confessions

kultabisi

1. nesil Yazar - Yazar -

  1. toplam entry 357
  2. takipçi 4
  3. puan 8554

adalet ve kalkınma partisi

kultabisi
Fas'ta 1967 yılında kurulmuş olan; amblemi, ışık saçan gaz lambası biçimindeki parti.
arapça ismi, hizb'ul-adale ve't-tenmiye, fransızca ismi, Parti de la Justice et du Développement'tir.
bunun sıradan bir tesadüf olduğunu düşünenler varsa, naif yapılarının hiç bozulmamasını temenni ederim.
bu da internet siteleri:http://www.pjd.ma/

ilkokuldan akılda kalan garip tipler

kultabisi
ilkokulun ilk günüydü. okul bahçesinde sıraya geçirdiler. önümüze yüzü buruş buruş olmuş, ihtiyar bir kadın geldi. saçlarımızı, yüzümüzü sevdi. sonradan onun, öğretmenimiz olduğunu anlayacaktık.
sınıfa girdiğimizde, bizden önce sınıfa girmiş ve en ön sırada oturmakta olan, ufak tefek ihtiyar bir adam gördük. yüzü, öğretmenimizden de kırışıktı. ama boyu aşağı yukarı bizim kadardı. öğretmen ilk derste, onun yanında kimseyi oturtmamıştı. sırayla herkese ismini sordu. sıra, kısa boylu amcaya geldiğinde ayağa kalkmadı. ''benim adım tarık.'' dedi. öğretmenimiz, bizim anlayacağımız bir düzeye indirgeyerek, tarık'ın ihtiyar bir amca olmadığını, bizimle aynı yaşta olduğunu ve hastalığı nedeniyle böyle göründüğünü anlattı.
acımıştık ama bize çok garip gelmişti.
ilk başlarda, kimse onun yanına oturmak istemiyordu. bir süre sonra, öğretmen tarık'ın yerini değiştirerek, orta sıranın ortalarında bir yere oturttu. sessiz bir çocuktu. tıpkı ihtiyar amcalar gibi, yavaş konuşuyor, yavaş hareket ediyordu. zaten gün boyu yerinden de kalkmıyordu. ders bitiminde, annesi içeri giriyor, onu tekerlekli sandalyeye koyuyor ve öyle götürüyordu. yavaş yavaş onu sevmeye başlamıştık ama yine de çok samimi olmaya cesaret edemiyorduk. sonuçta o ihtiyar birine benziyordu.
öğretmen bir gün bize şöyle dedi. 'çocuklar bundan sonra, tarık'ın yanına her isteyen oturamayacak. onun yanına oturma hakkı elde edebilmek için iyi bir şeyler yapmak zorundasınız. ancak uslu duranlar, ödevini iyi yapanlar, arkadaşlarına saygılı davrananlar oturabilir onun yanına.'' sınıfta o günden sonra işler yavaş yavaş değişmeye başlamıştı. tarık'ın yanına oturabilme ayrıcalığı için, herkes uslu durmaya çalışıyor, herkes ödevlerini özenerek yapıyordu.
ilk sene öyle geçti. ikinci sınıfa geçtiğimizde, tarık biraz daha yaşlanmıştı. adeta sınıfımızın ak sakallı dedesi gibiydi. herkes onu seviyor, herkes ona özen gösteriyordu. tarık'ın sevdiği biri olabilmek için onun her dediğini yapmaya razıydık. ama allah var, o da hepimizi adeta bir baba şefkatiyle seviyordu. sarılıp kucaklaşamasak bile, bizi sevdiğini ihtiyar gözlerinden anlayabiliyorduk.
üçüncü sınıfa gidiyorduk. tarık artık bazı günler okula gelmemeye başlamıştı. öğretmen, tarık'ın biraz rahatsız olduğunu söylüyordu biz sorduğumuzda.
bir gün öğretmenimiz sınıfa girdi ve bize hiçbir şey söylemeden masasına oturdu. ağlıyordu. korkmuştuk. onu ağlarken hiç görmemiştik. bir süre daha ağladıktan sonra, gözlerini sildi, ayağa kalktı ve 'çocuklar, tarık öldü.'' dedi.
artık bütün sınıf ağlıyordu. ertesi gün bütün okul olarak, tarık'ın hatırasına okul bahçesinde toplandık. kocaman bir çelenk vardı. sınıfımızdan üç kişi belirledi öğretmen, kendisiyle birlikte tarık'ın cenaze törenine katılmaları için. bütün sınıf yalvardı gitmek için ama öğretmen üç kişinin yeterli olacağını söyledi.
o günden sonra tarık'ın sırasına kimse oturmadı. o senenin sonunda o okuldan ayrıldım.
o okulla ilgili hatırladığım iki şey var şu anda hafızamda. biri öğretmenim seniha hoca, diğeri de ihtiyar tarık.
yıllar sonra, tarık'ın hastalığının ne olduğunu internette arattım.
(gbkz:progeria)ymış hastalığının adı. 8 yaşındaki bir çocuk, 80 yaşındaki bir insanın vücut yapısına ulaşıyormuş. organlar yavaş yavaş iflas ediyor ve en fazla 10-12 yaşlarında da ölüyormuş.
tarık, o ihtiyar yüzüyle bize gülümserken, belki de öleceğini biliyordu. sadece bedeni değil, ruhu da olgunlaşmıştı ki, bu durumunu kabullenmişti.
seni hala unutmadım tarık. umarım bu dünyada yaşayamadığın güzellikleri öte dünyada yaşarsın.

