confessions

kultabisi

1. nesil Yazar - Yazar -

  1. toplam entry 357
  2. takipçi 4
  3. puan 8741

erdoğan'ın mektubunun ayakta dinlenmesi

kultabisi
bu haberi gördüğümde, kendimi bir anlığına cumhurbaşkanının yerine koydum. 'böyle bir şeyi benim için yapsalardı ne hissederdim?' diye düşündüm. cevabı bulmak için hiç beklemedim: çok rahatsız olurdum. hem bu hareketin kamuoyu üzerinde yaratacağı etkiden dolayı rahatsız olurdum, hem de kişisel olarak böylesine yüceltilmekten rahatsız olurdum.
peki erdoğan rahatsız olmuş mudur?
bu sorunun cevabına birazdan geliriz. öncelikle epey bir geçmişe gidelim. doksanlı yıllara. tayyip erdoğan'ın, istanbul büyükşehir belediye başkanı olduğu yıllara. kendisi 1994 yılında hem de ne tesadüftür ki bir mayıs ayında, aynen şöyle demiş: ''ata'ya saygı duruşu sırasında, sap gibi ayakta durmaya gerek yok.''
şimdi, böyle bir cümle kullanmış birinin, binlerce kişinin kendisinin mektubunun okunması sırasında hazrolda beklemesinden rahatsız olmaması mümkün değil gibi görünüyor öyle değil mi?
bana nedense pek de öyleymiş gibi gelmiyor. çünkü hepimiz biliyoruz ki, artık bu ülkede, hele de akp'nin içinde, tayyip erdoğan'ın izni ve bilgisi olmadan nefes bile almak mümkün değil. yani böyle bir organizasyonu planlayan kişiler, bu hareketten tayyip erdoğan'ın rahatsız olabileceğini düşünse, bunu yapmaya cesaret edebilirler miydi? bir düşünün bence...
linklerde verdiğim fotoğraflara dikkatle bakmanızı istiyorum. http://img.haberler.com/haber/221/erdogan-namaz-kilarken-tum-gozler-uzerindeydi-7558221_x_9065_o.jpg bir de bu var: https://i.ytimg.com/vi/HEVmMlqoQXw/hqdefault.jpg
dikkatinizi çekmiştir muhakkak. sayın cumhurbaşkanımız namaz kılarken cemaatin geri kalanı namazı bitirmiş ve bizimkini seyrediyorlar. ilk fotoğrafta ise, koca camide, kıyamda duran tek kişi bizim cumhurbaşkanımız. niye acaba? namaza mı geç kalmış, yoksa kasıtlı yapılan ve farkındalığı artırarak, 'bakın ben de namaz kılıyorum'u cümle aleme göstermeye çalışılan bir hareket mi? emin olun sebep ikincisi. zira, bu iş kasıtlı yapılmasa, bu fotoğrafların medyada yer almasına izin verir miydi sayın cumhurbaşkanı? cevabı biliyorum. 'ama ne yapsın. medya çekmiş. sansürletse miydi?' diyenler olacak. ülkemizdeki sansürün boyutlarını bir kenara bırakarak, bu soruyu soracak olanlara şu iki fotoğrafı gösteriyorum: http://www.rotahaber.com/images/haberler/erdogan_saray_da_danismanlarina_namaz_kildirirken_h543016_4587b.jpg bir diğeri de şu: http://galeri7.uludagsozluk.com/279/tayyip-erdogan-in-namaz-kilmasi_496391.jpg bu iki fotoğraf, direkt cumhurbaşkanlığı fotoğrafçısının çektiği fotolar. yani kendisinden izinsiz yayınlanması söz konusu bile değil.
tekrar soruyoruz o zaman. cumhurbaşkanının beş vakit namaz kıldığını bilmeyen mi var? niye buna ihtiyaç duyuluyor?
cevap basit. görsellik önemlidir. bu sahneler, nasıl dindar bir cumhurbaşkanımızın olduğunu tüm belleklere çıkmamacasına kazır. böyle bir insanın üzerine atılacak hangi itham onun üzerinde durur sizce? bu insanın söylediği hangi söze inanılmaz di mi?
peki bu konunun, hazrolda mektup dinlenmesiyle ne alakası var?
çok alakası var aslında.
hani içişleri bakanı efkan ala demişti ya: peygamber efendimiz gurura kapıldı ama biz kapılmayacağız.
şimdi bu fotoğraflara bakın, ardından dünkü kongredeki sahneyi gözünüzün önüne getirin ve tekrar düşünün bakalım.
bu gidiş nereye?

