut toprağını zapt eden Almanlara, namı değer Naziler'e teslim ettiler. Izdıraplar Sultan'ın kızı Naime Sultan'ı hasta edip yatağa serdi. Çamur ve pislik içinde bulunan Nazi kampı muhtelif hastalıkların membası idi. Zavallı Naime Sultan da tifodan perişan hale düştü. Günden güne sararıp soldu ve söndü. Naziler cenazeyi hemen kaldırdılar. "Sultan Abdülhamid'in kızını bu şekilde götürmenize müsaade etmem, Allah'ının huzuruna yüzü pak halde çıkması lazım" dedim. Müsaade ettiler de hemen cenazeyi yıkadık ve böylelikle defin ettik. Eşim Abdülkadir Efendi ise
16 Mart 1944'te hayata gözlerini yumdu.
Allâh azze ve celle tahsilatlarını af eylesin.
YILDIZ SARAYI YILLARIM
Yıldız Sarayı'nda 1891-1909 yılları arasında yaşadım. Şehzade Mehmet Abdülkadir Efendi'nin ilk haremiydim. Kendisi mükemmel keman ve viyola çalardı. Kardeşi Burhanettin Efendi ise mükemmel piyano çalar ve besteler yapardı. Hatta Alman İmparatoru II. Wilhelm için beste dâhi yapmıştı. İmparator geldiğinde kayınpederim 2. Abdülhamid Han odalarına istavroz astırmış, kendi inançlarınca ritüellerini îfâ etme imkânı vermişti.
Sultan Abdülhamid'in evhamı ise amcası Abdülaziz'in tahttan indirilmesine şahit olduğundandır. Özelliklede Ali Suavi olayı üzerine evhamı hastalık halini aldı. Yıldız Sarayı'nı da evhamdan inşa ettirdi. Yüksek duvarlar ardından hükmediyordu ve bunun üzerine bir gün eşim Abdülkadir Efendi, bir evrakla odama geldi ve "Jön Türkler balonla saraya girip efendimizi hal edeceklermiş," dedi.
ŞEHZADENİN KONYAK İLGİSİ
İleriki yıllarda İstanbul, İngiliz işgali altındayken çıkmamıza yasak konduğunda zevcim papaz giysisiyle firar etti. Saray ablukadaydı. İsyandan sonra sarayı terk etme kararı aldık. Kapıda, "Hakkınızı helal edin lütfen," deyip kayınpederimin ellerine sarıldım. Saray'a bir daha dönmeyeceğimi ise bilmiyordum. O güzel köşkleri ve muazzam bahçeleri son defa görüyordum. Fransa'dan getirtilen Bohemya kristal avizeler, Louis Seize koleksiyonundan çalışma masam yağma edilmişti.
SU, İKİ DİLİM EKMEK VE YAĞ İLE GEÇEN ÖĞÜNLERİMİZ
Kızıltoprak'taki köşke gelenler, "Şehzade ümerasına 24 saat, hanımlara 10 gün mühlet verilmişti ve bize yanınıza hafif eşya alın" dendi. Bizim efendiye de 1000 Türk Lirası vereceklermiş. Yalnız bizler elbise ve mücevher götürebildik. Memleketimize veda ediyorduk. Gözlerimizden yaşlar boşanıyordu. Takvimler 6 Mart 1924'i gösteriyordu. Peşte'de otele yerleştik. Türkiye, bankadaki paralarımızı çekmeye izin vermedi. Kalkıp mücevherlerimi muhafaza ettiğim mahfazayı açtım, içinden vaktiyle Yıldız Sarayı'nda bana hediye edilen yakut taşlı bir kolye çıkarıp efendiye verdim. Oradayken otele bile borçlu idik. 1933'te Sofya'ya geçtik. Sabah su, iki dilim ekmek, akşam ise su, ekmek, yağ yiyorduk. Tam o sırada Bulgar Kralı III. Boris, "Abdülkadir Efendi kantarcılık yapmaya yardım edebilir" diye haber gönderdi. İslam âleminin halifesi, Türklerin hakanı Sultan'ın oğlu kantarcılık yapacaktı!