kışla önlerinde bekletilen kamyon ve vinçler

kultabisi
malumunuz, 16 temmuz'dan beri, neredeyse tüm askeri kışlaların önünde, o yerleşim yerinin belediyesine ait, çöp kamyonu, itfaiye aracı, çekici, vinç gibi iş makinaları bekletiliyor. gerekçe, kalkışılabilecek ikinci bir darbe girişiminde, kışladan çıkabilecek tankları engellemek.
sözlükte de, gördüğüm kadarıyla bunun doğru bir uygulama olduğunu düşünenler var.
bu nedenle, tanklarla ilgili bir iki temel bilgiyi vermeyi uygun görüyorum:
-sıradan bir tank, 30-40 derecelik eğimli bir arazide ilerleyebilir (düz duvarın 90 derece olduğunu düşünürsek, 30-40 derecelik eğimin ne olduğunu daha iyi anlayabiliriz).
-sıradan bir tank, yaklaşık 1,5 metre derinliğinde sudan herhangi bir tedbir almadan geçebilir. eğer gerekli tedbirler alındıysa yaklaşık 4 metre derinliğinde suda ilerleyebilir. hatta ileri teknolojiye sahip tanklar, derin sularda da ilerleyebilmektedir.
-sıradan bir tank, önünde duran herhangi bir engeli zorlanmadan aşabilir. ortalama bir tankın motor gücü 650-750 beygir civarındadır.
(tankların atış gücünü konu dışında tutuyorum)
üstte verdiğim bilgilerden de kolaylıkla anlaşılabileceği gibi, herhangi bir askeri nizamiyenin önünde tankları engellemek için konulan iş makinaları, tankın ilerlemesini kesinlikle engelleyemez. kaldı ki, eğer tank sürücüsü koca bir gerizekalı değilse, tankı nizamiye önünde bekleyen iş makinalarının üzerine sürmek yerine, nizamiyenin yanındaki duvarı/tel örgüyü sadece palet geçişiyle yerle bir ederek ilerleyebileceğini bilir.
dolayısıyla, kışla önlerinde bekletilen iş makinaları, tankların çıkışını engelleyemeyeceği gibi, halkın ordusuyla arasının açılmasına, halkta oluşan güvensizliğin ve askerde oluşan utanç duygusunun büyümesine hizmet etmekten başka hiçbir işe yaramaz.
bu işe hemen son verilmesi gerekli.

darbe girişimine katılan kışla ve üslerin kapatılması

kultabisi
hükümet tarafından açıklanan kararlardan biri.
askerlik yapanlar bilirler. ceza verilmiş çeşitli cansız varlıklardan söz edilir. misal, benim acemi birliğimi yaptığım yerde, üç tane cezalı nesne vardı. biri cezalı tanktı. önemli bir tatbikatta ateş almadığı için ceza verilmiş. tugay'ın bir kenarında yıllardır bekletiliyordu. bir diğeri cezalı göletti. serinlemek için giren bir asker boğulduğu için gölete ceza verilmiş. sonuncusu ise bir kepçeydi (yemek doldurulan kepçe). bir komutanın üzerine yemek dökülmüş kepçeden. yemekhanenin bir kenarında asılı durup dururdu. kendileri bu işin farkında mıydı, farkındalarsa üzülüyorlar mıydı emin değilim :)
15 temmuz darbe girişimi nedeniyle kapatılmasına karar verilen kışla ve üsler de bu uygulamanın tüy dikilmiş hali. daha kapsamlısına henüz denk gelmedim. bir üst kademesi de, ordunun komple lağvedilmesi olabilir ki, mümkün olsa o da yapılacakmış gibime geliyor.
dün bir internet sitesinde okuduğum yaratıcı fikri söyleyeyim madem. şöyle diyordu: kestanepazarı camiini de kapatacak mısınız? (kestanepazarı camii, fethullah gülen'in 1960lı yıllarda cuma günleri vaaz verdiği caminin adıymış.)