cahil insanların en çok düşman olduğu şeyler

kultabisi
(bkz: farklılık)
benim gözlemlerime göre, bir cahilin cehaletini en çok belli ettiren şey, farklılıklara karşı beslediği düşmanlıktır.
bir cahil, kendisi gibi düşünmeyen, kendisi gibi yaşamayan, kendisi gibi inanmayan, kendisi gibi konuşmayan herkese düşmandır.
cehaletinin boyutuyla düşmanlığının derecesi arasında da doğru orantı vardır.
zararsız bir cahil, farklılıkları garipsemekle yetinirken, cehaletin boyutu arttıkça verilen tepkiler de artar. önce sözlü taciz, sonra fiziksel taciz ve en nihayetinde hayatı, farklı olan kişi için yaşanılmaz kılma ve hatta öldürmeye kadar varan bir süreç söz konusudur.
dünyayı ve ülkeyi gözlemleyin. verdiğim formülün, adeta matematiksel bir formül gibi şaşmaz nitelikte olduğunu göreceksiniz.

kramp

kultabisi
potasyum eksikliğinden kaynaklanma ihtimali yüksektir. günde bir adet muzla, kramp sorununuzun büyük oranda önüne geçebilirsiniz.

kadir mısıroğlu

kultabisi
@11 benim entrymi referans göstererek entry girmişsiniz ancak yazdıklarınızda, benim yazdıklarıma dair bir cevap göremedim. siz başlık altında, deli raporlu birine 'deli yaftası vurulduğunu' ifade etmişsiniz, ben de bunun bir yafta olmadığını ortaya koymuşum. problemi anlayamadım...

kadir mısıroğlu

kultabisi
kadir mısıroğlu'nun deliliği, üçüncü kişilerin kendisine yaptığı bir itham değil, bizzat kendisinin de kabulüdür. dolayısıyla bu bir iftira ya da itham değil, sadece bir hatırlatmadır. buyrun kendisi söylesin:https://www.youtube.com/watch?v=1lyFmCv-y80
seyretmeye üşenenler için özetleyelim.
kendisi diyor ki, 'efendim istanbul'a gelmem lazımdı. o yüzden de, gittim psikiyatra, kendimi deli gibi gösterdim. atatürk şöyledir, böyledir dedim. o da paranoid belirti teşhisi koydu.'
muhtemelen kendisinin bu savunmasına gönülden iman edenler de olacaktır. ama bu hikaye bana daha çok, nasreddin hoca'nın 'düşmesem de inecektim' fıkrasını hatırlatıyor.

