'Hilafetin ilgasına ve Hanedanı Osmaninin Türkiye Cumhuriyeti memaliki haricine çıkarılmasına dair kanun' ile kaldırılmıştır.
zannımca, gerçek hayatta herhangi bir anlam ifade etmeyen bir kurumun kaldırılmasıdır. zira, halifelik makamı osmanlı'dayken 1. dünya savaşı yaşanmıştır. hilafet makamı, cihad ilan etmesine rağmen, tek bir tane islam ülkesi bu cihad çağrısına uymamıştır. uymamakla kalmamış, aksine ingilizler tarafında savaşanlar olmuştur.
denilebilir ki, 'o ülkeler bağımsız değildi. ingiliz sömürgesiydi. sömürge olmasalar, ingilizler tarafında savaşmazlardı.'
ben de o zaman derim ki, aynı topluluklar, osmanlı idaresi altındayken, osmanlı'ya karşı savaşmayı pekala becermişlerdi.
bir ayrıntı daha var. ilgili kanunun 1. maddesi aynen şöyle der:
'BİRİNCİ MADDE — Halife haledilmiştir. Hilâfet, Hükümet ve Cumhuriyet mâna ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan hilâfet makamı mülgadır.'
yani diyor ki, 'halife'nin elinden bu makam alınmıştır. zira, aslında halifelik makamı hükümet ve cumhuriyetin içinde saklıdır/birleşiktir.' yanisi, 'halifelik makamının yetkilerini TBMM kullanacaktır.'
bu açıdan baktığımızda, halifelik makamının esasında kaldırılmadığını, sadece el değiştirdiğini söyleyebiliriz.
kendisinin, 'iyi de kardeşim, atatürk ilah değildir demenin neresi hakaret?' şeklinde savunulması, bence olaya yüzeysel bakmak olur.
şöyle ki; ifadeyi bağlamından bağımsız olarak değerlendirecek olursak, tabii ki ifadede hakaret unsuru yoktur. ancak, olayın gerçekleştiği günü, gerçekleşme biçimini ve ifadeyi birlikte değerlendirdiğimizde, niyetin hakaret olduğu sonucuna ulaşabiliriz.
şöyle hayali bir örnek vereyim:
adamın birinin kızı evlenecek olsun. tam düğün gününde, kızın eski erkek arkadaşı düğün salonuna gelip, tam da nikahın kıyılacağı sırada, herkesin duyabileceği şekilde kızın babasına bakarak, 'ahmet bey. senin kızın bir orospu değil. genelevde ücret karşılığı hiç çalışmadı.' şeklinde bağırmış olsun.
olayı tek başına değerlendirecek olursak, adamın kullandığı ifadelerin hiçbirisi hakaret suçu kapsamına girmezmiş gibi görünüyor. ancak, o ifadeyi kullanan kişinin geçmişi, o ifadeyi neden kullandığı gibi verilerle birlikte değerlendirildiğinde, esas kastın hakaret olduğu çok net anlaşılabiliyor.
bu olayda da, benzer bir durum var bana göre. birçok insanın saygı duyduğu tarihi bir kişiliğin ölüm yıldönümünde yapılan anma törenlerinde, kalabalıkların önünde böyle bir şey söylerseniz bunun iki amacı vardır:
1- kalabalıkları provoke etmek
2- örtülü biçimde hakaret etmek
normalde atatürk'ü ilah olarak görmeyen bir topluluğa, 'atatürk ilah değildir.' diye bağırıldığında, aslında o cümleyle kastedilen şey: 'atatürk ilah değil ama siz ona tapıyorsunuz. yani atatürk sizin putunuz.'dur.
bu da dört başı mamur bir hakarettir bana göre.
olayın bir de şöyle bir boyutu var.
velev ki, bazı insanlar atatürk'e tapıyor olsun. bundan bize ne? bu dünyada makarnaya bile tapan insanlar yok mu? japonya'da penise tapan insanlar var. ateşe tapanlar, puta tapanlar, güneşe tapanlar, aya tapanlar... var oğlu var... kimin neye ya da kime tapması gerektiğinin kararını biz mi vereceğiz?
tersinden düşünelim. tam cuma namazı saatinde, adamın biri caminin önünde, 'allah yok. din yalan.' diye bağırsa, oradaki kalabalık bunu yapanı provokatör olarak görmez mi? bu ifadeyi inancına yapılmış bir hakaret olarak görmez mi?
eee aradaki fark ne? 'ama onda dine hakaret var.' demeyin. belki adamın dini de civcive tapmaktır.
hülasa, herkes kendi işine baksın kardeşim. allah'tan daha mı iyi bileceğiz? 'benim dinim bana, senin dinin sana.' diyen bir dinin mensubunun, kalkıp böyle atraksiyonlara girmesinin iki sebebi olabilir:
ya aşırı cahildir ya da provokatördür.
bence bu olayda her ikisi de...
şöyle ki; ifadeyi bağlamından bağımsız olarak değerlendirecek olursak, tabii ki ifadede hakaret unsuru yoktur. ancak, olayın gerçekleştiği günü, gerçekleşme biçimini ve ifadeyi birlikte değerlendirdiğimizde, niyetin hakaret olduğu sonucuna ulaşabiliriz.
şöyle hayali bir örnek vereyim:
adamın birinin kızı evlenecek olsun. tam düğün gününde, kızın eski erkek arkadaşı düğün salonuna gelip, tam da nikahın kıyılacağı sırada, herkesin duyabileceği şekilde kızın babasına bakarak, 'ahmet bey. senin kızın bir orospu değil. genelevde ücret karşılığı hiç çalışmadı.' şeklinde bağırmış olsun.
olayı tek başına değerlendirecek olursak, adamın kullandığı ifadelerin hiçbirisi hakaret suçu kapsamına girmezmiş gibi görünüyor. ancak, o ifadeyi kullanan kişinin geçmişi, o ifadeyi neden kullandığı gibi verilerle birlikte değerlendirildiğinde, esas kastın hakaret olduğu çok net anlaşılabiliyor.
bu olayda da, benzer bir durum var bana göre. birçok insanın saygı duyduğu tarihi bir kişiliğin ölüm yıldönümünde yapılan anma törenlerinde, kalabalıkların önünde böyle bir şey söylerseniz bunun iki amacı vardır:
1- kalabalıkları provoke etmek
2- örtülü biçimde hakaret etmek
normalde atatürk'ü ilah olarak görmeyen bir topluluğa, 'atatürk ilah değildir.' diye bağırıldığında, aslında o cümleyle kastedilen şey: 'atatürk ilah değil ama siz ona tapıyorsunuz. yani atatürk sizin putunuz.'dur.
bu da dört başı mamur bir hakarettir bana göre.
olayın bir de şöyle bir boyutu var.
velev ki, bazı insanlar atatürk'e tapıyor olsun. bundan bize ne? bu dünyada makarnaya bile tapan insanlar yok mu? japonya'da penise tapan insanlar var. ateşe tapanlar, puta tapanlar, güneşe tapanlar, aya tapanlar... var oğlu var... kimin neye ya da kime tapması gerektiğinin kararını biz mi vereceğiz?
tersinden düşünelim. tam cuma namazı saatinde, adamın biri caminin önünde, 'allah yok. din yalan.' diye bağırsa, oradaki kalabalık bunu yapanı provokatör olarak görmez mi? bu ifadeyi inancına yapılmış bir hakaret olarak görmez mi?
eee aradaki fark ne? 'ama onda dine hakaret var.' demeyin. belki adamın dini de civcive tapmaktır.
hülasa, herkes kendi işine baksın kardeşim. allah'tan daha mı iyi bileceğiz? 'benim dinim bana, senin dinin sana.' diyen bir dinin mensubunun, kalkıp böyle atraksiyonlara girmesinin iki sebebi olabilir:
ya aşırı cahildir ya da provokatördür.
bence bu olayda her ikisi de...
Farklı bir açı tabi. Ancak düzlemler aynı değil gibi. Ne kadının toplumdaki yeri ne Atatürk ün toplumdaki yeri.
4) 1982 yılında 3 yıllık (6 dönem) akademi mezunları da yedek subay olarak askerlik yapabiliyorlardı. sorun şu ki, cumhurbaşkanlığı için 4 yıllık (8 dönem) fakülte mezunu olma şartı var.
sosyal konumu, dini inancı, siyasi görüşü ne olursa olsun; halisane niyet taşıyan herkesin niyetinin gerçekleşmesini diliyorum.