izlanda başbakanının istifa etmesi

kultabisi
gün itibarıyla gerçekleşmiştir. (gbkz:panama kağıtları) skandalında adının geçmesi nedeniyle istifa etmek zorunda kalmıştır.
neticede hırsızlığı belgelendiği için istifa etmek zorunda kalmıştır. peki, skandalda adı geçen diğer liderlerden istifa eden oldu mu? hayır.
kimisi, 'batılı ülkelerin oyunu' dedi, kimisi 'bana darbe yapmaya çalışıyorlar' dedi. kimisi de 'bu belgelerin hepsi montaj.' dedi. pardon ya, dilim sürçtü. montaj diyen olmadı. zaten kim inanırdı ki?..
neyse işte. (gbkz:onursuz liderlerin içindeki en onurlu hırsız )ödülünü, izlanda başbakanı sigmundur david gunnlaugsson'a veriyoruz. alkış...

erivan

kultabisi
ermenistan'ın başkenti.
bundan birkaç sene önce, bir şekilde son 100 küsur yıllık aile soy kütüğümüzü görme imkanım olmuştu. en çok dikkatimi çeken şeylerden biri, baba tarafından tavşanın suyunun suyunun suyu diyebileceğim bir akrabamızın erivan doğumlu oluşuydu. bunu farkettiğimde gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. 'yav yoksa, sülalede ermeni karışımı mı var?' diye sorup soruşturmaya başlamış, çok kısa bir süre içinde de 1900lü yılların başında erivan'ın nüfusunun çoğunluğunun türk olduğunu öğrenmiştim.
şimdi o türk nüfusun ne olduğu, nerede olduğu gibi soruları cevaplamayı ise, 'evet abi, resmen ermeni soykırımı yapmışız işte. özür dileyelim'cilere bıraktım.

