daha kesin sonuç için:
(bkz: maaşını söyle kaç saat çalıştığını söyleyeyim)
http://www5.picturepush.com/photo/a/1257853/800/Anonymous/DSC00013.jpg
@3 +1
çocuk kitabı desen, değil. yetişkin kitabı desen, o da tam olarak değil. kişisel gelişim? ı ıhh... felsefe desen, hafif kalır...
bir nevi, ne deve ne kuş durumu. beğenenlere lafım yok ancak abartılı olduğu benim için de çok net.
çocuk kitabı desen, değil. yetişkin kitabı desen, o da tam olarak değil. kişisel gelişim? ı ıhh... felsefe desen, hafif kalır...
bir nevi, ne deve ne kuş durumu. beğenenlere lafım yok ancak abartılı olduğu benim için de çok net.
çevremde karşılaştığım övgülerin ardından, 'dur bakalım neymiş bu?' sorusuyla internette baktığım ve karmaşık verilen harflerle anlamlı kelimeler oluşturma işi olduğunu görünce, 'e madem yolla gelsin' dediğim; gelen harflerle 'kalpaklık' kelimesini oluşturmam üzerine kabul etmediğini görüp ufaktan 'hass....' diyerek, 'iyi madem kalpaklı olsun'la devam ettiğim, onu da kabul etmeyince, 'senin türkçe bilginin...' diyerek kendisiyle kısa yoldan vedalaştığım oyunumsu.
çok basit bir örnek vereyim. bu örnek ilkokul kitaplarında bile yer alıyor. bu yüzden, anlaşılamama ihtimali olacağını sanmıyorum:
aşı ne işe yarar? bizi hastalıklardan korur?
diyelim ki, elinize paslı bir çivi battı. ilk iş olarak ne yaparsınız? eğer tetanoz aşınız yoksa, gider tetanoz aşısı olursunuz. ya da sokakta köpek ısırdı. yapılacak ilk iş nedir? gidip kuduz aşısı olmaktır.
örnek üzerinden gidelim. mahallede bir sokak köpeği var. eve gidip gelirken sürekli görüyorsunuz. evdeki yemek artıklarını falan veriyorsunuz. sıcak havalarda su falan veriyorsunuz. evdekiler, sizi uyarıyor. 'aman dikkat et. o köpek aşılı değil. ısırır mısırır.' siz de, 'ya yok. bir şey olmaz. o beni tanıyor, seviyor.' larla geçiştiriyorsunuz.
bir akşam, yine yemek artıklarını götürüp, önüne bırakırken sizi elinizden ısırıyor. sinirleniyorsunuz. eve gelip anlatıyorsunuz. evdekiler, hemen gidip aşı olmanızı söylüyor. 'ya gerek yok. bir şey olmaz.'la geçiştiriyorsunuz.
bir süre sonra, kuduz belirtileri başlıyor bünyenizde. köpeğe küfürler ediyor, 'hain şerefsiz. onca iyilik yaptım sana. karşılığı bu mu olacaktı. ne istedin de yapmadık...' diye saydırıyorsunuz. aklınız başınıza geliyor. panikliyorsunuz. köpeği öldürmek için elinize silah alıp, balkondan köpeğe kurşun yağdırmaya başlıyorsunuz. kurşunlardan bazıları köpeğe isabet ederken, bazıları da yoldan geçenlere isabet ediyor. evdekiler, 'dur ne yapıyorsun!' diye elinizi tutuyor. 'demek siz de köpeğin tarafındasınız. onu koruyorsunuz ha.' diye evdekilere de saldırıyorsunuz. ağzınızdan köpükler saçarak önünüze gelen herkese hakaretler ediyor, yakıyor, yıkıyorsunuz...
soru şu: suçlu kim? çare ne?
aşı ne işe yarar? bizi hastalıklardan korur?
diyelim ki, elinize paslı bir çivi battı. ilk iş olarak ne yaparsınız? eğer tetanoz aşınız yoksa, gider tetanoz aşısı olursunuz. ya da sokakta köpek ısırdı. yapılacak ilk iş nedir? gidip kuduz aşısı olmaktır.