Daha Sonra Bulgaristan'ın Almanya'yla harbe girdiği haber aldık. Çocukların mektep masraflarını Almanlar karşılamış. Abdülkadir Efendi ise bizlere hitâben, Bu Almanlar, Balkanlar'da tam hâkimiyeti ele geçirdikleri vakit muhtemelen kendisine bir taç verilip oyuncak gibi kullanacaklarını söylüyordu. Bulgarlar'ın da bizi Almanlara kayıtsız şartsız teslim etmeyecekleri malumdu.
NAZİ KAMPINDAN, SULTAN KIZININ CENAZESİNİN ÇIKMASI
Hatıralarımın en bedbaht kısmı Albanya'da geçirdiğim zamandı. Bir akşam İtalyan askerleri konağı bastı. Bizi Arnavut toprağını zapt eden Almanlara, namı değer Naziler'e teslim ettiler. Izdıraplar Sultan'ın kızı Naime Sultan'ı hasta edip yatağa serdi. Çamur ve pislik içinde bulunan Nazi kampı muhtelif hastalıkların membası idi. Zavallı Naime Sultan da tifodan perişan hale düştü. Günden güne sararıp soldu ve söndü. Naziler cenazeyi hemen kaldırdılar. "Sultan Abdülhamid'in kızını bu şekilde götürmenize müsaade etmem, Allah'ının huzuruna yüzü pak halde çıkması lazım" dedim. Müsaade ettiler de hemen cenazeyi yıkadık ve böylelikle defin ettik. Eşim Abdülkadir Efendi ise
16 Mart 1944'te hayata gözlerini yumdu.
Allâh azze ve celle tahsilatlarını af eylesin.
Asıl adı Mahmut Celaleddin olan Damat paşa, 1853 yılında İstanbul'da doğdu. Babası, Osmanlı Devleti'nde dört defa kaptan-ı deryâlık yapmış Damat Gürcü Halil Rifat Paşa, annesi onun ikinci eşi olan İsmet Hanım idi. Babasını, küçük yaşta kaybetti. Özel öğrenim görerek yetiştikten sonra çeşitli devlet memurluklarında bulundu. Paris konsolosluğunda iki yıl görev yaparak Fransızcasını geliştirdi
İlk evliliğini İffet Hanım'la gerçekleştiren paşa bu evliliğinden Rifat, Fuat ve Ali Bidar adında üç çocuk sahibi oldu. 28 Aralık 1876'da Sultan Abdülaziz'in padişahlığı sırasında Osmanlı Sultanı Abdülmecit'in kızı Seniha Sultan'la evlendirilerek Osmanlı Hanedanı'na damat oldu. Bu evlilikten oğlu Prens Sabahattin ve Lütfullah Bey dünyaya gelmiştir.
Görevden alınması
Abdülhamit'i tahttan indirmek üzere örgütlenmiş Skelyeri-Aziz Bey komitesi ile ilişkisi olduğu gerekçesi ile birkaç ay sonra adliye nazırlığı görevinden alındı. Daha sonra bu komite ile bağlantısı olmadığı ortaya çıkınca kendisine Evkaf Nazırlığı ve Şura-yı Devlet üyeliği teklif edildi ancak bu görevleri kabul etmedi
Mahmut Celaleddin Paşa, resmi bir görev almadığı bu dönemde konağını bir şiir encümeni haline getirmiştir. Âsaf mahlasıyla şiirler yazan Paşa, zamanının bir bölümünü oğularının eğitimine ayırdı. Devrin önde gelen isimlerini oğulları için hoca olarak görevlendirdi. Bir yandan da siyasetin gidişatını yakından takip edip padişaha aktarmak üzer eleştiri ve önerilerini kaleme aldı. Bağdat Demir Yolu ihalesinin İngilizlerin ortak olduğu bir şirkete verilmesi için aracılık etmek istedi; imtiyazın Almanlar'a verilmesi öfke ve kırgınlığını arttırdı.
Avrupa'ya kaçışı
1899 yılında II. Abdülhamit'e olan muhalefeti nedeniyle iki oğlu Prens Sabahattin ve Prens Lütfullah'la birlikte Avrupa'ya kaçtı. Önce Marsilya'ya, oradan, Paris'e gitti. II. Abdülhamit yönetimine düşmanlık besleyen Jön Türkler tarafından ilgiyle karşılandı. Bazı Jön Türkler'in hükümetle anlaşıp yurda dönmesinden sonra geride kalanlar arasında lider gibi görülmeye başladı 1 Ocak 1900'de Meşveret'te yayımlanan ve gazetenin sahibi Ahmet Rıza Bey'e hitaben yazılmış Fransızca bir mektup göndererek, Jön Türkleri yüksek takdir hisleriyle karşıladığını belirtti. Çeşitli gazetelerde padişaha yazdığı mektubu yayımlattı. Mektupta padişahı ve çevresindekileri ağır bir dille eleştirdi.