panama kağıtları

kultabisi
küresel skandalın yeni adı. orijinal adıyla (gbkz:panama papers).
nedir, ne değildir? tüm ayrıntılarıyla az sonra!
bugün yarın haber bültenlerinde, tartışma programlarında, gazete köşelerinde bol bol karşılaşacaksınız. 'bu da neymiş ki?' dememeniz için, memur sözlüğün büyük hizmeti.
...
neyse dilimiz döndüğünce, bilgimiz yettiğince özetlemeye çalışalım.
şimdi efendim, panama diye bir ülke var malumunuz. hani kanalı da var. yapımı sırasında 30.000'e yakın insanın öldüğü kanal. neyse konumuz kanal değil. onu başka zaman açıklarız. bu panama denen orta amerika devletinde (gbkz:mossack fonseca) adlı bir hukuk firması varmış. bu firma, birçok büyük çok uluslu şirket ve kişiye hizmetler vermekteymiş. işte panama kağıtları adı verilen devasa boyutlu skandal, bu firmanın çok gizli milyonlarca (yaklaşık 11 milyon belgeden söz ediliyor) sızdırılması sonucu ortaya çıkmış.
peki skandalın içeriği ne?
özetin özeti olarak şöyle söyleyebiliriz: bu firma (bkz:mossack fonseca), görünürde müşterilerine hukuk hizmeti veriyor olsa da, aslında tezgahın arkasında çok daha detaylı hizmetler vermekteymiş. kara para aklama, aklanan kara paraların dünya finans sistemine tertemiz biçimde sokulması, paravan şirketler aracılığıyla vergi kaçırma vs.
bu skandalla ilgili haberleri okurken/dinlerken sık sık (gbkz:offshore) tabirini duyacaksınız. onu da en yalın haliye şöyle açıklayalım. şimdi efendim herkesin malumudur ki, kazançlar vergiye tabiidir. miktarları ülkeden ülkeye değişmekle birlikte, hangi ülkede ticaret yaparsanız yapın, ya da para kazanırsanız kazanın, kazandığınız paranın bir kısmını devlete vergi olarak bırakırsınız. ama kazandığınız paranın bir kısmını devlete bırakmak istemiyorsanız, bunun da çeşitli yöntemleri yok değil. işte offshore bankacılık ya da offshore hesaplar da bunun yöntemlerinden biri. panama gibi kimi kıytırık ülkeler, ülkelerine bol döviz çekebilmek için vergisiz ya da çok düşük vergili ve neredeyse tamamen denetimden uzak bankacılık hizmetleri sunarlar. işte bu imkan da, para babalarının, kara para sahiplerinin en çok aradığı şeydir.
misal, türkiye'de bir holding düşünün. diyelim ki 100 milyon dolar kazancı olsun. bunu burada tutsa, 20-30 milyon dolarını vergiye vermek zorunda. onun yerine, panama'da paravan bir şirket kuruyor. o şirketle sanki bir şeyler alıp satıyormuş gibi gösteriyor ve parayı o şirkete havale ediyor. o şirket de, parayı offshore hesaba yatırıyor. böylece holdingimiz milyonlarca dolar vergiden yırtıyor. kağıt üzerinde her şey yasal gibi göründüğü için, hiçbir şey yapılamıyor.
...
tabii bu offshore hesapları sadece holdingler kullanmıyor. diyelim ki, kocaman bir ülkeyi yönetiyorsunuz. tabii siyasetçi maaşı yetmeyeceği için, ufak ufak da çalıp çırpıyorsunuz. ihaleleri yandaşlarınıza veriyor, karşılığında yüzlerce milyon dolar alıyorsunuz. cukkaladığınız paralar o kadar çoğalıyor ki, nereye koyacağınız bilemiyorsunuz.
bankaya yatırsanız maazallah duyulabilir. kutuya mutuya koysanız sığmaz. evde saklayayım deseniz, yarın öbür gün acilen evden çıkarmanız (buna uluslararası bankacılık dilinde sıfırlama işlemi deniyor) gerekebilir. çıkarırken yakalanabilirsiniz. bir sürü şey söylemek zorunda kalabilirsiniz. mesela, 'montaj' diyebilirsiniz. bu açıklamalara bazı ülkelerde inananlar olacaktır muhakkak ama bunu her ülkede inandırmak çok zordur. işte o yüzden de, ufak yaramazlıklar yapan liderler genellikle bu paralarını kasalarda ya da kutularda saklamak yerine offshore hesaplarda tutarlar. tekrar hatırlatayım, bu hesapların takibi yapılamaz (yani imkansıza yakın zor).
bahsettiğimiz skandal tam da bu. şu an, onlarca devlet başkanı, başbakan, siyasetçi, işadamı, prens, emir vs... ait offshore hesaplar ortalığa saçıldı. içlerinde kimler yok kimler. putin'den tutun, arap kralına, esad'dan tutun, ilham aliyev'e, izlanda başbakanı'ndan tutun, mars genel sekreterine (tamam bunu ben uydurdum. dikkatli okuyor musunuz diye kontrol edeyim dedim.) kadar tonla siyasetçinin hesapları ortaya döküldü. tabii ki en çok yankı uyandıranı putin oldu. milyarlarca dolarlık hesaplar, yakın arkadaşları vs. aracılığıyla offshore hesaplara aktarılmış.
putin, böyle bir şey olacağının haberini aldığı için, geçenlerde, 'hakkımda batı medyasında yakın zamanda uydurma haberler çıkabilir.' diye hazırlık yapmıştı. (açıklama size de tanıdık geldi mi :)) komplo diyor özetle. bir nevi montaj der gibi.
şimdilik türk birine rastlanmadı. bazı iddialara göre, mayıs ayında açıklanacak listelerde türkler de olacakmış. ama ben türkler olmazsa şaşmam. zira bizimkiler daha geleneksel yöntemleri tercih ediyorlar. offshor falan bizimkilerin işi değil. hatırlayınsana, koca halkbank müdürü bile paraları evde istiflemişti.
neyse. bu konu üzerinde, çok şeyler söylenecek. ben siftahı yaptım. belki devam ederiz yine buradan.

obama'nın gıyabımda yaptığı açıklamalara üzüldüm

kultabisi
ulu liderimiz tayyip erdoğan'ın bugün, abd'den yurda dönüşünde havaalanında yaptığı açıklamalardan bir kesit.
linkimizi de yalama medyadan verelim: http://www.sabah.com.tr/gundem/2016/04/03/erdogan-obama-bu-konulari-gorusmemizde-gundeme-getirmedi
aslında ben neden (gbkz:eyyyyy obama)! şeklinde bir hitap kullanılmadığını çok merak ediyorum.
belki siklet farkından olabilir. mazur görelim bu defalık.
belki de bizim göremediğimiz, sadece ak yiğitlerin gördüğü büyük bir resim vardır. ne bileyim üst akıl filan...