örnek üzerinden gidelim. mahallede bir sokak köpeği var. eve gidip gelirken sürekli görüyorsunuz. evdeki yemek artıklarını falan veriyorsunuz. sıcak havalarda su falan veriyorsunuz. evdekiler, sizi uyarıyor. 'aman dikkat et. o köpek aşılı değil. ısırır mısırır.' siz de, 'ya yok. bir şey olmaz. o beni tanıyor, seviyor.' larla geçiştiriyorsunuz.
bir akşam, yine yemek artıklarını götürüp, önüne bırakırken sizi elinizden ısırıyor. sinirleniyorsunuz. eve gelip anlatıyorsunuz. evdekiler, hemen gidip aşı olmanızı söylüyor. 'ya gerek yok. bir şey olmaz.'la geçiştiriyorsunuz.
bir süre sonra, kuduz belirtileri başlıyor bünyenizde. köpeğe küfürler ediyor, 'hain şerefsiz. onca iyilik yaptım sana. karşılığı bu mu olacaktı. ne istedin de yapmadık...' diye saydırıyorsunuz. aklınız başınıza geliyor. panikliyorsunuz. köpeği öldürmek için elinize silah alıp, balkondan köpeğe kurşun yağdırmaya başlıyorsunuz. kurşunlardan bazıları köpeğe isabet ederken, bazıları da yoldan geçenlere isabet ediyor. evdekiler, 'dur ne yapıyorsun!' diye elinizi tutuyor. 'demek siz de köpeğin tarafındasınız. onu koruyorsunuz ha.' diye evdekilere de saldırıyorsunuz. ağzınızdan köpükler saçarak önünüze gelen herkese hakaretler ediyor, yakıyor, yıkıyorsunuz...
soru şu: suçlu kim? çare ne?
türkçede 'af, unutma, unutulma, kayıtsızlık, farkında olmama' anlamlarına gelen ingilizce kelimeymiş.
türkçede 'af, unutma, unutulma, kayıtsızlık, farkında olmama' anlamlarına gelen ingilizce kelimeymiş.
aynı isimde bir de bilim kurgu filmi vardır. başrolünde tom cruise oynamaktadır. geleceği gören kahinler aracılığıyla, gelecekte olacak suçları belirleyip, suçluları henüz düşünce aşamasındayken yakalamak ve cezalandırmakla ilgilidir ki, 'bir suç henüz işlenmediyse, o suçu düşünen/planlayan kişi bir suçlu sayılabilir mi; ya da düşünüyor olsa bile o suçu işleyeceğinin bir garantisi var mı?' sorularını sordurur insana.
aynı isimde bir de bilim kurgu filmi vardır. başrolünde tom cruise oynamaktadır. geleceği gören kahinler aracılığıyla, gelecekte olacak suçları belirleyip, suçluları henüz düşünce aşamasındayken yakalamak ve cezalandırmakla ilgilidir ki, 'bir suç henüz işlenmediyse, o suçu düşünen/planlayan kişi bir suçlu sayılabilir mi; ya da düşünüyor olsa bile o suçu işleyeceğinin bir garantisi var mı?' sorularını sordurur insana.
http://www.donanimhaber.com/mac-os-x/haberleri/WinZip-dosya-sikistirma-uygulamasi-iOSa-geldi.htm
fethullah gülen cemaati'nin abd'yle organik bağı olduğunu yıllardır dile getirenler hala aynı görüşteler. bu konuda fikir değiştirenler, geçmişte fethullah gülen için gözyaşı döken ak mücahitlerdir.
madem abdli savcının iddianamesini esas alıyoruz, o zaman belirtmek gerekiyor: reza zarrab'ın türkiye'nin değil abd'nin menfaatine dokunuyor olduğu gerçeği, türkiye'de karıştığı yolsuzlukları, dönen rüşvet çarkını ve bu çarkın ana dişlileri olan kalın boyunlu, dakikliğe önem veren, makaracı siyasileri masum yapmıyor. ve tabii ki, bütün bunları örtbas etmek için hukuka tecavüz edenleri de...