2018 yılının, ülkem için de hayırlara vesile olmasını ve içinde bulunduğu karanlık ve ümitsiz süreçten en kısa sürede, en az zararla kurtulmasını diliyorum. allah yardımcımız olsun...
2018 yılının, ülkem için de hayırlara vesile olmasını ve içinde bulunduğu karanlık ve ümitsiz süreçten en kısa sürede, en az zararla kurtulmasını diliyorum. allah yardımcımız olsun...
Halisane, ne güzel kelimedir. Hatırlattığınız için teşekkür ederim. Sevgiler... :)
''büyük takımlar kazandıkları kupalarla, küçük takımlar büyük takımları yenmekle övünürler.''
kısmen doğru bir laf ama dünküne yenmek demeyelim biz bence. bunun sözlük anlamı tam olarak: rencide etmek.
saydım, sadece mutlak gol pozisyonları gol olsa 14-2 falan bitiyor. son pasta yapılan hatalı tercihleri falan saymıyorum. eğer dünkü maç çift haneli farklara ulaşmadıysa, galatasaray yatsın kalksın beşiktaşlı futbolcuların son vuruşlardaki beceriksizliklerine dua etsin.
2002 yılındaki 6-0'lık fenerbahçe-galatasaray maçı ve galatasaray'ın avrupa'da aldığı yenilgiler de dahil olmak üzere, ben galatasaray'ın böylesine aciz duruma düştüğü başka bir maç görmedim.
ya da çok konuşmaya gerek yok. beşiktaş'ın hafta içi 9-0 kazandığı manisaspor maçının istatistiklerini vereyim, ne demek istediğim zaten anlaşılır:
https://i.hizliresim.com/vJWQBr.png
kısmen doğru bir laf ama dünküne yenmek demeyelim biz bence. bunun sözlük anlamı tam olarak: rencide etmek.
saydım, sadece mutlak gol pozisyonları gol olsa 14-2 falan bitiyor. son pasta yapılan hatalı tercihleri falan saymıyorum. eğer dünkü maç çift haneli farklara ulaşmadıysa, galatasaray yatsın kalksın beşiktaşlı futbolcuların son vuruşlardaki beceriksizliklerine dua etsin.
2002 yılındaki 6-0'lık fenerbahçe-galatasaray maçı ve galatasaray'ın avrupa'da aldığı yenilgiler de dahil olmak üzere, ben galatasaray'ın böylesine aciz duruma düştüğü başka bir maç görmedim.
ya da çok konuşmaya gerek yok. beşiktaş'ın hafta içi 9-0 kazandığı manisaspor maçının istatistiklerini vereyim, ne demek istediğim zaten anlaşılır:
https://i.hizliresim.com/vJWQBr.png
adam haklı. 8alatasaray olacaktı az daha.
videoyu da izledim. fikrim değişmedi. bildiğin eğilmiş. bir nevi baş selamı vermiş.
'arada boy farkı var.' gerekçesi için de, hemen üstteki, devlet bahçeli-erdoğan tokalaşmasının incelenmesini tavsiye ediyorum. bahçeli- erdoğan arasında da boy farkı var ama bahçeli'de herhangi bir eğim göremiyorum.
(gerçi bahçeli fiziksel olarak olmasa bile, davranışsal/tepkisel olarak epeydir dik durmuyor erdoğan karşısında. fiziksel olarak dik dursa ne fayda...)
'arada boy farkı var.' gerekçesi için de, hemen üstteki, devlet bahçeli-erdoğan tokalaşmasının incelenmesini tavsiye ediyorum. bahçeli- erdoğan arasında da boy farkı var ama bahçeli'de herhangi bir eğim göremiyorum.
(gerçi bahçeli fiziksel olarak olmasa bile, davranışsal/tepkisel olarak epeydir dik durmuyor erdoğan karşısında. fiziksel olarak dik dursa ne fayda...)
Adalete uygun olarak dusunuldugunde azdir. Turkiye sartlarina gore fazladir. Ceza bile almamasi lazimdi. Zira o hareketi yaptigi volkan, kamera objektiflerinin onunde "senin anani s....ğim" diye bagirmasina ragmen pfdk'ya bile sevk edilmedi.
Meireles olayina gelirsek. 11 mac ceza bilgisi kismen dogrudur. Zira daha sonra o ceza yanlis hatirlamiyorsam 3 maca (5 mac da olabilir) indirilmistir. Kaldi ki, meireles'in ceza almasinin tek sebebi hakeme bu isareti yapmasi degildir. Ayni pozisyonda hakem halis ozkahya'nin suratina da tukurmustur.
Meireles olayina gelirsek. 11 mac ceza bilgisi kismen dogrudur. Zira daha sonra o ceza yanlis hatirlamiyorsam 3 maca (5 mac da olabilir) indirilmistir. Kaldi ki, meireles'in ceza almasinin tek sebebi hakeme bu isareti yapmasi degildir. Ayni pozisyonda hakem halis ozkahya'nin suratina da tukurmustur.
bir bilgi yanlışını düzeltelim.
recep tayyip erdoğan'ın hapis yatmasına neden olan şiir bu değildir. bahse konu dizeler, 'minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız, müminler asker' dizeleridir (ziya gökalp'e ait olduğu düşünülüyor).
genç akpliler'in yanlış hatırladığı diğer konu ise, cumhurbaşkanının 10 yıl hapis yatması mevzuudur. doğrusu 4 aydır.
recep tayyip erdoğan'ın hapis yatmasına neden olan şiir bu değildir. bahse konu dizeler, 'minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız, müminler asker' dizeleridir (ziya gökalp'e ait olduğu düşünülüyor).
genç akpliler'in yanlış hatırladığı diğer konu ise, cumhurbaşkanının 10 yıl hapis yatması mevzuudur. doğrusu 4 aydır.
rus uçağının düşürülmesinin diyetini, rusya tayyip erdoğan'a kamuoyu önünde resmi olarak özür dileterek almıştı zaten.
bu, başka bir şeyin diyeti. cia başkanı'nın türkiye'ye gelmesi üzerine, rusya türkiye'ye 'akıllı ol. bizi yanlayıp tekrar abd'nin tarafına geçersen iyi şeyler olmaz.'ın mesajını verdi bence.
ülke adına çok zor zamanlar. ülkeyi yönetenlerin basiretsiz, dirayetsiz ve baştan sona yanlış uygulamalarının bizi getirdiği nokta bu. gelen vuruyor, giden vuruyor ve bizler içimiz kan ağlayarak elimizi ısırmakla yetiniyoruz.
kriz içinde debelenen, ufacık yunanistan bile bize posta koyuyor. yüzme mesafesindeki adalarımızı işgal ediyor ve bizler seyretmekle yetiniyoruz. sonra da güçlü ülkeyiz diye kendimizi avutuyoruz.
rahmetli islam çupi'nin bir lafı vardı. 'fenerbahçe'nin büyüklüğü ne şampiyonluk büyüklüğü, ne kupa büyüklüğüdür. onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür, adı konulamaz.' derdi.
bizimki de o hesap. güçlü ülkeyiz... neyimiz güçlü peki?
ekonomik anlamda mı güçlüyüz? o yüzden mi, dolar 4 lira sınırlarında?
siyasi anlamda mı güçlüyüz? o yüzden mi ülkede herkes birbirini boğazlamak için fırsat kolluyor?
askeri anlamda mı güçlüyüz? o yüzden mi, süleyman şah türbesini tırıs tırıs kaçırdık?
uluslararası anlamda mı güçlüyüz? o yüzden mi, tek bir dostumuz kalmadı?
güçlüyüz... ama hangi konuda güçlü olduğumuzu ifade edemiyoruz. öyle bir güç bizimkisi...