2013 mayısına dönülürse her şey konuşulur

kultabisi
sevimli başbakanımız davutoğlumuzun, bugünkü açıklamasından bir satırbaşı. http://www.haberturk.com/gundem/haber/1219152-basbakan-davutoglu-tsknin-paralel-yapilanmayi-tasfiye-edecegine-inancim-tam
özetle diyor ki, şayet pkk 2013 mayısında olduğu gibi, tüm silahlı unsurlarıyla ülke dışına çıkarsa, terör örgütüyle tekrar pazarlık yapmaya başlayabiliriz.
sevimli başbakanımız ya farkında değil, ya da bilmiyormuş gibi davranmayı seçmiş olabilir ama artık ülkede kundaktaki bebek bile, terör örgütünün hiçbir zaman, silahlı unsurlarını ülke dışına çıkarmadığını biliyor. hatırlatmak babında söylüyorum, uzun cumhurbaşkanımız bile, 'bunlar bizi kandırmış. çözüm sürecinde şehirlere bombaları yığmışlar.' demişti. başbakanımız galiba o açıklamaları unutmuş.
gerçekçi düşünecek olursak, terör örgütünün silahlı unsurlarını hiçbir zaman ülke dışına çıkarmadığını, tabii ki başbakan da biliyor. son açıklamasıyla, 'biz tekrar pazarlığa hazırız. şehirlerdeki çatışmalardan vazgeçin. biz de pkk ülke dışına çıktı diyelim ve tekrar konuşmaya başlayalım.'ın mesajını veriyor.
bu açıklamadan çıkarılması gereken birkaç sonuç var:
1- uzun cumhurbaşkanımızın abd seyahatinde kendisine 'yeter bu kadar çatışma. pkk'yla tekrar müzakereye başlayın.' denmiş olma ihtimali yüksek.
2- 'pkk bir terör örgütüdür.' diyenler, 'pkk'yla sonuna kadar mücadele edilsin.' diyenler tekrar vatan haini olarak görülmeye başlanacak. bu kesim, tekrar kandan beslenmekle suçlanacak.
3- 'analar ağlamasın.' siyasetinin ikinci perdesine başlanacak.
4- 'yalama medyadaki tetikçiler, tekrar apo güzellemelerine başlayacaklar. kendisinin ne kadar ileri görüşlü biri olduğunu, kürt halkının doğal lideri olduğunu vs. pompalamaya tekrar başlayacaklar.
5- sosyal medyadaki akboylar, tekrar barışın ne kadar da güzel bir şey olduğu üzerine yoğun mesai gerçekleştirecekler.
6- barışın sağlanmasında, uzun cumhurbaşkanımızın ve sevimli başbakanımızın gayretleri nedeniyle, birinin ömür boyu başkan, diğerinin de ömür boyu başkan yardımcısı(bu olmasa da olur gibime geliyor) olmasının önemi ve gereği üzerine kampanyalar düzenleyecekler.
bekleyip görelim...

bahçanın harı mıyım

kultabisi
çok sevdiğim bir uşak türküsü.
bugün bulunduğum bir ortamda, bir de müzik öğretmeni vardı. elinde keman... biraz sohbet ettik. bir şeyler çaldı. hemen ardından başka bir müzik öğretmeni daha geldi. onda da bağlama... 'hocam ne çalayım?' dedi. valla tamamen sana kalmış. ne çalmak istiyorsan başım üstüne ama bir isteğim var. kemanla sentezleyebilir misin?' dedim. 'hay hay' dediler ve spontane olarak bu türküyü çaldılar.
buyrun: https://www.youtube.com/watch?v=J_l3_v2HZlI

uluslararası ilişkilerde beden dili

kultabisi
beden dili, çoğu insanın sandığının aksine, sadece kişilerarası ilişkilerde değil, uluslararası ilişkilerde de yoğun ve etkili biçimde kullanılır.
yakın zamana kadar, özellikle amerikan başkanları bunu çok etkili biçimde kullanıyorlardı. belki hatırlayanlarınız olacaktır. clinton'la rahmetli ecevit arasındaki şu sahne, ulusal gururumuzu zedelemişti: http://i.cdn.ensonhaber.com/resimler/diger/denizlide_cemaat_ve_imam_kustu_2.jpg
bu sahne öylesine oluşan ya da anlık gerçekleşen bir sahne değildi. bu konuda özel eğitim alan abd başkanlarının sürekli yaptıkları bir taktikti. https://galeri8.uludagsozluk.com/416/obama-dan-erdo%C4%9Fan-a-beyzbol-sopas%C4%B1_784627.jpg
mesela üstteki fotoğraf çekilirken, obama tayyip erdoğan'la telefonda konuşuyordu. kamuoyuna, 'adam ol, sopayı sırtında kırarım.' mesajı veriyordu. http://www.postmedya.com/images/upload/2(32).jpg
buyrun başka örnek. kerry, davutoğlu'na, 'üstün olan benim.' mesajı vermekle meşgul. http://www.viratrabzon.com/resimler/2/5721.jpg
obama'nın eline ve ayağına bakın. telefonda suriye ve esad meselesini konuşuyor. kamuoyuna, esad'ı oyum oyum oyacağım demeye getiriyor. http://www.amerikaliturk.com/media/images/1/obamaerdogan.jpg
bir tane daha. obama, erdoğan'ın kolunu epey yukardan kavrayarak, 'senden daha üstünüm. abin benim.' diyor.
bu örnekleri daha da artırabiliriz ama gerek yok. mevzuyu anlamışsınızdır.
neyse ki son yıllarda, diğer liderler de, bu konunun önemini kavrayıp, bu konuda eğitim almaya başladılar. buyrun, bu da bizimkinin golü: http://media-cdn.t24.com.tr/media/stories/2015/11/page_yeni-safakta-g20-izlenimleri-erdogan-obamadan-daha-liderdi-beden-dili-cok-rahatti-gerci-ne-zaman-degil-ki_607310099.jpg
bizim için iyi bir örnek daha: http://3.bp.blogspot.com/-Mr-5M1j0d_c/VHCBBYiisAI/AAAAAAAAAlo/ZtCU0XkZTRg/s1600/5.jpg
davutoğlu, en üste kendi elini koyarak, son sözün kendisine ait olduğunu vurguluyor.
...
ama bu örneklerin çok çok üstünde, enfes bir örnek yaşandı dün. beden diliyle muhataplarını ezmeye çalışan obama'ya, küba ziyareti sırasında raul castro unutulmaz bir ders verdi. elini omzuna koyarak, 'şimdi uslu ol. asıl lider benim.' mesajı vermeye çalışan obama'nın elini öyle bir engelledi ki, obama yumruk yemiş boksör gibi kalakaldı. hareketin ardından obama'nın suratını iyi izlemenizi tavsiye ediyorum: https://www.youtube.com/watch?v=BZ49-DynZj4