madem abdli savcının iddianamesini esas alıyoruz, o zaman belirtmek gerekiyor: reza zarrab'ın türkiye'nin değil abd'nin menfaatine dokunuyor olduğu gerçeği, türkiye'de karıştığı yolsuzlukları, dönen rüşvet çarkını ve bu çarkın ana dişlileri olan kalın boyunlu, dakikliğe önem veren, makaracı siyasileri masum yapmıyor. ve tabii ki, bütün bunları örtbas etmek için hukuka tecavüz edenleri de...
sabah paçavrasının ilk vukuatı değildir. en muhteşem örneklerinden biri, kabataş saldırısıyla ilgili verdikleri photoshoplu haberdir:
http://www.aktifhaber.com/sabahin-alay-konusu-olan-manseti-yalanlandi-1135934h.htm
peki bu bir hata mıdır? tabii ki değil. 'hata' dediğimiz şey, içinde kasıt barındırmayan bir durumdur. gerek şimdi, gerekse de geçmişte yaptıkları örneklerin tamamında, bilerek, isteyerek ve hatta özene bezene yapılmış operasyonlardır. gerçi son derece amatörce olsalar da, sonuç değişmiyor. zira, haber alma kaynağı olarak, sabah ve avanesi gibi kaynakları kullananlar için yeterli algı oluşturulmuş oluyor. zira halkın önemli bir kısmı, bu tip mecralarda yayınlanan içeriklerin doğruluğunu başka bir kaynaktan kontrol etme gereği hissetmiyorlar (ne diyorduk bu duruma? dilimin ucunda ama... hah mankurtlaşmaktı sanırım bunun adı.).
üstteki entryde okuyunca aklıma geldi. misal gezi olaylarında da, neredeyse bire bir örnekler yaşanmıştı.
kontrol ettikleri medya aracılığıyla, kabataş'ta başörtülü bir kadına, yarı çıplak biçimde dolaşan yaklaşık 150 kişinin saldırıp üzerine işediklerini de bıkmadan usanmadan ve utanmadan aylar boyunca iddia etmiş ve verdiğim linkteki örnekte görüldüğü gibi, sahte haberlerle bunu ispatlamaya çalışmışlardı.
camide içki içildiğini söylemişlerdi. bereket versin, caminin imamı böyle bir şey olmadığını söylemişti. ha ama ne olmuştu devamında. imam bu dürüstlüğünün ödülünü, sürülerek almıştı.
tabii o dönemde, yaşananları havuz medyasından ve cemaat medyasından (o dönemde ayrışmalar ufaktan başlasa da henüz kopuş olmamıştı) takip edenler, yaşananları o pencereden görüyorlardı. belki de hiç görmüyorlardı. muhtemelen şimdi kapatılmasına bayram ettikleri stv'de, (gbkz:acımasız damadın bacanağına ettiği kötülük) isimli kıssalarla dolu programı seyretmekle meşgullerdi.
üstteki entryde okuyunca aklıma geldi. misal gezi olaylarında da, neredeyse bire bir örnekler yaşanmıştı.
kontrol ettikleri medya aracılığıyla, kabataş'ta başörtülü bir kadına, yarı çıplak biçimde dolaşan yaklaşık 150 kişinin saldırıp üzerine işediklerini de bıkmadan usanmadan ve utanmadan aylar boyunca iddia etmiş ve verdiğim linkteki örnekte görüldüğü gibi, sahte haberlerle bunu ispatlamaya çalışmışlardı.
camide içki içildiğini söylemişlerdi. bereket versin, caminin imamı böyle bir şey olmadığını söylemişti. ha ama ne olmuştu devamında. imam bu dürüstlüğünün ödülünü, sürülerek almıştı.
tabii o dönemde, yaşananları havuz medyasından ve cemaat medyasından (o dönemde ayrışmalar ufaktan başlasa da henüz kopuş olmamıştı) takip edenler, yaşananları o pencereden görüyorlardı. belki de hiç görmüyorlardı. muhtemelen şimdi kapatılmasına bayram ettikleri stv'de, (gbkz:acımasız damadın bacanağına ettiği kötülük) isimli kıssalarla dolu programı seyretmekle meşgullerdi.
ülkesinde küçük çocuklara tecavüz edilmesinden değil de, bunun diğer ülkelere duyurulmasından utanan (gbkz:ak ahlaklılar)ın zoruna giden eylemdir.