...
rte, one minute dediğinde, televizyon başında canlı izlemiştim o anları. gururum kabarmıştı. ilerleyen günlerde, 'artık uluslararası ilişkilerde monşerlik devri bitti.' dendiğinde, 'işte özlediğimiz duruş.' demiştim.
ama ne yazıktır ki, beğenmediğimiz monşerlerin dış politika yönetimini arar hale geldik. ruslar askerimizi bombalıyor ve ruslardan önce başbakan yardımcımız öne fırlıyor: 'kesinlikle kazaen oldu.'
oysa, silahlı kuvvetler diyor ki, 'koordinatları taa 10 gün önce vermiştik ruslar'a. askerimiz 10 gündür aynı yerdeydi.'
ne onurlu bir duruş!..
hani diyorlardı ya, 'diklenmeyeceğiz dik duracağız.'
elinizi vicdanınıza koyup cevaplayın. dik duruştan kastınız bu muydu?
bu, başka bir şeyin diyeti. cia başkanı'nın türkiye'ye gelmesi üzerine, rusya türkiye'ye 'akıllı ol. bizi yanlayıp tekrar abd'nin tarafına geçersen iyi şeyler olmaz.'ın mesajını verdi bence.
ülke adına çok zor zamanlar. ülkeyi yönetenlerin basiretsiz, dirayetsiz ve baştan sona yanlış uygulamalarının bizi getirdiği nokta bu. gelen vuruyor, giden vuruyor ve bizler içimiz kan ağlayarak elimizi ısırmakla yetiniyoruz.
kriz içinde debelenen, ufacık yunanistan bile bize posta koyuyor. yüzme mesafesindeki adalarımızı işgal ediyor ve bizler seyretmekle yetiniyoruz. sonra da güçlü ülkeyiz diye kendimizi avutuyoruz.
rahmetli islam çupi'nin bir lafı vardı. 'fenerbahçe'nin büyüklüğü ne şampiyonluk büyüklüğü, ne kupa büyüklüğüdür. onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür, adı konulamaz.' derdi.
bizimki de o hesap. güçlü ülkeyiz... neyimiz güçlü peki?
ekonomik anlamda mı güçlüyüz? o yüzden mi, dolar 4 lira sınırlarında?
siyasi anlamda mı güçlüyüz? o yüzden mi ülkede herkes birbirini boğazlamak için fırsat kolluyor?
askeri anlamda mı güçlüyüz? o yüzden mi, süleyman şah türbesini tırıs tırıs kaçırdık?
uluslararası anlamda mı güçlüyüz? o yüzden mi, tek bir dostumuz kalmadı?
güçlüyüz... ama hangi konuda güçlü olduğumuzu ifade edemiyoruz. öyle bir güç bizimkisi...
...
rte, one minute dediğinde, televizyon başında canlı izlemiştim o anları. gururum kabarmıştı. ilerleyen günlerde, 'artık uluslararası ilişkilerde monşerlik devri bitti.' dendiğinde, 'işte özlediğimiz duruş.' demiştim.
ama ne yazıktır ki, beğenmediğimiz monşerlerin dış politika yönetimini arar hale geldik. ruslar askerimizi bombalıyor ve ruslardan önce başbakan yardımcımız öne fırlıyor: 'kesinlikle kazaen oldu.'
oysa, silahlı kuvvetler diyor ki, 'koordinatları taa 10 gün önce vermiştik ruslar'a. askerimiz 10 gündür aynı yerdeydi.'
ne onurlu bir duruş!..
hani diyorlardı ya, 'diklenmeyeceğiz dik duracağız.'
elinizi vicdanınıza koyup cevaplayın. dik duruştan kastınız bu muydu?
Gercekten de enteresan bir durummus. Kendi adima cevabimi biliyorum. Ama daha da onemlisi, boyle bir durumda insanimizin buyuk cogunlugunun cevabini da biliyorum:
\"Alnı secde görenden zarar gelmez.\"
\"Sanki daha oncekiler calmiyor muydu...\"
\"Adam caliyor ama calisiyor da...\"
Yukardaki cumleleri ya da benzerlerini eminim herkes gunluk hayatta defalarca duymustur. Duymaya devam ettigimiz surece de burnumuz boktan cikmayacak.
\"Alnı secde görenden zarar gelmez.\"
\"Sanki daha oncekiler calmiyor muydu...\"
\"Adam caliyor ama calisiyor da...\"
Yukardaki cumleleri ya da benzerlerini eminim herkes gunluk hayatta defalarca duymustur. Duymaya devam ettigimiz surece de burnumuz boktan cikmayacak.
şu internet denen nanenin en güzel yanı, hakkında hiçbir fikrinizin olmadığı şeylerle ilgili bile olsa, aradığınız her türlü bilgiye çok kısa süre içinde ulaşabilmeniz. tabii bu süreçte, yani aradığınız bilgiye ulaşırken, gerçek bilginin yanında tonla çöp bilgi ya da manipülatif bilgiyi elemek zorunda kalıyorsunuz. bunu başarabildiğiniz sürece, internet gerçekten inanılmaz bir nimet.
ben de, düne kadar adını duyduğum ama ne olduğu hususunda bilgi sahibi olmadığım varlık fonu'nu bir araştırayım dedim. tonla çöp bilginin arasında, süzebildiğim bilgiler şunlar:
varlık fonu denilen şey, dünyanın çeşitli ülkelerinde, geçmişten beri uygulanıyor. hatta bu uygulamalardan birini ben günlük hayatta birçok kere örnek olarak vermiştim ama verdiğim örneğin varlık fonu olduğunu bilmiyordum.
şöyle ki: malumunuz, norveç kuzey kutbu'na epey yakın bir ülke. norveç'in refah seviyesinin çok yüksek olduğunu birçok insan bilir ama bunun sebebini çok az insan bilir. efenim, norveç'in tabii ki gelişkin bir ağır sanayisi var ama gelirlerinin önemli bir kısmı petrolden kaynaklanıyor. 'norveç'le petrol ne alaka?' diyenleriniz olabilir. alakası şu ki, kuzey buz denizinde devasa petrol yatakları var ve bunların önemli bir kısmını da norveç işletiyor. dolayısıyla, dünyanın önemli petrol ülkelerinden biri norveç.
neyse, konumuza dönelim. bu norveçli aşmış insanlar, yıllardır petrolden elde ettikleri gelirleri bizim gibi iphone, duble yol, başkanlık sarayı, geçiş garantili köprü vs'ye yatırmayı akıl edememişler. oturup düşünmüşler: 'ulan bu petrolden tonla para kazanıyoruz ama bunu nasıl değerlendirelim? bunun krizi var, savaşı var. her şeyden önemlisi, bizden sonra gelecek nesiller var. çıkardığımız petrolde, sadece bizim hakkımız yok, bizden sonraki nesillerin de hakkı var. onların hakkını bizim kullanmamız adil değil.' diye düşünmüşler ve geleceğe yönelik yatırım yapma kararı almışlar. petrolden kazandıkları paranın bir kısmını yatırıma harcarken, bir kısmını da işte bu varlık fonu denen oluşuma aktararak gelecek nesillere bırakmaya karar vermişler. şimdi sıkı durun. allahın vikinglerinin varlık fonunda şimdiye kadar biriken parayı söyleyeyim mi: yaklaşık 1 trilyon dolar.
yanisi şu. bizim ülkemizde her doğan çocuk yaklaşık 30 bin dolar borçla doğarken, norveç'te doğan çocuk yaklaşık 100 bin dolar alacakla doğuyor.
neyse, yine konudan uzaklaşıyoruz. tekrar varlık fonuna dönelim.