Cenevre'de çıkarılan Osmanlı Gazetesi'nin durumu ile ilgilenmek üzere oğulları ile Cenevre'ye gitti. İshak Sükûti, ona gazetenin tüm hak ve sorumlarını teslim etti. Paşa, 1 Nisan 1900'da Osmanlı Gazetesi'nde Abdülhamit Han'a hitaben yazdığı bayram tebriğinde çok ağır bir dille saraydaki bayram merasimini eleşirdi. Prens Sabahaddin ve Lütfullah Beyler de sert ifadeli ikinci bir mektup yayımladılar. Saray, damadını yurda döndürmek için her yolu denedi ve sonunda paşanın mallarının zaptedildiğine dair haberler duyuldu. Paşa, bunu önemsemedi.
Masraflarını üstlendiği Osmanlı Gazetesi'ni Londra'da çıkarmak için oğulları ile 29 Mayıs 1900'de İngiltere'ye gitti ve 1 Temmuz 1900'den itibaren gazeteyi Londra'da yayımladı. İstanbul'a dönmesini talep eden saray ile arasında gittikçe sertleşen pazarlık ve yazışmalar gerçekleşti.
Mısır'a geçişi
Paşa ve oğuları İstanbul hükümetinin baskıları sonucu Londra'dan da ayrıldı ve Mısır Hıdivi Abbas Hilmi Paşa'nın davetiyle Mısır'a gitti. Orada, Hoca Kadri Efendi''nin idare ettiği, "Kânûn-i 'Esâsî Gazetesi'"nin çıkarılmasına yardım etti. Asâf mahlasıyla yazdığı şiirlerini toplayan Divanı 'yla, Tezkire-i ulemâ adlı eserini Kahire'de bastırdı. Saray, paşayı geri döndürme çabalarına devam etti. Hidiv de paşa ve oğullarını İstanbul'a dönme konusunda ikna etmeye çalıştı.
Damadın Ölümü
Paşa, kimi kaynaklara göre albümin öriden, kimilerine göre üremiden muzdarip idi. Kışı geçirmesi için getirildiği Brüksel'de 17 Aralık 1903 yılında öldü. II. Abdülhamid Han, cenazesinin İstanbul'a getirilmesini istese de oğulları ülkede Meşrutiyet rejimi ilan edilmedikçe onu geri vermeyeceklerini söyledi. Paşa'nın cenazesi Fransa'da Père Lachaise Mezarlığı'ndaki Türk kabristanına defnedildi. Cenaze merasimi Jön Türkler'in mitingine dönüşmüş; mezarın başında okunan ateşli konuşma metinleri Osmanlı Gazetesi'nde yayımlanmıştır. 1908 yılında II. Meşrutiyet'in ilanı üzerine naaşı büyük bir törenle İstanbul'a getirildi; Eyüp'te babasının mezarının da bulunduğu aile türbesine defnedildi.
İlk evliliğini İffet Hanım'la gerçekleştiren paşa bu evliliğinden Rifat, Fuat ve Ali Bidar adında üç çocuk sahibi oldu. 28 Aralık 1876'da Sultan Abdülaziz'in padişahlığı sırasında Osmanlı Sultanı Abdülmecit'in kızı Seniha Sultan'la evlendirilerek Osmanlı Hanedanı'na damat oldu. Bu evlilikten oğlu Prens Sabahattin ve Lütfullah Bey dünyaya gelmiştir.
Görevden alınması
Abdülhamit'i tahttan indirmek üzere örgütlenmiş Skelyeri-Aziz Bey komitesi ile ilişkisi olduğu gerekçesi ile birkaç ay sonra adliye nazırlığı görevinden alındı. Daha sonra bu komite ile bağlantısı olmadığı ortaya çıkınca kendisine Evkaf Nazırlığı ve Şura-yı Devlet üyeliği teklif edildi ancak bu görevleri kabul etmedi
Mahmut Celaleddin Paşa, resmi bir görev almadığı bu dönemde konağını bir şiir encümeni haline getirmiştir. Âsaf mahlasıyla şiirler yazan Paşa, zamanının bir bölümünü oğularının eğitimine ayırdı. Devrin önde gelen isimlerini oğulları için hoca olarak görevlendirdi. Bir yandan da siyasetin gidişatını yakından takip edip padişaha aktarmak üzer eleştiri ve önerilerini kaleme aldı. Bağdat Demir Yolu ihalesinin İngilizlerin ortak olduğu bir şirkete verilmesi için aracılık etmek istedi; imtiyazın Almanlar'a verilmesi öfke ve kırgınlığını arttırdı.