#ahlaksart
#ahlaksart
mankurt'un ne olduğu konusunda herhangi bir anlaşmazlık yok. romandaki anlatımdan, özetle ''efendilerinin emirleri doğrultusunda, içinde yetiştiği toplumun tüm değerlerini kendi varlığında sıfırlayan ve tüm benliğiyle efendilerinin tahakkümüne giren canlı.'' diye özetleyebiliriz. bunun yöntemi ilk entryde açıklanmış. tabii günümüzde, romandaki uygulanış biçimiyle uygulanmadığı açık. daha girift, daha zor anlaşılabilir yöntemler uygulanıyor.
dediğim gibi, mankurt'un ne olduğu konusunda bir anlaşmazlık yok. anlaşmazlık, mankurt'un kim olduğu konusunda. zira, bir insan başka birini kolaylıkla mankurtlukla itham edebilir. kimin haklı olduğunu anlayabilmek için yapılması gereken en akla yakın şey, eldeki verileri değerlendirmektir.
en iyisi, somut örnekler üzerinden ilerlemek.
örneklerden biri olarak kendimi seçtim. öncelikle kendimle ilgili bir iki temel veriyi vermekle başlayayım. eğer birisi bana kendimi tanımlamamı isteseydi, üç aşağı beş yukarı şöyle bir tanım yapardım. ''okumayı, düşünmeyi severim. bir yargıya varmadan önce, doğal olarak duygularımı da işin içine katarım ancak duygularımdan daha önce, yargıya varacağım konuyla ilgili somut verileri değerlendirmeyi tercih ederim. şimdiye kadarki seçim tecrübelerimde 'sol' olarak nitelendirilen partilere oy vermedim. çoğunlukla mhp'ye oy vermekle birlikte, bbp'ye de oy vermiş biriyim. hatta bir seçimde, 28 şubat dönemini protesto amacıyla saadet partisi'ne oy vermiş bir seçmenim. bir de anayasa oylamasında akp'ye oy vermişliğim var ki, bu tercihim hayatım boyunca yaşadığım en önemli pişmanlıklarımdan biridir. kendimi milliyetçi olarak nitelendiremem. ülkücü de demem. illa bir kelimeyle tanımlamam gerekseydi, kendim için 'vatansever' demeyi seçerdim. dini inanç olarak da kendimi 'elhamdülillah müslümanım' diye tanımlarım. ancak bu tanımın açılımı olarak, günümüzde yaygın olarak kabul edilen islam anlayışının kimi noktalarına şiddetle muhalefet ettiğimi, dinin rivayet edilen hadisler yoluyla ruhundan uzaklaştırıldığını ve mezhepler yoluyla da aslından farklılaştırıldığını düşünürüm.'' (bu husus, olayı farklı noktalara götürebileceği için fazla ayrıntıya girmeyi uygun görmüyorum. dileyen dilediği gibi inanmakta ve dilediği şekilde uygulamakta özgürdür neticede.)
kendimi bir paragrafla somutlaştırdıktan sonra, sıra geldi fikir jimnastiğine. ben bir mankurt muyum?
gelelim cevaba: yukarda da belirttiğim gibi, geçmişte farklı partilere oy vermiş biriyim. bunun sebebi, belli bir dünya görüşümün olmaması değil, vereceğim oyu, o zamanın konjonktürüne ve partilerin uygulamalarına göre belirliyor olmam. misal, oy verdiğim bir parti verdiği sözleri tutmazsa (mesela teröristbaşını asacağız deyip asılmamasına sessiz kalırsa) o partiyi yo vermeyerek cezalandırırım. eğer bir partinin kurulu düzen tarafından haksız şekilde cezalandırıldığını düşünüyorsam (mesela saadet partisi) gidip oyumu o partiye verebilirim. bazı görüşlerini onaylamasam da, özgürlükçü olduğuna ikna olduğum bir partinin fikirlerine oy verebilirim (anayasa referandumunda akp) vs... içinde doğduğum toplumun dini kabullerini, sırf o toplumda yaşadığım için kabul etmem. aklımın yettiğince, zamanım elverdiğince okumaya, neyin, niye olduğunu anlamaya çalışırım. vardığım sonuçların doğru ya da yanlış olması ayrı bir konu. ama netice itibarıyla, hayata bakış açım ve yöntemlerim budur.