reza zarrab

kultabisi
amerika'da, abd'ye karşı dolandırıcılık, uluslararası acil ekonomik güç yasası'nı ihlal (iran'a uygulanan yaptırımları ihlal), bankacılık sistemine karşı dolandırıcılık, kara para aklama suçlamalarıyla tutuklanan iran asıllı türk vatandaşı.
aslında reza zarrab'la ilgili olarak, 17-25 aralık operasyonlarının ardından, her türk vatandaşının kafasında az veya çok, olumlu veya olumsuz belli başlı fikirler var. misal, kimilerine göre reza zarrab rüşvetçi, hırsız, mafyatik ve ne idüğü belirsiz biriyken, kimilerine göre (sayın cumhurbaşkanımız) hayırsever bir işadamı, kimilerine göre (eski içişleri bakanı muammer güler) tutuklanmaması için önüne yatılabilecek biri.
ancak, kendisiyle ilgili kamuoyunun pek bilmediği birçok bilgi olduğunu farkettim. mümkün mertebe tarafsız bir üslupla anlatmaya çalışayım:
reza zarrab'ı birçok insan, ebru gündeş'in kocası, zengin azeri işadamı olarak tanıdı. henüz yirmili yaşlarda, inanılmaz bir servetin sahibi olması ilgi çekiciydi.
aslında reza zarrab'ın hikayesi, iran'ın, nükleer programı başlatmasıyla başladı. iran'ın bağımsız olarak nükleer program başlatmasının ardından, abd ve ab, nükleer programı denetlemek istediler. ahmedinejad buna yanaşmayınca, batılı ülkeler iran'a karşı inanılmaz ağır bir ambargo başlattılar. iran'ın, ayakta kalabilmesi için bu ambargoyu bir biçimde delmesi gerekiyordu. yöntem şuydu. ambargoyu delmek için bir ekip oluşturuldu. ekibin başında babek zencani isimli iranlı karanlık bir işadamı vardı. zencani, çok güvendiği birkaç adamını dünyanın çeşitli ülkelerine yolladı. türkiye'ye gelen adamı ise bizim reza'dan başkası değildi. işlem şu şekilde gerçekleşiyordu. türkiye, petrol ve doğalgazının büyük kısmını iran'dan alıyordu ve türkiye'nin iran'dan alacağı petrol ve doğalgaz, ambargonun dışında tutulmuştu. ancak bu alışveriş dolarla yapılamıyordu. reza, işte tam burada devreye giriyordu. görünürde bir işadamıydı. ilgilendiği alanlardan biri de altın ticaretiydi. türkiye'yle iran arasındaki değiş tokuşta, işadamı kimliğiyle rol alıyordu. türkiye aldığı petrolün karşılığında iran'a güya altın yolluyor, reza da altınları tekrar türkiye'ye (ve diğer bazı ülkelere - dubai vs-) getirip dolar karşılığında satıyordu. aldığı dolarları da gizli ve karmaşık hesaplar aracılığıyla ortağı babek zencani'ye yolluyor, o da iran merkez bankasına veriyordu.
ama ne olduysa, iran'da ahmedinejad'ın gidip hasan ruhani'nin gelmesiyle oldu. yeni cumhurbaşkanı, ülkesindeki nükleer programı, batılıların denetlemesine açmaya karar verdi. denetleme için batıyla pazarlıklara başladı. bizim reza'nın işleri de işte o andan itibaren sarpa sarmaya başladı. muhtemelen abd'nin talimatıyla, cemaat kadroları eliyle reza zarrab'a operasyon yapıldı. ama ülke kamuoyunda beklenmeyen bir durum ortaya çıktı. zira, rezacığımın, ülkedeki bağlantılarının birçoğu, siyasi iktidarı elinde bulunduran siyasetçilere dayanıyordu. rüşvet vermediği kimse kalmamıştı neredeyse. hatta kendisi rüşveti öylesine kurumsallaştırmıştı ki, 'oro..puyla memurun parasını önden vereceksin.' özdeyişinin sahibi olmuştu. peki iran buna neden müsaade ediyordu? bunun iki cevabı var. birincisi, batının uyguladığı ambargonun kaldırılmasını istiyordu. bunun için gerekirse birilerini kurban etmeye artık razıydı. bu kurban da pekala zencani ve zerrab olabilirdi. çünkü -işte burada ikinci cevaba geliyoruz-, iran istihbaratı, zencani ve zerrab'ın, bu petrol, altın, dolar dalaveresini çevirirken, milyarlarca doları iç ettiklerini ve kendilerine ait kişisel gizli hesaplara aktardıklarını farketmişti. ''vaaaayyy! ağaya yamuk haa.' diye düşünmesi normaldi.