özetle şöyle diyebiliriz. varlık fonları, ülkelerin cari fazlalarını değerlendirdikleri fonlarmış. daha da türkçesi şu:
biliyorsunuz her ülke bütçe yapar. yaptığı bütçede, bir sonraki yıl ne kadar gelir hedefleediğini, ne kadar harcama yapacağını belirler. bu bütçe de mecliste görüşülerek onaylanır (gerçi referandumdan evet çıkarsa artık bütçe de görüşülmeyecek. zira bütçeyi başkan belirleyip uygulayacak). gelişmiş ülkelerde, bu bütçeler genellikle fazla verir. yani diyelim ki almanya'nın 2017 bütçesinde, 1 trilyon euro gelir öngörüldüyse 900 milyar euro gider görünüyordur. peki artan 100 milyar euroluk kısım ne olacak? işte burada devreye varlık fonları giriyor. alman hükümeti diyor ki, 'bu fazla parayı çarçur etmeyelim. varlık fonlarında dolar alalım, euro satalım, altınla takas edelim, olmadı devlet tahvillerinde değerlendirelim vs. o 100 milyar euroyu 150 milyar euro yapalım.'
işte zurnanın zırt dediği yer de tam burası. mevzuyu az çok anlamışsınızdır. devletlerin varlık fonlarına aktardıkları paralar, bütçe fazlasından aktarılan kısımlar.
peki bizim ülkemizde durum ne? ön bilgiyi verelim. bizim ülkemizde bütçe fazlası gibi bir durum yok. aksine her sene artan oranda bütçe açığı var. yani ülkenin gelirleri giderlerini karşılamıyor bile. bu durumda, haliyle 'e birader paramız yoksa varlık fonunda neyi değerlendireceğiz?' sorusu aklınıza geliyor di mi?
zaten, herkesin aklına gelen soru da bu.
tek bir ihtimal var: ülkenin kar eden kuruluşlarının karları hazineye devredilmeyecek (zira varlık fonuna devredilen kuruluşlar gelir vergisinden muaf tutuldu). bu karlar fonda değerlendirilecek. işin pis kısmı şu ki, bu fonlar denetlenmiyor. yani meclis kalkıp da, 'hele getirin bakalım bu hesapları. fondaki kuruluşlardan ne kadar para aktarıldı? aktarılan bu paralar nerelerde değerlendirildi? kar mı edildi zarar mı? zarar edildiyse niye edildi? kar edildiyse bu paralar nerede/nereye harcandı?' diye soramıyor. tüm yetki başbakanda. eğer referandumda evet çıkarsa ondan sonra da cumhurbaşkanında olacak. yani, bir nevi yüzmilyarlarca dolar büyüklüğe sahip millet mallarının nasıl, kim tarafından, kime, niçin harcandığını bilemeyeceğiz.
işin en komik tarafı da ne biliyor musunuz? bu fonun başına getirilen kişi, yiğit bulut. yok, vallahi şaka yapmıyorum. gerçekten de onu getirdiler.
her şey büyük türkiye için.
ne diyelim, hayırlısı olsun.
ben de, düne kadar adını duyduğum ama ne olduğu hususunda bilgi sahibi olmadığım varlık fonu'nu bir araştırayım dedim. tonla çöp bilginin arasında, süzebildiğim bilgiler şunlar:
varlık fonu denilen şey, dünyanın çeşitli ülkelerinde, geçmişten beri uygulanıyor. hatta bu uygulamalardan birini ben günlük hayatta birçok kere örnek olarak vermiştim ama verdiğim örneğin varlık fonu olduğunu bilmiyordum.
şöyle ki: malumunuz, norveç kuzey kutbu'na epey yakın bir ülke. norveç'in refah seviyesinin çok yüksek olduğunu birçok insan bilir ama bunun sebebini çok az insan bilir. efenim, norveç'in tabii ki gelişkin bir ağır sanayisi var ama gelirlerinin önemli bir kısmı petrolden kaynaklanıyor. 'norveç'le petrol ne alaka?' diyenleriniz olabilir. alakası şu ki, kuzey buz denizinde devasa petrol yatakları var ve bunların önemli bir kısmını da norveç işletiyor. dolayısıyla, dünyanın önemli petrol ülkelerinden biri norveç.
neyse, konumuza dönelim. bu norveçli aşmış insanlar, yıllardır petrolden elde ettikleri gelirleri bizim gibi iphone, duble yol, başkanlık sarayı, geçiş garantili köprü vs'ye yatırmayı akıl edememişler. oturup düşünmüşler: 'ulan bu petrolden tonla para kazanıyoruz ama bunu nasıl değerlendirelim? bunun krizi var, savaşı var. her şeyden önemlisi, bizden sonra gelecek nesiller var. çıkardığımız petrolde, sadece bizim hakkımız yok, bizden sonraki nesillerin de hakkı var. onların hakkını bizim kullanmamız adil değil.' diye düşünmüşler ve geleceğe yönelik yatırım yapma kararı almışlar. petrolden kazandıkları paranın bir kısmını yatırıma harcarken, bir kısmını da işte bu varlık fonu denen oluşuma aktararak gelecek nesillere bırakmaya karar vermişler. şimdi sıkı durun. allahın vikinglerinin varlık fonunda şimdiye kadar biriken parayı söyleyeyim mi: yaklaşık 1 trilyon dolar.
yanisi şu. bizim ülkemizde her doğan çocuk yaklaşık 30 bin dolar borçla doğarken, norveç'te doğan çocuk yaklaşık 100 bin dolar alacakla doğuyor.
neyse, yine konudan uzaklaşıyoruz. tekrar varlık fonuna dönelim.
özetle şöyle diyebiliriz. varlık fonları, ülkelerin cari fazlalarını değerlendirdikleri fonlarmış. daha da türkçesi şu:
biliyorsunuz her ülke bütçe yapar. yaptığı bütçede, bir sonraki yıl ne kadar gelir hedefleediğini, ne kadar harcama yapacağını belirler. bu bütçe de mecliste görüşülerek onaylanır (gerçi referandumdan evet çıkarsa artık bütçe de görüşülmeyecek. zira bütçeyi başkan belirleyip uygulayacak). gelişmiş ülkelerde, bu bütçeler genellikle fazla verir. yani diyelim ki almanya'nın 2017 bütçesinde, 1 trilyon euro gelir öngörüldüyse 900 milyar euro gider görünüyordur. peki artan 100 milyar euroluk kısım ne olacak? işte burada devreye varlık fonları giriyor. alman hükümeti diyor ki, 'bu fazla parayı çarçur etmeyelim. varlık fonlarında dolar alalım, euro satalım, altınla takas edelim, olmadı devlet tahvillerinde değerlendirelim vs. o 100 milyar euroyu 150 milyar euro yapalım.'
işte zurnanın zırt dediği yer de tam burası. mevzuyu az çok anlamışsınızdır. devletlerin varlık fonlarına aktardıkları paralar, bütçe fazlasından aktarılan kısımlar.
peki bizim ülkemizde durum ne? ön bilgiyi verelim. bizim ülkemizde bütçe fazlası gibi bir durum yok. aksine her sene artan oranda bütçe açığı var. yani ülkenin gelirleri giderlerini karşılamıyor bile. bu durumda, haliyle 'e birader paramız yoksa varlık fonunda neyi değerlendireceğiz?' sorusu aklınıza geliyor di mi?
zaten, herkesin aklına gelen soru da bu.
tek bir ihtimal var: ülkenin kar eden kuruluşlarının karları hazineye devredilmeyecek (zira varlık fonuna devredilen kuruluşlar gelir vergisinden muaf tutuldu). bu karlar fonda değerlendirilecek. işin pis kısmı şu ki, bu fonlar denetlenmiyor. yani meclis kalkıp da, 'hele getirin bakalım bu hesapları. fondaki kuruluşlardan ne kadar para aktarıldı? aktarılan bu paralar nerelerde değerlendirildi? kar mı edildi zarar mı? zarar edildiyse niye edildi? kar edildiyse bu paralar nerede/nereye harcandı?' diye soramıyor. tüm yetki başbakanda. eğer referandumda evet çıkarsa ondan sonra da cumhurbaşkanında olacak. yani, bir nevi yüzmilyarlarca dolar büyüklüğe sahip millet mallarının nasıl, kim tarafından, kime, niçin harcandığını bilemeyeceğiz.
işin en komik tarafı da ne biliyor musunuz? bu fonun başına getirilen kişi, yiğit bulut. yok, vallahi şaka yapmıyorum. gerçekten de onu getirdiler.
her şey büyük türkiye için.
ne diyelim, hayırlısı olsun.
Verdigim oyla %60 oldu. Memleket icin hayirlisi olsun.
Kimi rektorlerin aylik geliri, makam, temsil tazminatlari, harcirahlar ve doner sermayelerle birlikte aylik 60-70 bin lirayi buluyor. Uzerine lojman gibi imkanlardan da yararlaniyorlar.
Bu gelirlerini korumak icin de 30 saniyelik bir evet videosu cekmeleri yeterli.
Sasiriyor muyuz? Tabii ki hayir...
Bu gelirlerini korumak icin de 30 saniyelik bir evet videosu cekmeleri yeterli.
Sasiriyor muyuz? Tabii ki hayir...