şimdi ben bu şartlarda bir mankurt oluyorsam, yapacak bir şey yok.
bir de farklı bir örneği irdeleyelim. hadi bu defa örneğimiz soyut olsun. somut örnek bulmakta zorlandım. zira, anlatacağım özelliklere sahip bir örneği çevremde/ülkemde bulamadım (!)
anlatacağımız örneğin dini inanışına dair fazla yorum yapmak istemiyorum. zira, dini inanç son tahlilde bir iman meselesidir. ama öyle inanıyorum ki, bu örneğimizin müslüman olmasının tek sebebi, müslüman bir toplumda doğmuş olması. şayet hristiyan bir ana babanın eline doğmuş olsaydı, koyu bir katolik olurdu. hindistan'da doğsa fanatik bir budist, japonya'da doğsa muhtemelen ateist olurdu. hangi dine inanırsa inansın, o dinin en koyu savunucusu ve şartlara göre belki de eli silahlı askeri olurdu. inandığı dine inanmayan birilerinin ölümünü duyduğunda, 'oh olmuş o kafirlere. yahudiler gebersin. ateistlere ölüm.' çığlıkları atabilirdi. etrafındaki insanları, diğer hiçbir olumlu ya da olumsuz özelliklerini dikkate almadan, onun dinine inanan ya da inanmayan olarak gruplandırırdı. dindaşlarının yaptıkları kimi fiilleri, sırf aynı dinden olduğu için görmezden gelirken, benzer fiilleri yapan farklı inanışa sahip insanları acımazsızca eleştirebilir, kınayabilirdi. kurulu düzene karşı güçsüzken en sık kullandığı kelimeler, 'eşitlik, özgürlük, adalet, hak, hukuk...' gibi evrensel söylemlerken, kurulu düzenin yönetim kademesine geçince, atıfta bulunduğu değerlerin tamamını görmezden gelebilirdi. demokrasinin nimetlerini sonuna kadar kullanarak demokrasiyi kaldırmak istediğini haykırabilirdi. bazen 'vatan' kavramını su gibi, ekmek gibi vazgeçilmez sayarken, bazen bu değerlerin görmezden gelinmesi gerektiğini savunabilirdi. bazen mensubu olduğu milletin mensubu olmakla övünürken, bazen tek önemli olanın ümmet olduğunu söyleyebilirdi. bazen ülkesinin bayrağını partisinin mitinglerinde yerlere serip üzerine otururken, bazen o bayrak için ölünmesi gerektiğini şaşmaz bir imanla savunabilirdi. bazen o bayrağı asanları provokatörlükle suçlarken, bazen o bayrağı asmayanları hainlikle suçlayabilirdi. bazen inandığı dinin ritüellerinden biri için yıllar boyunca tüm geleceğini riske atarak eylemler yaparken, bazen aynı ritüeli uygulayan başkalarını görmezden gelebilir, onlara reva görülen uygulamaları haklı bulabilirdi. bazen 'analar ağlamasın' derken, bazen 'gebersinler' diyebilirdi. bazen en sevdiği yemek maklube olurken, bazen maklubeden iğrenebilirdi. bazen kadını özgür bir birey olarak kabul edip, kamu hayatının her kademesinde olması gerektiğini savunurken, bazen kadının gündelik hayatta erkeğin yardımcısı olduğunu söylerdi. bazen hırsızların kolunun kesilmesi gerektiğini söyler, bazen 'onların hepsi montaj ki akıllım' derdi. gerek gördüğünde atatürk'e etmedik hakareti bırakmaz, gerek gördüğünde çanakkale'den, kurtuluş savaşı'ndan, yunanların denize dökülüşünden vs. dem vururdu. 20, 30, 50, 80 yıl önce gerçekleşen olaylardan mağduriyet yaratır ama son 14 senenin uygulamalarını zinhar eleştirmezdi. bazen insanların kepazeliklerini -büyük oranda haklı olarak- 'insanların yanlışlarını kurumlara/inançlara yüklemeyin' der, bazen de 'işte malum zihniyet değil mi. ne bekleyebilirsin ki.' diye kestirip atardı... velhasılı kelam, hayata dair, benzer birçok durum karşısında, birbirinden siyah ve beyaz kadar farklı bakış açıları sergileyebilirdi.
bunu, 'düşündükçe geliştim. yanlış fikirlerimden sıyrıldım. tekamül ettim.' diye savunsa amenna. ancak bütün bu dönüşümleri tek bir sebeple gerçekleştirirdi: liderinin söylemleri, eylemleri ve belirlediği doğrultu.