abd cemaat kadroları eliyle zerrab'a operasyon yaparken, iran da zencani'yi yargılamaya başlamıştı (iran zencani'yi idama mahkum etti ancak dedikodulara göre, çaldıkları birkaç milyar doları getirirse ölüm cezasını affedecekleri söyleniyor)...
...
gelelim rezacığın abd'de tutuklanmasına.
şimdi mantıken düşününce, reza'nın abd'ye giderken tutuklanacağından habersiz olması akla mantığa aykırı. yani bilmiyor olması imkansız. peki tutuklanacağını bile bile abd'ye niye gitti o zaman? bunun kesin bir cevabı yok ama mantıklı açıklamaları var.
reza değişen konjonktür nedeniyle, sonunun gelmeye başladığını farketmişti. evet 17-25 aralık operasyonlarından, ülkedeki siyasilerin kendilerinin de ayaklarının kayacağını anlamaları nedeniyle yaptıkları karşı müdahaleler sayesinde bir şekilde kurtulmuştu ancak bu şekilde devam edemezdi. çember daralıyordu ve türkiye'deki siyasilerin kendisini ne kadar daha kollayacağı belli değildi. zaten buradakilere güvenmediğini, 17-25 aralık operasyonları sırasında gözaltına alındığında, 'beni hemen içerden çıkarttırmazsanız her şeyi bir bir anlatırım.' diyerek göstermişti. kimbilir, belki de türk siyasiler de kendisinden kurtulmaya çalışıyorlardı. faili meçhul bir cinayete uğramayacağının garantisi yoktu. zira, kendisinin ölümü, kendisine göbekten bağlı türk siyasileri de kurtaracaktı. kendisi konuşamayacağı için, siyasilerin de korkacağı bir şey kalmayacaktı. e, iran'a da dönemezdi. başka bir ülkeye gitse, abd ensesindeydi. ne yapabilirdi, ne yapabilirdi, ne yapabilirdi?...
belki de en iyi çözüm, abd'yle anlaşmasıydı. gidip teslim olur ve onlarla pazarlık yaparsa, nispeten daha az bir zararla kurtulabilirdi (burada cia'in mit'ten gizli biçimde reza'yla pazarlıklar yaptığı ihtimali akla geliyor). ama böyle elini kolunu sallayarak da abd'ye gidemezdi. çünkü bu durumda türkiye'dekiler bülbül gibi ötmek için gittiğini anlayabilir ve daha gitmeden öldürülebilirdi. çaktırmadan gitmeliydi. rezacık da, önce dubai'ye, oradan da abd'ye gitti ve abd adaletinin şefkatli kollarına kendini bıraktı.
bundan sonra neler olacağı tamamen muamma. belki çok derin bilgileri ve çaldığı paraları abd'ye vermesi karşılığında az bir cezayla -hatta sıfır cezayla- kurtulacak. belki de uzun bir süre içerde yatacak. abd de, ondan elde ettiği bilgilerle, türkiye'dekilere şantaj yaparak, hepsini süt dökmüş kediye çevirecek. neler olacağını hepimiz göreceğiz.
türkiye'nin geek iç politikasında, gerekse de dış politikasında keskin dönüşlere hazır olmanızı tavsiye ediyorum. özellikle ak gençliğe söylüyorum. ferasetli cumhurbaşkanımız, ''yok yok böyle olmuyor. biz tekrar sayın abdullah öcalan'la sohbetlere başlayalım. ypg özgürlük mücadelesi yapıyor canım. cemaat o kadar da kaka değilmiş. bayrak da ne oluyormuş canım. türk ne demek, türkiyeli diyoruz bundan sonra...'' demeye başlarsa diye, savunmalarınızı, açıklamalarınızı hazır edin şimdiden. malum, biz gibi cahillerin büyük resmi görebilmesi için, siz gibi aydınların izahatlarına ihtiyaç var.