Entelektuel bilim adami kimligine saygi duymakla beraber, hayat gorusu nedeniyle kanimin isinmadigi jeolog.
diktatörlerin ortak bir özelliği vardır. neredeyse tamamı seçimle gelmiştir ama hiçbiri seçimle gitmemiştir.
turinturambar'ın yazdığını yazacaktım ama kendisi benden önce davranmış.
evetçiler, değişiklikleri yeterince irdelemiş olsalardı, bu durum dikkatlerini çeker ve 'tayyip erdoğan en fazla şu kadar seçilir, maksimum şu tarihte görevi sona erer.' gibi cümleler kurmazlardı gibime geliyor. bu durumda, kendilerine yeni bir ev ödevi çıkmış durumda. değişen maddeleri tekrar ve tekrar okuyarak, 'acaba bu madde niye değişti? acaba bu maddenin konulma amacı ne olabilir?' şeklinde bir beyin fırtınası yapmaları iyi olur.
ayrıca, meselenin tayyip erdoğan ismi üzerine indirgenmesi de ayrı bir sorun.
evetçilere daha iyi anlatmak için şöyle söyleyelim: farzedelim ki, tayyip erdoğan bu ülkenin görüp görebileceği en kusursuz, en büyük, en ahım şahım, en süper, en en en kahraman insan olsun. peki ya sonrası?.. bu yetkilerle, o makama gelecek herkesin, tayyip erdoğan'da olduğuna inandığınız özellikleri taşıyacağına olan inancınız nereden geliyor?
hani, bu ülkede hiç yaşamadık (!) ama milyarda bir karşılaşılabilecek bir durum olsa da, misal vücudundaki tüm hücreleriyle amerika'nın köpeği olan biri, diyelim ki dini kullanarak, diyelim ki milliyetçiliği kullanarak, diyelim ki parasal gücünü kullanarak devlet içinde örgütlense; bu örgütlenme sırasında da, kendisine bu yolları açacak siyasetçilerin kimisini parayla, kimisini inançla, kimisini kasetle vs. kendi kontrolü altına alsa, sonunda da başkanlık makamına otursa, neler olabilir?.. hiç düşündünüz mü?
ya da ne bileyim. o makama oturan kişi, bir süre sonra akıl sağlığını kaybetse. durduk yerde ülkenin birine savaş açsa. veya, yetkisi gereği ülkeyi eyaletlere bölse. kimi eyaletlere özerklik verse vs. vs... ne yaparsınız?
aslında bu örnekleri yüzlerle ifade edilebilecek şekilde çoğaltabilirim. olayın özü şu: padişahlıkta bile, padişah tek başına ülkenin kaderini tek başına belirleyemezken, ülkenin kaderinin tek bir kişinin iki dudağı arasına bırakmak, hangi aklın ürünüdür?
durun, düşünün... kişiler hakkındaki hislerinizi bir kenara bırakın. mantığınızla düşünün sadece. farzedin ki, o ülkenin vatandaşı değilsiniz. olaylara dışardan bakıyorsunuz. ülkece bütün geleceğini bir kişiye bırakan bir millet için ne düşünürdünüz?
evetçiler, değişiklikleri yeterince irdelemiş olsalardı, bu durum dikkatlerini çeker ve 'tayyip erdoğan en fazla şu kadar seçilir, maksimum şu tarihte görevi sona erer.' gibi cümleler kurmazlardı gibime geliyor. bu durumda, kendilerine yeni bir ev ödevi çıkmış durumda. değişen maddeleri tekrar ve tekrar okuyarak, 'acaba bu madde niye değişti? acaba bu maddenin konulma amacı ne olabilir?' şeklinde bir beyin fırtınası yapmaları iyi olur.
ayrıca, meselenin tayyip erdoğan ismi üzerine indirgenmesi de ayrı bir sorun.
evetçilere daha iyi anlatmak için şöyle söyleyelim: farzedelim ki, tayyip erdoğan bu ülkenin görüp görebileceği en kusursuz, en büyük, en ahım şahım, en süper, en en en kahraman insan olsun. peki ya sonrası?.. bu yetkilerle, o makama gelecek herkesin, tayyip erdoğan'da olduğuna inandığınız özellikleri taşıyacağına olan inancınız nereden geliyor?
hani, bu ülkede hiç yaşamadık (!) ama milyarda bir karşılaşılabilecek bir durum olsa da, misal vücudundaki tüm hücreleriyle amerika'nın köpeği olan biri, diyelim ki dini kullanarak, diyelim ki milliyetçiliği kullanarak, diyelim ki parasal gücünü kullanarak devlet içinde örgütlense; bu örgütlenme sırasında da, kendisine bu yolları açacak siyasetçilerin kimisini parayla, kimisini inançla, kimisini kasetle vs. kendi kontrolü altına alsa, sonunda da başkanlık makamına otursa, neler olabilir?.. hiç düşündünüz mü?
ya da ne bileyim. o makama oturan kişi, bir süre sonra akıl sağlığını kaybetse. durduk yerde ülkenin birine savaş açsa. veya, yetkisi gereği ülkeyi eyaletlere bölse. kimi eyaletlere özerklik verse vs. vs... ne yaparsınız?
aslında bu örnekleri yüzlerle ifade edilebilecek şekilde çoğaltabilirim. olayın özü şu: padişahlıkta bile, padişah tek başına ülkenin kaderini tek başına belirleyemezken, ülkenin kaderinin tek bir kişinin iki dudağı arasına bırakmak, hangi aklın ürünüdür?
durun, düşünün... kişiler hakkındaki hislerinizi bir kenara bırakın. mantığınızla düşünün sadece. farzedin ki, o ülkenin vatandaşı değilsiniz. olaylara dışardan bakıyorsunuz. ülkece bütün geleceğini bir kişiye bırakan bir millet için ne düşünürdünüz?
referandumda geçmesi durumunda getirilecek olan başkanlık sisteminin nasıl uygulanabileceği yolundaki ihtimalleri, isimler üzerinden yapmak çok verimli olmaz gibime geliyor. zira, yukardaki entrylerden birinde de görüldüğü üzre, birileri için mevcut cumhurbaşkanının bizatihi kendisi bile birileri için güven unsurunu ifade ederken, başka birileri için de tam aksine güvensizliğin ifadesi olabiliyor.
bu nedenle, sistemi değerlendirirken, tayyip erdoğan başkan olduğunda şunları şunları yapar demek yerine, seçilecek cumhurbaşkanını x olarak kabul etmek lazım. zira, neticede tayyip erdoğan da o mevkiye seçildiğinde - eğer seçilebilirse- ilanihaye o makamda kalmayacak.
kendi açımdan, gözüme çarpan birkaç hususu vurgulamak isterim:
- üstteki entrylerden birinde, 'üniter yapıda, bölünme hikayesinin olmadığı' şeklinde bir tanım yapılmış yeni anayasa için. tam tersini düşünüyorum. zira, yeni anayasaya göre cumhurbaşkanı,Bütün yönetim işlerini yapabilecek. Bugün başbakan ve bakanların kullandığı bütün yetkileri kullanabilecek. Bakanlıkları, kamu idaresinin tamamını istediği gibi Kararnamelerle düzenleyebilecek. Bakanlıkları, devlet dairelerini, kurumları kuracak, kaldıracak, görevlerini belirleyecek, atayacak, azledecek, soruşturma yapacak, disiplin işlerini düzenleyecek, ihale yapacak, üniter yapıyı bozacak idari düzenlemeler yapabilecek, ne kadar devlet yetkisi varsa kullanacak. (Teklif m.9, m.14, m.15, 19/B; Anayasa m.104, m.123). tayyip erdoğan bunları yapar ya da yapmaz demiyorum. x cumhurbaşkanından bahsediyoruz.
- cumhurbaşkanının eskiye oranla daha fazla suçtan yargılanacağı husus doğru fakat eksik. öncelikle şunu bilelim. artık cumhurbaşkanı yürütmenin başı. gerçi eskiden de yürütmenin bir unsuruydu ancak yenisinde bir nevi eski başbakanın konumuna geliyor. dolayısıyla, eski anayasada başbakanın taşıdığı sorumlulukları taşıması normal. dolayısıyla kararlarından dolayı sorumluluk taşıması da normal. ancak şöyle bir durum var ki, yeni anayasaya göre, cumhurbaşkanının yargılanması teknik olarak çok zor. zira bunun için meclisin 600 milletvekilinin 400ünün bunu kabul etmesi lazım. peki size göre, büyük çoğunluğu kendisi tarafından seçilen milletvekillerinden oluşan bir meclisin bunu yapması gerçekte ne kadar mümkün? diyelim ki meclis bunu başardı. yargılayacak makam kim? anayasa mahkemesi. üyeleri nasıl seçilecek? 15 üyenin 12sini cumhurbaşkanı direkt seçecek. kalan üç üyeyi de, büyük çoğunluğunu cumhurbaşkanının belirlediği meclis seçecek. yani bir nevi körler sağırlar birbirini ağırlar.