öyle ki, yıllardır, o ve onun gibi olanlar için yapılan mankurt benzetmesini, lideri gündeme getirdiği için farkeder ve kendisine mankurt diyenleri mankurtlukla suçlardı.
dediğim gibi, eğer ikinci örnekteki olmayan (!) kahramanımıza değil de, birinci örnekteki bana mankurt diyorsanız, 'ellaham haklısınız...' demekten başka elimden bir şey gelmez.
dediğim gibi, mankurt'un ne olduğu konusunda bir anlaşmazlık yok. anlaşmazlık, mankurt'un kim olduğu konusunda. zira, bir insan başka birini kolaylıkla mankurtlukla itham edebilir. kimin haklı olduğunu anlayabilmek için yapılması gereken en akla yakın şey, eldeki verileri değerlendirmektir.
en iyisi, somut örnekler üzerinden ilerlemek.
örneklerden biri olarak kendimi seçtim. öncelikle kendimle ilgili bir iki temel veriyi vermekle başlayayım. eğer birisi bana kendimi tanımlamamı isteseydi, üç aşağı beş yukarı şöyle bir tanım yapardım. ''okumayı, düşünmeyi severim. bir yargıya varmadan önce, doğal olarak duygularımı da işin içine katarım ancak duygularımdan daha önce, yargıya varacağım konuyla ilgili somut verileri değerlendirmeyi tercih ederim. şimdiye kadarki seçim tecrübelerimde 'sol' olarak nitelendirilen partilere oy vermedim. çoğunlukla mhp'ye oy vermekle birlikte, bbp'ye de oy vermiş biriyim. hatta bir seçimde, 28 şubat dönemini protesto amacıyla saadet partisi'ne oy vermiş bir seçmenim. bir de anayasa oylamasında akp'ye oy vermişliğim var ki, bu tercihim hayatım boyunca yaşadığım en önemli pişmanlıklarımdan biridir. kendimi milliyetçi olarak nitelendiremem. ülkücü de demem. illa bir kelimeyle tanımlamam gerekseydi, kendim için 'vatansever' demeyi seçerdim. dini inanç olarak da kendimi 'elhamdülillah müslümanım' diye tanımlarım. ancak bu tanımın açılımı olarak, günümüzde yaygın olarak kabul edilen islam anlayışının kimi noktalarına şiddetle muhalefet ettiğimi, dinin rivayet edilen hadisler yoluyla ruhundan uzaklaştırıldığını ve mezhepler yoluyla da aslından farklılaştırıldığını düşünürüm.'' (bu husus, olayı farklı noktalara götürebileceği için fazla ayrıntıya girmeyi uygun görmüyorum. dileyen dilediği gibi inanmakta ve dilediği şekilde uygulamakta özgürdür neticede.)
kendimi bir paragrafla somutlaştırdıktan sonra, sıra geldi fikir jimnastiğine. ben bir mankurt muyum?
gelelim cevaba: yukarda da belirttiğim gibi, geçmişte farklı partilere oy vermiş biriyim. bunun sebebi, belli bir dünya görüşümün olmaması değil, vereceğim oyu, o zamanın konjonktürüne ve partilerin uygulamalarına göre belirliyor olmam. misal, oy verdiğim bir parti verdiği sözleri tutmazsa (mesela teröristbaşını asacağız deyip asılmamasına sessiz kalırsa) o partiyi yo vermeyerek cezalandırırım. eğer bir partinin kurulu düzen tarafından haksız şekilde cezalandırıldığını düşünüyorsam (mesela saadet partisi) gidip oyumu o partiye verebilirim. bazı görüşlerini onaylamasam da, özgürlükçü olduğuna ikna olduğum bir partinin fikirlerine oy verebilirim (anayasa referandumunda akp) vs... içinde doğduğum toplumun dini kabullerini, sırf o toplumda yaşadığım için kabul etmem. aklımın yettiğince, zamanım elverdiğince okumaya, neyin, niye olduğunu anlamaya çalışırım. vardığım sonuçların doğru ya da yanlış olması ayrı bir konu. ama netice itibarıyla, hayata bakış açım ve yöntemlerim budur.