burj khalifa

kultabisi
sözlükte yazıyor olmanın gereği olarak, öncelikle başlıkla ilgili bilgilendirici kısmı yazalım.
bu bina, dünyanın en yüksek binası. 829 metre uzunluğunda. birleşik arap emirliklerinin başkenti dubai'de (dübey diye okunuyor. buyrun, adeta bir bilgi sağanağı yaşatıyorum okuyuculara.) yapıldı.
'vay anasını! bu başlık nasıl açılmamış bu güne kadar?' diyerek, yapay bir şaşkınlık yaratmaya niyetim yok. başlığı açma nedenim olmasa, benim de asla aklıma gelmezdi. bana ne dübey'deki gökdelenden di mi ama...
malum, bu gün, belçika'da bir terör eylemi yaşandı. havaalanında ve metroda yaşanan patlamalarda (ışid üstlendi) 34 masum insan öldü. olayın akşamına, paris'teki eiffel kulesi'ni teröre karşı bir duruş sergilemek amacıyla belçika bayrağının renklerinde ışıklandırdılar. eh, sembolik bir eylem de olsa, bir duruştur neticede. çok sürmedi, bir de baktık ki, burj khalifa'nın cephesi de belçika bayrağı'nın o asil renkleriyle bezenmiş: https://www.youtube.com/watch?v=iE6XPKApMQ8
işte şimdi, benim açımdan iş değişti. son birkaç ayda, müslüman bir ülke olan ülkemizin farklı farklı yerlerinde defalarca bomba patlatılıp yüzlerce insan öldüğünde, o her fırsatta kıçını öptüğümüz arap kardeşlerimiz kılını bile kıpırdatmazken, belçika'daki terör eyleminin akşamına, böylesi bir duruşu sergilemeleri sizin de kanınıza dokunmadı mı ey sözlükçüler!

cehalet mutluluktur

kultabisi
(gbkz:the matrix) filmini muhtemelen seyretmeyeniniz yoktur. benim kişisel beğeni listemde bu film hep ilk üçte olmuştur. çevremde karşılaştığım kimi olaylarda, hep bu filme atıfta bulunurum. gerçekten de bu filmi, bir aksiyon/bilim kurgu filmi olarak değil de, felsefik yaklaşımları üzerinden seyrederseniz, gerçek hayata dair fazla sayıda dikkat çekici ayrıntıyı farkedersiniz.
başlıktaki yargı, matrix'teki bir sahnede geçiyor. zion'un yerini, ajan smith'e söyleyecek olan jurnalci (adını şimdi unuttum) elemanın kullandığı bir ifade.
ajan smith, zion'un yerini söylemesi karşılığında ne istediğini sorar. eleman da, tekrar matrix'e dönmek istediğini ama dönmeden önce, gerçeklerin tamamının hafızasından silinmesini ister. niye silinmesini istediğini ise, o sırada yemekte olduğu biftek üzerinden vererek, 'bu yediğim bifteğin sahte olduğunu bilmek istemiyorum. ben onu gerçekmiş gibi zannederek ve zevk alarak yemek istiyorum.' mealinde bir cümle kurarak, konuşmasını 'cehalet mutluluktur' diye bitirir.
ilgili sahne: https://www.youtube.com/watch?v=7ZguIPRL8jI
bugün, sabahattin zaim üniversitesi rektör yardımcısı prof. dr. bülent arı'nın konuşmalarını dinleyince ilk aklıma gelen şey, matrix'teki bu sahne oldu.
buyrun buradan dinleyebilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=Hv7rFV4gvwE
evet, gerçekten de cehalet mutluluktur. sadece cahiller için de değil bu mutluluk. devleti yönetenler için de en büyük mutluluk, cahil bir kitleyi yönetmektir.
17 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol

tag heuer carrera womens price montblanc timewalker 2017 replica watches rolex oyster perpetual datejust made in hong kong vintage heuer chronograph replica watches hublot 992703 price panerai limited edition 2015 replica ladies watches ulysse nardin watches platinum brand watches for ladies uk replica watches belfort watch kickstarter breitling yellow face chrono uk replica watches