- hakimler savcılar kurulundan bahsedilmiş. avukat üyelerin gireceği de söylenmiş. aslına bakarsanız orada kimin olduğundan daha çok, o üyeleri kimin seçtiği daha önemli. söyleyelim: kurul 13 üyeden oluşacak. bunun 6 tanesini x cumhurbaşkanı doğrudan seçecek, kalan 7 üyeyi de meclis seçecek. hangi meclis? üyelerinin büyük çoğunluğunu x cumhurbaşkanının belirlediği meclis. peki bu durumda hsyk'nın tüm üyelerini kim seçmiş oluyor?
- yasama yetkisi mecliste olacak denmiş. şeklen doğru. ancak şimdi olduğu gibi, x cumhurbaşkanının veto yetkisi var. fark ne? yeni anayasaya göre, x cumhurbaşkanının veto ettiği kanunlar mecliste tekrar görüşüldüğünde, artık eskisi gibi adi çoğunlukla görüşülemeyecek. yani diyelim ki veto edilen kanun tasarısının tekrar kabulü için misal o sırada mecliste olan 200 milletvekilinin çoğunluğu yetmeyecek. salt çoğunluk aranacak. kaldı ki, cumhurbaşkanlığı makamına verilen kararname çıkarma yetkisiyle, birçok konuda kanuna ihtiyaç duymadan kanun hükmünde metinleri çıkarıp uygulayabilecek. kaldı ki, yeni anayasaya göre artık cumhurbaşkanı partili başkanı da olabiliyor. yani x cumhurbaşkanı y partisinin de genel başkanı olacak. y partisi seçimlere girerken milletvekili listelerini x cumhurbaşkanı belirleyecek. kanun tekliflerini y partisi meclise getirecek ve kendi çoğunluğuyla da kabul edecek. o kanunu da x cumhurbaşkanı onayacak. yani bir nevi, x cumhurbaşkanı kendi getirdiği kanunu kendi onamış olacak.
- yürütme meclis tarafından denetlenecek denmiş yukardaki entrylerden birinde ancak bunun yöntemi söylenmemiş. ben pek öyle olduğunu düşünmüyorum. zira, bakanlar iş ve işlemleri nedeniyle x cumhurbaşkanına karşı sorumlu olacaklar. bakanların yargılanması için de, yine tıpkı cumhurbaşkanında olduğu gibi, 600 milletvekilinin 400ünün kabulü gerekli. yine aynı cümleyi kullanalım. büyük çoğunluğu x cumhurbaşkanı tarafından belirlenen bir mecliste bunun uygulanabilirliğini bir düşünün bence.
- darbe yapılamayacağı, terör estirilemeyeceği iddia edilmiş. bunu bir temenni olarak kabul edersek, altına imza atabilirim ancak gerçekçi olabilmesi için altının çeşitli argümanlarla doldurulması lazım. o argümanları göremedim ben. neticede bundan önceki darbeler ya da terör eylemleri de bundan önceki meclislerin onayıyla olmadı. kaldı ki, şu anda da her istediğini meclisten geçirebilen bir siyasi irade var. peki terör yok mu? darbe tehlikesi yok mu? gelecekteki hangi gelişmeler bu tehlikeleri ortadan kaldıracak, biri açıklasa da biz de derin bir ohhh çeksek.
- bu sistemin bütün güçlü devletler tarafından uygulandığı iddia edilmiş. tahmin edersiniz ki, gerçekliği olmayan bir iddia. kaldı ki, güçten kastın ne olduğu da tamamen muamma. hangi güç? askeri güç mü, ekonomik güç mü, demokratik güç mü vs... eğer kastedilen askeri güçse, - o da tartışmalı ama- bizim istediğimiz şey salt askeri anlamda güçlü olmak mı? misal, rusya gibi askeri anlamda güçlü olan ama demokratik anlamda sınıfta kalmış bir devlette yaşamak isteyen var mı içinizde? ya da kuzey kore'ye özeneniniz?...
- sistemin reis tarafından tercih edilmesi, kimileri için yeterli referansmış. olabilir. bana göre mantıklı olmasa da, insani bir yaklaşım. peki bu şekilde düşünen arkadaşlara baştaki soruyu hatırlatalım: reisinizin o makamda ne kadar kalacağını biliyor musunuz? ondan sonrası için bir projeksiyonunuz var mı? kimileri yaşı nedeniyle hatırlamayabilir ancak 28 şubat sürecinde muktedirlerin iddiası o sürecin bin yıl süreceği üzerineydi. şimdi?.. aynı mantıkla, belki istedikleri ortamın bin yıl süreceğinin hayallerini şimdi de kuranlar olabilir. oysa 28 şubatın izleri on yıl olmadan yerle yeksan olmuştu. bundan sonrasında da benzer bir gelişmenin olmayacağının garantisi nedir? reisin çok uzak olmayan geçmişte referans olduğu kimi yapıların şu anda terör örgütü olduğunu bilmek sizi gelecekle ilgili tercihler konusunda tedirgin etmiyor mu?
özetle. sistemler kişiler üzerine inşa edilmez. hatta sağlıklı sistemlerde kişilerin hiçbir önemi yoktur. bütün bir ülkenin kaderinin tek bir kişinin iki dudağının arasına bırakılması ise, bütün toplumun hep birlikte dolu bir tabancayla rus ruleti oynamasına benzer. vereceğiniz kararı belirlerken, sadece kendinizi değil çocuklarınızı da düşünün bence. gelecekte vicdan azabı duymayacağınızdan emin olduğunuz kararın ne olduğunu düşünüyorsanız o olsun.
son söz: güç yozlaştırır; mutlak güç mutlaka yozlaştırır.
bu nedenle, sistemi değerlendirirken, tayyip erdoğan başkan olduğunda şunları şunları yapar demek yerine, seçilecek cumhurbaşkanını x olarak kabul etmek lazım. zira, neticede tayyip erdoğan da o mevkiye seçildiğinde - eğer seçilebilirse- ilanihaye o makamda kalmayacak.
kendi açımdan, gözüme çarpan birkaç hususu vurgulamak isterim:
- üstteki entrylerden birinde, 'üniter yapıda, bölünme hikayesinin olmadığı' şeklinde bir tanım yapılmış yeni anayasa için. tam tersini düşünüyorum. zira, yeni anayasaya göre cumhurbaşkanı,Bütün yönetim işlerini yapabilecek. Bugün başbakan ve bakanların kullandığı bütün yetkileri kullanabilecek. Bakanlıkları, kamu idaresinin tamamını istediği gibi Kararnamelerle düzenleyebilecek. Bakanlıkları, devlet dairelerini, kurumları kuracak, kaldıracak, görevlerini belirleyecek, atayacak, azledecek, soruşturma yapacak, disiplin işlerini düzenleyecek, ihale yapacak, üniter yapıyı bozacak idari düzenlemeler yapabilecek, ne kadar devlet yetkisi varsa kullanacak. (Teklif m.9, m.14, m.15, 19/B; Anayasa m.104, m.123). tayyip erdoğan bunları yapar ya da yapmaz demiyorum. x cumhurbaşkanından bahsediyoruz.
- cumhurbaşkanının eskiye oranla daha fazla suçtan yargılanacağı husus doğru fakat eksik. öncelikle şunu bilelim. artık cumhurbaşkanı yürütmenin başı. gerçi eskiden de yürütmenin bir unsuruydu ancak yenisinde bir nevi eski başbakanın konumuna geliyor. dolayısıyla, eski anayasada başbakanın taşıdığı sorumlulukları taşıması normal. dolayısıyla kararlarından dolayı sorumluluk taşıması da normal. ancak şöyle bir durum var ki, yeni anayasaya göre, cumhurbaşkanının yargılanması teknik olarak çok zor. zira bunun için meclisin 600 milletvekilinin 400ünün bunu kabul etmesi lazım. peki size göre, büyük çoğunluğu kendisi tarafından seçilen milletvekillerinden oluşan bir meclisin bunu yapması gerçekte ne kadar mümkün? diyelim ki meclis bunu başardı. yargılayacak makam kim? anayasa mahkemesi. üyeleri nasıl seçilecek? 15 üyenin 12sini cumhurbaşkanı direkt seçecek. kalan üç üyeyi de, büyük çoğunluğunu cumhurbaşkanının belirlediği meclis seçecek. yani bir nevi körler sağırlar birbirini ağırlar.