şimdi ben bu şartlarda bir mankurt oluyorsam, yapacak bir şey yok.
bir de farklı bir örneği irdeleyelim. hadi bu defa örneğimiz soyut olsun. somut örnek bulmakta zorlandım. zira, anlatacağım özelliklere sahip bir örneği çevremde/ülkemde bulamadım (!)
anlatacağımız örneğin dini inanışına dair fazla yorum yapmak istemiyorum. zira, dini inanç son tahlilde bir iman meselesidir. ama öyle inanıyorum ki, bu örneğimizin müslüman olmasının tek sebebi, müslüman bir toplumda doğmuş olması. şayet hristiyan bir ana babanın eline doğmuş olsaydı, koyu bir katolik olurdu. hindistan'da doğsa fanatik bir budist, japonya'da doğsa muhtemelen ateist olurdu. hangi dine inanırsa inansın, o dinin en koyu savunucusu ve şartlara göre belki de eli silahlı askeri olurdu. inandığı dine inanmayan birilerinin ölümünü duyduğunda, 'oh olmuş o kafirlere. yahudiler gebersin. ateistlere ölüm.' çığlıkları atabilirdi. etrafındaki insanları, diğer hiçbir olumlu ya da olumsuz özelliklerini dikkate almadan, onun dinine inanan ya da inanmayan olarak gruplandırırdı. dindaşlarının yaptıkları kimi fiilleri, sırf aynı dinden olduğu için görmezden gelirken, benzer fiilleri yapan farklı inanışa sahip insanları acımazsızca eleştirebilir, kınayabilirdi. kurulu düzene karşı güçsüzken en sık kullandığı kelimeler, 'eşitlik, özgürlük, adalet, hak, hukuk...' gibi evrensel söylemlerken, kurulu düzenin yönetim kademesine geçince, atıfta bulunduğu değerlerin tamamını görmezden gelebilirdi. demokrasinin nimetlerini sonuna kadar kullanarak demokrasiyi kaldırmak istediğini haykırabilirdi. bazen 'vatan' kavramını su gibi, ekmek gibi vazgeçilmez sayarken, bazen bu değerlerin görmezden gelinmesi gerektiğini savunabilirdi. bazen mensubu olduğu milletin mensubu olmakla övünürken, bazen tek önemli olanın ümmet olduğunu söyleyebilirdi. bazen ülkesinin bayrağını partisinin mitinglerinde yerlere serip üzerine otururken, bazen o bayrak için ölünmesi gerektiğini şaşmaz bir imanla savunabilirdi. bazen o bayrağı asanları provokatörlükle suçlarken, bazen o bayrağı asmayanları hainlikle suçlayabilirdi. bazen inandığı dinin ritüellerinden biri için yıllar boyunca tüm geleceğini riske atarak eylemler yaparken, bazen aynı ritüeli uygulayan başkalarını görmezden gelebilir, onlara reva görülen uygulamaları haklı bulabilirdi. bazen 'analar ağlamasın' derken, bazen 'gebersinler' diyebilirdi. bazen en sevdiği yemek maklube olurken, bazen maklubeden iğrenebilirdi. bazen kadını özgür bir birey olarak kabul edip, kamu hayatının her kademesinde olması gerektiğini savunurken, bazen kadının gündelik hayatta erkeğin yardımcısı olduğunu söylerdi. bazen hırsızların kolunun kesilmesi gerektiğini söyler, bazen 'onların hepsi montaj ki akıllım' derdi. gerek gördüğünde atatürk'e etmedik hakareti bırakmaz, gerek gördüğünde çanakkale'den, kurtuluş savaşı'ndan, yunanların denize dökülüşünden vs. dem vururdu. 20, 30, 50, 80 yıl önce gerçekleşen olaylardan mağduriyet yaratır ama son 14 senenin uygulamalarını zinhar eleştirmezdi. bazen insanların kepazeliklerini -büyük oranda haklı olarak- 'insanların yanlışlarını kurumlara/inançlara yüklemeyin' der, bazen de 'işte malum zihniyet değil mi. ne bekleyebilirsin ki.' diye kestirip atardı... velhasılı kelam, hayata dair, benzer birçok durum karşısında, birbirinden siyah ve beyaz kadar farklı bakış açıları sergileyebilirdi.