Avrupa'ya kaçışı
1899 yılında II. Abdülhamit'e olan muhalefeti nedeniyle iki oğlu Prens Sabahattin ve Prens Lütfullah'la birlikte Avrupa'ya kaçtı. Önce Marsilya'ya, oradan, Paris'e gitti. II. Abdülhamit yönetimine düşmanlık besleyen Jön Türkler tarafından ilgiyle karşılandı. Bazı Jön Türkler'in hükümetle anlaşıp yurda dönmesinden sonra geride kalanlar arasında lider gibi görülmeye başladı 1 Ocak 1900'de Meşveret'te yayımlanan ve gazetenin sahibi Ahmet Rıza Bey'e hitaben yazılmış Fransızca bir mektup göndererek, Jön Türkleri yüksek takdir hisleriyle karşıladığını belirtti. Çeşitli gazetelerde padişaha yazdığı mektubu yayımlattı. Mektupta padişahı ve çevresindekileri ağır bir dille eleştirdi.
Cenevre'de çıkarılan Osmanlı Gazetesi'nin durumu ile ilgilenmek üzere oğulları ile Cenevre'ye gitti. İshak Sükûti, ona gazetenin tüm hak ve sorumlarını teslim etti. Paşa, 1 Nisan 1900'da Osmanlı Gazetesi'nde Abdülhamit Han'a hitaben yazdığı bayram tebriğinde çok ağır bir dille saraydaki bayram merasimini eleşirdi. Prens Sabahaddin ve Lütfullah Beyler de sert ifadeli ikinci bir mektup yayımladılar. Saray, damadını yurda döndürmek için her yolu denedi ve sonunda paşanın mallarının zaptedildiğine dair haberler duyuldu. Paşa, bunu önemsemedi.
Masraflarını üstlendiği Osmanlı Gazetesi'ni Londra'da çıkarmak için oğulları ile 29 Mayıs 1900'de İngiltere'ye gitti ve 1 Temmuz 1900'den itibaren gazeteyi Londra'da yayımladı. İstanbul'a dönmesini talep eden saray ile arasında gittikçe sertleşen pazarlık ve yazışmalar gerçekleşti.
Mısır'a geçişi
Paşa ve oğuları İstanbul hükümetinin baskıları sonucu Londra'dan da ayrıldı ve Mısır Hıdivi Abbas Hilmi Paşa'nın davetiyle Mısır'a gitti. Orada, Hoca Kadri Efendi''nin idare ettiği, "Kânûn-i 'Esâsî Gazetesi'"nin çıkarılmasına yardım etti. Asâf mahlasıyla yazdığı şiirlerini toplayan Divanı 'yla, Tezkire-i ulemâ adlı eserini Kahire'de bastırdı. Saray, paşayı geri döndürme çabalarına devam etti. Hidiv de paşa ve oğullarını İstanbul'a dönme konusunda ikna etmeye çalıştı.
Damadın Ölümü
Paşa, kimi kaynaklara göre albümin öriden, kimilerine göre üremiden muzdarip idi. Kışı geçirmesi için getirildiği Brüksel'de 17 Aralık 1903 yılında öldü. II. Abdülhamid Han, cenazesinin İstanbul'a getirilmesini istese de oğulları ülkede Meşrutiyet rejimi ilan edilmedikçe onu geri vermeyeceklerini söyledi. Paşa'nın cenazesi Fransa'da Père Lachaise Mezarlığı'ndaki Türk kabristanına defnedildi. Cenaze merasimi Jön Türkler'in mitingine dönüşmüş; mezarın başında okunan ateşli konuşma metinleri Osmanlı Gazetesi'nde yayımlanmıştır. 1908 yılında II. Meşrutiyet'in ilanı üzerine naaşı büyük bir törenle İstanbul'a getirildi; Eyüp'te babasının mezarının da bulunduğu aile türbesine defnedildi.