- hakimler savcılar kurulundan bahsedilmiş. avukat üyelerin gireceği de söylenmiş. aslına bakarsanız orada kimin olduğundan daha çok, o üyeleri kimin seçtiği daha önemli. söyleyelim: kurul 13 üyeden oluşacak. bunun 6 tanesini x cumhurbaşkanı doğrudan seçecek, kalan 7 üyeyi de meclis seçecek. hangi meclis? üyelerinin büyük çoğunluğunu x cumhurbaşkanının belirlediği meclis. peki bu durumda hsyk'nın tüm üyelerini kim seçmiş oluyor?
- yasama yetkisi mecliste olacak denmiş. şeklen doğru. ancak şimdi olduğu gibi, x cumhurbaşkanının veto yetkisi var. fark ne? yeni anayasaya göre, x cumhurbaşkanının veto ettiği kanunlar mecliste tekrar görüşüldüğünde, artık eskisi gibi adi çoğunlukla görüşülemeyecek. yani diyelim ki veto edilen kanun tasarısının tekrar kabulü için misal o sırada mecliste olan 200 milletvekilinin çoğunluğu yetmeyecek. salt çoğunluk aranacak. kaldı ki, cumhurbaşkanlığı makamına verilen kararname çıkarma yetkisiyle, birçok konuda kanuna ihtiyaç duymadan kanun hükmünde metinleri çıkarıp uygulayabilecek. kaldı ki, yeni anayasaya göre artık cumhurbaşkanı partili başkanı da olabiliyor. yani x cumhurbaşkanı y partisinin de genel başkanı olacak. y partisi seçimlere girerken milletvekili listelerini x cumhurbaşkanı belirleyecek. kanun tekliflerini y partisi meclise getirecek ve kendi çoğunluğuyla da kabul edecek. o kanunu da x cumhurbaşkanı onayacak. yani bir nevi, x cumhurbaşkanı kendi getirdiği kanunu kendi onamış olacak.
- yürütme meclis tarafından denetlenecek denmiş yukardaki entrylerden birinde ancak bunun yöntemi söylenmemiş. ben pek öyle olduğunu düşünmüyorum. zira, bakanlar iş ve işlemleri nedeniyle x cumhurbaşkanına karşı sorumlu olacaklar. bakanların yargılanması için de, yine tıpkı cumhurbaşkanında olduğu gibi, 600 milletvekilinin 400ünün kabulü gerekli. yine aynı cümleyi kullanalım. büyük çoğunluğu x cumhurbaşkanı tarafından belirlenen bir mecliste bunun uygulanabilirliğini bir düşünün bence.
- darbe yapılamayacağı, terör estirilemeyeceği iddia edilmiş. bunu bir temenni olarak kabul edersek, altına imza atabilirim ancak gerçekçi olabilmesi için altının çeşitli argümanlarla doldurulması lazım. o argümanları göremedim ben. neticede bundan önceki darbeler ya da terör eylemleri de bundan önceki meclislerin onayıyla olmadı. kaldı ki, şu anda da her istediğini meclisten geçirebilen bir siyasi irade var. peki terör yok mu? darbe tehlikesi yok mu? gelecekteki hangi gelişmeler bu tehlikeleri ortadan kaldıracak, biri açıklasa da biz de derin bir ohhh çeksek.
- bu sistemin bütün güçlü devletler tarafından uygulandığı iddia edilmiş. tahmin edersiniz ki, gerçekliği olmayan bir iddia. kaldı ki, güçten kastın ne olduğu da tamamen muamma. hangi güç? askeri güç mü, ekonomik güç mü, demokratik güç mü vs... eğer kastedilen askeri güçse, - o da tartışmalı ama- bizim istediğimiz şey salt askeri anlamda güçlü olmak mı? misal, rusya gibi askeri anlamda güçlü olan ama demokratik anlamda sınıfta kalmış bir devlette yaşamak isteyen var mı içinizde? ya da kuzey kore'ye özeneniniz?...
- sistemin reis tarafından tercih edilmesi, kimileri için yeterli referansmış. olabilir. bana göre mantıklı olmasa da, insani bir yaklaşım. peki bu şekilde düşünen arkadaşlara baştaki soruyu hatırlatalım: reisinizin o makamda ne kadar kalacağını biliyor musunuz? ondan sonrası için bir projeksiyonunuz var mı? kimileri yaşı nedeniyle hatırlamayabilir ancak 28 şubat sürecinde muktedirlerin iddiası o sürecin bin yıl süreceği üzerineydi. şimdi?.. aynı mantıkla, belki istedikleri ortamın bin yıl süreceğinin hayallerini şimdi de kuranlar olabilir. oysa 28 şubatın izleri on yıl olmadan yerle yeksan olmuştu. bundan sonrasında da benzer bir gelişmenin olmayacağının garantisi nedir? reisin çok uzak olmayan geçmişte referans olduğu kimi yapıların şu anda terör örgütü olduğunu bilmek sizi gelecekle ilgili tercihler konusunda tedirgin etmiyor mu?
özetle. sistemler kişiler üzerine inşa edilmez. hatta sağlıklı sistemlerde kişilerin hiçbir önemi yoktur. bütün bir ülkenin kaderinin tek bir kişinin iki dudağının arasına bırakılması ise, bütün toplumun hep birlikte dolu bir tabancayla rus ruleti oynamasına benzer. vereceğiniz kararı belirlerken, sadece kendinizi değil çocuklarınızı da düşünün bence. gelecekte vicdan azabı duymayacağınızdan emin olduğunuz kararın ne olduğunu düşünüyorsanız o olsun.
son söz: güç yozlaştırır; mutlak güç mutlaka yozlaştırır.
benzer bir başlık ekşi sözlük'te de açılmıştı. konu orada tartışılmış. kimileri bunun büyük bir başarı olduğunu savunurken, kimileri de elemanın yalan yanlış bilgi verdiğini ileri sürmüş. ben büyük oranda ikinci grubu haklı buluyorum. sebebine gelince:
eleman yazısını aynen şöyle bitirmiş: ''Şu anda bütün Moğolistan’ı karış karış gezmiş ve hayallerinden birini gerçekleştirerek Gobi çölü'nü geçmiş bir arkadaşınız var. Siz de yapabilirsiniz yapın!''
ne diyor tekrar bakalım: ...gobi çölü'nü geçmiş bir arkadaşınız var... (bu atraksiyonu 3 günde gerçekleştirdiğini söylemiş)
bu durumda vikipedi'ye başvuruyoruz. hımmm bakalım gobi çölü'yle ilgili ne demiş vikipedi: ''...Çölün uzunluğu 1600 km olup, genişliği 480–965 km arasında değişir...''
yani bizim eleman eğer çölü boylamasına geçtiyse 3 günde 1600 km, enlemesine geçtiyse de 3 günde 480-965 km yol katetmiş olmalı. peki bu mümkün mü? bir insan günde kaç km yürüyebilir? hadi diyelim 40-50 km olsun maksimum. bu durumda nasıl olacak bu çöl geçişi?
zaten yazısına baktığımızda, kendisi de 3 günde toplam 90 km yol yürüdüğünü ifade ediyor.
e peki 3 günde gobi çölü'nü geçmek nedir allasen?