bunu, 'düşündükçe geliştim. yanlış fikirlerimden sıyrıldım. tekamül ettim.' diye savunsa amenna. ancak bütün bu dönüşümleri tek bir sebeple gerçekleştirirdi: liderinin söylemleri, eylemleri ve belirlediği doğrultu.
öyle ki, yıllardır, o ve onun gibi olanlar için yapılan mankurt benzetmesini, lideri gündeme getirdiği için farkeder ve kendisine mankurt diyenleri mankurtlukla suçlardı.
dediğim gibi, eğer ikinci örnekteki olmayan (!) kahramanımıza değil de, birinci örnekteki bana mankurt diyorsanız, 'ellaham haklısınız...' demekten başka elimden bir şey gelmez.
dönemin içişleri bakanı (bkz: muammer güler) , 'hakkımda soruşturma falan var mı?' diye soran reza zarrab'a ne demişti? ''ya sen o konuda rahat ol. öyle bir şey olsa, gerekirse senin önüne ben yatarım'' (kaynak: montaj ses kayıtları)
(bkz: önüne yatamadı)
(bkz: önüne yatamadı)
savcının hazırladığı dava dosyasında, reza zarrab'ın türgev'e (bilal oğlan'ın vakfı) 99 milyon dolarlık bağış yaptığı hususu da belirtilmiş.
öyle görünüyor ki, hayırsever iş adamımız amerikan mahkemelerinde bülbül gibi ötmeye başlayacak. kimbilir belki de alnı ak biçimde yargılanıp beraat edecek. zira saygıdeğer cumhurbaşkanımız kendisi için ne demişti:
''Altın ihracatı yapan bir zat. Ülkeye katkısının olduğunu biliyorum. Hayır işlerine girdiğini biliyorum.''
koca cumhurbaşkanı yanlış bilecek değil ya... ama bir dakika. düşündüm de, belki de, cumhurumuzun başını aldatanlardan biri de bu iranlıysa? olamaz mı? pekala olabilir.
pkk kandırmadı mı?
cemaat kandırmadı mı?
valiler kandırmadı mı?
amaaann, neyse ya. eğer öyleyse de, saygıdeğer cumhurbaşkanımız muhtarlar toplantısında çıkar, ''o reza zarrab denen haramzade de bizi kandırmış ey halkım!..'' der, mesele kapanır gider.
öyle görünüyor ki, hayırsever iş adamımız amerikan mahkemelerinde bülbül gibi ötmeye başlayacak. kimbilir belki de alnı ak biçimde yargılanıp beraat edecek. zira saygıdeğer cumhurbaşkanımız kendisi için ne demişti:
''Altın ihracatı yapan bir zat. Ülkeye katkısının olduğunu biliyorum. Hayır işlerine girdiğini biliyorum.''
koca cumhurbaşkanı yanlış bilecek değil ya... ama bir dakika. düşündüm de, belki de, cumhurumuzun başını aldatanlardan biri de bu iranlıysa? olamaz mı? pekala olabilir.
pkk kandırmadı mı?
cemaat kandırmadı mı?
valiler kandırmadı mı?
amaaann, neyse ya. eğer öyleyse de, saygıdeğer cumhurbaşkanımız muhtarlar toplantısında çıkar, ''o reza zarrab denen haramzade de bizi kandırmış ey halkım!..'' der, mesele kapanır gider.
(gbkz:yazma bayramı)nın neden olmadığını hep düşünmüşümdür. bayram olmasa bile, bari kutlama falan yapılsa. ya da iki ayrı iş olmasın diyenler için, (gbkz:okuma yazma bayramı) oluversin.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?