Yayımlanan khk ile kaldırılmıştır.
Geçmiş olsun Türkiye.
Geçmiş olsun Türkiye.
Zaferi 101 yaşında! Unutma! Unutturma!
İngiliz Ordusu'ndan 13 general, 481 subay ve 13.300 er Osmanlı Ordusuna teslim oldu.
"Güneşi batmayan Britanya'nın askerlerini, karanlığa gömdüğümüz gündür"
İngiliz Ordusu'ndan 13 general, 481 subay ve 13.300 er Osmanlı Ordusuna teslim oldu.
"Güneşi batmayan Britanya'nın askerlerini, karanlığa gömdüğümüz gündür"
- İstanbul'un Beşiktaş ilçesinde bir semt
- İstanbul'un bir ilçesi
- Giresun ili Keşap ilçesinin köyü
- İstanbul'un bir ilçesi
- Giresun ili Keşap ilçesinin köyü
I. Dünya Savaşı'nda İngilizler için çalışan Nili adlı Yahudi casusluk halkasının ve önemli bir üyesi ve botanikçi Aaron Aaronsohn'un kız kardeşiydi.
Marksist teorisyen, Rus devrimci ve Almanya Sosyal Demokrat Partisi'nde tartışmalı bir aktivist. Alman ajanlığı yaptığı rivayeti de mevcut. Modern Alman yazınında 'yağmacı' olarak adlandırılan Parvus, 20. Yüzyılın en önemli süreçlerinde rol alan baş aktörlerdendir. Politik ideolojiler geliştirip bu ideolojilerin terörizm, anarşi, devrimsel faaliyetler, sosyal mühendislik, politik manipülasyon yöntemleriyle ülkelerin geçerli rejimlerine karşı operasyonlar yürütmüştür.
İtalya'nın kuzey doğusunda Friuli-Venezia Giulia bolgesinde ayni adi tasiyan Trieste ili merkezi olan bir belediye, şehir ve limandır.
Yahudi asıllı Osmanlı avukat ve siyasetçi.
Jön Türkler'in tanınmış üyelerindendir. Tanınmış bir Yahudi kökenli tüccar ailenin mensubu idi. Hukuk eğitimi aldı ve Selanik'te avukatlık yapmaya başladı. Karasu, Selanik'teki Makedonya Risorta Masonik Locası'nın bir üyesi (bazılarına göre kurucusu) ve sonraki başkanı ve Osmanlı Devletinde masonik faaliyetlerin öncüsüdür. Masonik localar ve bazı gizli cemiyetler, Selanik'te devrimci radikal görüşlere sahip ve aralarında Talat Paşa'nın da bulunduğu Jön Türkler'in duygudaşları arasında bir buluşma yeriydi. Karasu, Selanik'te avukatlık yaparken İttihat ve Terakki Cemiyetine üye oldu. Cemiyetin Müslüman olmayan ilk üyelerindendir.
Jön Türkler'in tanınmış üyelerindendir. Tanınmış bir Yahudi kökenli tüccar ailenin mensubu idi. Hukuk eğitimi aldı ve Selanik'te avukatlık yapmaya başladı. Karasu, Selanik'teki Makedonya Risorta Masonik Locası'nın bir üyesi (bazılarına göre kurucusu) ve sonraki başkanı ve Osmanlı Devletinde masonik faaliyetlerin öncüsüdür. Masonik localar ve bazı gizli cemiyetler, Selanik'te devrimci radikal görüşlere sahip ve aralarında Talat Paşa'nın da bulunduğu Jön Türkler'in duygudaşları arasında bir buluşma yeriydi. Karasu, Selanik'te avukatlık yaparken İttihat ve Terakki Cemiyetine üye oldu. Cemiyetin Müslüman olmayan ilk üyelerindendir.
Cumartesi
İstanbul'un eski stadlarından biri.
Taksim Stadyumu'nda, Fenerbahçe'nin İngiliz işgal birliklerinden oluşan karma takımı 2-1 yenerek General Harrington Kupası'nı kazandığı ünlü maç 29 Haziran 1923
Taksim Stadyumu'nda, Fenerbahçe'nin İngiliz işgal birliklerinden oluşan karma takımı 2-1 yenerek General Harrington Kupası'nı kazandığı ünlü maç 29 Haziran 1923
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?