şöyle ki. aslında elemanın geçtiği yer, gobi çölünün kenarında khongoryn els diye bir yer. buyrun, şu haritanın güneyinde görünen kısım. (haritanın tamamı gerçek gobi çölünün haritası).http://nomadicgobitours.com/wp-content/uploads/2013/11/Trip-6.jpg
işte elemanımız, gobi çölü'ne güneyden girmiş, khongoryn els denen yere kadar gidip geri dönmüş aslında. ama yazısını da gobi çölü'nü geçtim diye bitirmiş.
aslında, '3 gün boyunca gobi çölü'nde yürüdüm' dese daha etik olurmuş bence.
eleman yazısını aynen şöyle bitirmiş: ''Şu anda bütün Moğolistan’ı karış karış gezmiş ve hayallerinden birini gerçekleştirerek Gobi çölü'nü geçmiş bir arkadaşınız var. Siz de yapabilirsiniz yapın!''
ne diyor tekrar bakalım: ...gobi çölü'nü geçmiş bir arkadaşınız var... (bu atraksiyonu 3 günde gerçekleştirdiğini söylemiş)
bu durumda vikipedi'ye başvuruyoruz. hımmm bakalım gobi çölü'yle ilgili ne demiş vikipedi: ''...Çölün uzunluğu 1600 km olup, genişliği 480–965 km arasında değişir...''
yani bizim eleman eğer çölü boylamasına geçtiyse 3 günde 1600 km, enlemesine geçtiyse de 3 günde 480-965 km yol katetmiş olmalı. peki bu mümkün mü? bir insan günde kaç km yürüyebilir? hadi diyelim 40-50 km olsun maksimum. bu durumda nasıl olacak bu çöl geçişi?
zaten yazısına baktığımızda, kendisi de 3 günde toplam 90 km yol yürüdüğünü ifade ediyor.
e peki 3 günde gobi çölü'nü geçmek nedir allasen?
şöyle ki. aslında elemanın geçtiği yer, gobi çölünün kenarında khongoryn els diye bir yer. buyrun, şu haritanın güneyinde görünen kısım. (haritanın tamamı gerçek gobi çölünün haritası).http://nomadicgobitours.com/wp-content/uploads/2013/11/Trip-6.jpg
işte elemanımız, gobi çölü'ne güneyden girmiş, khongoryn els denen yere kadar gidip geri dönmüş aslında. ama yazısını da gobi çölü'nü geçtim diye bitirmiş.
aslında, '3 gün boyunca gobi çölü'nde yürüdüm' dese daha etik olurmuş bence.
eskiden şöyle derdim: ''şehirlerde ne kadar güzel yer varsa askeriyeye tahsis edilmiş.''
askerliğimi yaptıktan sonra şöyle demeye başladım: ''asker nereye gittiyse, orayı çevrenin en güzel yeri yapmış.''
askeri bölgelere dikkat ettiğinizde şunu farkedeceksiniz. o alanların neredeyse tamamına yakını, ilk tahsis edildiğinde kuş uçmaz kervan geçmez ya da bırakın ağacı çalının bile yetişmediği, yakınından bile geçmek istemeyeceğiniz yerler. ancak o arazinin kullanım hakkı askerin eline geçtiğinde (sınırsız ve ücretsiz iş gücünün de etkisiyle), bakımlı, doğayla barışık, temiz, düzenli ve doğal olarak da çevresindeki yerleşim birimlerine de değer katan yerler oluyor. yani özetle, asker güzel yerleri almıyor, aldığı yerleri güzelleştiriyor. ve daha da önemlisi, askeri alanların kendisini geçtim, yakın çevresinde bile kaçak yapılaşmaya izin verilmiyor.
sahillere gelecek olursak. doğrudur. askeri kamplar genellikle güzel yerlerde. ama bir de şunu düşünün. bu araziler askeriyeye ne zaman tahsis edildi? en yenisi 30 40 yıl önce. peki 30 40 yıl önce türkiye sahilleri nasıldı? neredeyse bomboş. ancak bu 30 40 yıllık süreçte patlayan turizmle birlikte, sahillerde neredeyse boş yer kalmadı. oysa, plajlar yasa gereği hiçbir kişi ya da zümreye verilemez. yani kanunlara bakarsak, herhangi bir vatandaş gidip istediği sahilde denize girebilir. ama pratikte bu mümkün mü? neredeyse imkansız gibi. isterseniz beş yıldızlı bir otelin plajına gidip deneyin. kırk dereden su getirirler. eğer sizi cahil görürlerse zaten izin vermezler. işi bildiğinizi anlarlarsa da küfretmekten beter hale getirirler.
yanisi, plajlar zaten halihazırda işgal altında. buna itiraz ediyorsanız bence öncelikle beş yıldızlı otellerden başlayın itiraza.
gelelim son meseleye.
2-b arazisini duymuşsunuzdur. ne olduğunu biliyor musunuz? ''orman vasfını yitirmiş arazi' demek. peki bir arazi orman vasfını nasıl yitirir? yani bir orman, ormanlıktan nasıl çıkar düşünün bir.
söyleyeyim: iki şekilde. 1- orman kesilerek. 2- yakılarak
işte, askeriyenin elinden alınacak arazileri bekleyen son da bu olacak. aaa bir bakmışsınız, güzelim ağaçlıkta yangın çıkmış. kundakçılar asla bulunamayacak tabii. bir süre sonra, arazi orman vasfını yitirdiği için 2-b kapsamına alınacak ve imara açılacak. sonunda da, ağaoğlu gibi pek muhterem vatansever müteahhitlerimiz ihaleyle o arazileri alıp, muhteşem binalar yükseltecekler o arazilerde.
bizlere düşen de, ''oooo yaşasın, askeri araziler askeriyenin elinden alınıyormuş.'' diye sevinmek olacak tabii ki...
askerliğimi yaptıktan sonra şöyle demeye başladım: ''asker nereye gittiyse, orayı çevrenin en güzel yeri yapmış.''
askeri bölgelere dikkat ettiğinizde şunu farkedeceksiniz. o alanların neredeyse tamamına yakını, ilk tahsis edildiğinde kuş uçmaz kervan geçmez ya da bırakın ağacı çalının bile yetişmediği, yakınından bile geçmek istemeyeceğiniz yerler. ancak o arazinin kullanım hakkı askerin eline geçtiğinde (sınırsız ve ücretsiz iş gücünün de etkisiyle), bakımlı, doğayla barışık, temiz, düzenli ve doğal olarak da çevresindeki yerleşim birimlerine de değer katan yerler oluyor. yani özetle, asker güzel yerleri almıyor, aldığı yerleri güzelleştiriyor. ve daha da önemlisi, askeri alanların kendisini geçtim, yakın çevresinde bile kaçak yapılaşmaya izin verilmiyor.
sahillere gelecek olursak. doğrudur. askeri kamplar genellikle güzel yerlerde. ama bir de şunu düşünün. bu araziler askeriyeye ne zaman tahsis edildi? en yenisi 30 40 yıl önce. peki 30 40 yıl önce türkiye sahilleri nasıldı? neredeyse bomboş. ancak bu 30 40 yıllık süreçte patlayan turizmle birlikte, sahillerde neredeyse boş yer kalmadı. oysa, plajlar yasa gereği hiçbir kişi ya da zümreye verilemez. yani kanunlara bakarsak, herhangi bir vatandaş gidip istediği sahilde denize girebilir. ama pratikte bu mümkün mü? neredeyse imkansız gibi. isterseniz beş yıldızlı bir otelin plajına gidip deneyin. kırk dereden su getirirler. eğer sizi cahil görürlerse zaten izin vermezler. işi bildiğinizi anlarlarsa da küfretmekten beter hale getirirler.
yanisi, plajlar zaten halihazırda işgal altında. buna itiraz ediyorsanız bence öncelikle beş yıldızlı otellerden başlayın itiraza.
gelelim son meseleye.
2-b arazisini duymuşsunuzdur. ne olduğunu biliyor musunuz? ''orman vasfını yitirmiş arazi' demek. peki bir arazi orman vasfını nasıl yitirir? yani bir orman, ormanlıktan nasıl çıkar düşünün bir.
söyleyeyim: iki şekilde. 1- orman kesilerek. 2- yakılarak
işte, askeriyenin elinden alınacak arazileri bekleyen son da bu olacak. aaa bir bakmışsınız, güzelim ağaçlıkta yangın çıkmış. kundakçılar asla bulunamayacak tabii. bir süre sonra, arazi orman vasfını yitirdiği için 2-b kapsamına alınacak ve imara açılacak. sonunda da, ağaoğlu gibi pek muhterem vatansever müteahhitlerimiz ihaleyle o arazileri alıp, muhteşem binalar yükseltecekler o arazilerde.
bizlere düşen de, ''oooo yaşasın, askeri araziler askeriyenin elinden alınıyormuş.'' diye sevinmek olacak tabii ki...
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?