fetö'nün haberleşme ağı

kultabisi
birine paralel demek, vatan haini demektir. bu konuda bir şüphe var mı? yok.
ben, birileri gibi dün, 'türk diye bir ırk yoktur.' diyenlerin peşinden gidip, 'ümmet de ümmet' derken, bugün sosyal medyada 'alparslan' başlıkları açan omurgasız soysuzlardan olmadım hiç. dinimle milliyetimi aynı potada buluşturdum. benim gibi insanlar için, kendisine vatan haini denilmesiyle, namussuz, şerefsiz, onursuz, haysiyetsiz demek arasında bir fark yoktur. zira, bağımsız bir devletin yoksa, namusun da olmaz, şerefin de. topraklarını işgal edenler, namusunu alırken, kafanda başörtüsü olup olmadığına bakmaz.
bundan hareketle, birisi bana, 'sen paralelcisin' diyebilecek cesareti gösterebiliyorsa, karşılığını misliyle alacağını da hesap etmiş demektir. sen birinin namusuna, şerefine sövüp gevrek gevrek gülerken, sövdüğün kişi sana misliyle sövdüğünde, 'ama hadis-i şerifte der ki...' diye bik bik etmeyeceksin. madem o hadisi biliyordun, onu millete söverken, onlara iftira atarken de hatırlayacaktın.
neymiş, ''evet biz onların evlerine gittik. maklubelerini kaşıkladık. sohbetlerine katıldık. yurtlarında kaldık. onların torpiliyle işlerimizi gördük. himmetlerinden yararlandık ama hain olduklarını bilmiyorduk.' muş... ahlaksız olduklarından daha fazla, yalancılar da.
maklubeye kaşık sallarken, atatürk'e, türk silahlı kuvvetlerine, yargıya, cumhuriyet değerlerine sövülmüyordu o evlerde değil mi? bunları ilk kez duyuyorsunuz. o zaman duysaydınız, 'sen nasıl küfür edersin, atatürk'e, orduya.' deyip, maklube yediğiniz kaşığı, kafalarına vururdunuz değil mi? o evlerde kalırken, onların maddi imkanlarından yararlanırken, 'bir gün bu ülkenin tüm kademelerine yerleşeceğiz. o zamana kadar sessizce örgütlenmeliyiz.' diye hiç konuşulmadı değil mi? 2010 kpss skandalında, ayan beyan kul hakkına girilirken, cemaatçiler maklube yer gibi kul hakkı yerken, sizin hiçbir şeyden haberiniz yoktu değil mi?..
ahlaksızsınız. üstüne yalancısınız. ek olarak vicdansızsınız...
üniversitede ben ve benim gibiler, her allahın günü pkklılarla buğuşurken, dayak atıp dayak yerken, bu cemaat beslemelerinin hiçbiri ortalıkta görülmezdi. şehit cenazelerine çağırırdık gelmezlerdi. sorun bu şahsiyetsizlere. 2015 temmuzundan önce, bir, tek bir şehit cenazesine katışmışlar mı? şimdi sözlükte millete 'paralelcisin' diyerek vatan hainliğiyle suçlayan bu cemaat beslemesine sorun bakalım, üzerinde bayrak sarılı bir tabutu tv dışında hiç görmüş mü?
iftira attığı insanların geleceğini tehlikeye atmaktan, kimliklerini faş etmekten bir saniye bile imtina etmeyen bu iftiracıların, ellerinde güç ve imkan olduğunda, neler yapabileceklerinin çok basit bir örneğidir bu başlıkta yaşananlar.
çok şükür, bilgim dahilinde boğazımdan tek bir haram lokma geçmedi. bilgim dahilinde geçmeyecek de.
benim için değeri kelimelerle ifade edilemeyecek biri vardı. tek bir sözüyle sigarayı bırakmıştım. bana derdi ki, ''doğrularını her yerde söyleme. yolda yakalar döverler. seninle uğraşırlar.'' ona verdiğim cevabı burada söylemeyeceğim. ama, sigara örneğindeki gibi sorgusuz sualsiz kabul etmediğimi söyleyeyim.
bizlerin vatan sevgisini, vatana bağlılığımızı sorgulayan şu pespayelerin haline bakın hele. vatan, sizin gibilerin eline kaldıysa ölelim biz o zaman.
allahın adaletine inanıyorum. bu nedenle, bunların ve bunların ram olduklarının, burada yaptıklarının cezasını öte dünyada çekeceklerine inancım tam. allah'ın dinini kullandıkları yetmiyormuş gibi, milli değerleri de kendi çıkarları doğrultusunda paçavraya çeviren bu dönmelerin, öte dünyada bu kepazeliklerinin hesabını vereceklerine inanıyorum. ben ve benim gibilerin çabası, bunların sadece ilahi adalette hesap vermeleri değil, bu dünyada da beşeri adaletin önünde el pençe divan durup hesaba çekilmeleri...
hayatta sayısını bilemeyeceğim kadar korkum vardır. yani cesur bir insan değilim. hatta korkağım bile denebilir. ama ben bile, sizin gibilerden korkmuyorum. size karşı hissettiğim tek duygu tiksinti.

fetö'nün haberleşme ağı

kultabisi
\"Sozlukte paralelci abiler ablalar var.\" Ithami uzerine, benim entrymin ardindan \"ben ortaya konusmustum. Niye uzerinize alindiniz?\" Seklinde klasik bir doneklik yapilacagini bilerek yaziyorum bunu. Ama kastedilen kisinin ben oldugumu, bu haysiyetsiz canlinin nick altima yazdigi entryyi okudugunuzda anlayabilirsiniz.
Simdi bana bak omurgasiz canli. Diyorum ki, fethullah gulen denen vatan haini basta olmak uzere, bu memleketin zararina calismis ne kadar vatan haini varsa, tamaminin yedi sulalesini..... bu organizasyona gecmiste, simdi ya da gelecekte destek olmus, gonul bagi vermis kim varsa onlarin da..... \"bunlar zaten ozel hatlar uzerinden haberlesiyordu.\" Diyecek kadar bunlarin icinde olmus, dolayisiyla ihanetlerini gorebilecek kadar iclerine girmis ama ses cikarmamis hatta desteklemis, maklubelerine kasik sallamis, evlerinde yurtlarinda kalmis, simdi de \"bunlar terorist\" diyenlerin de.... eger ben de bunlari desteklediysem benim de.... bana iftira atiliyorsa iftira atanin da soyunu, sopunu, namusunu, serefini....
Hadi bakalim. Eger namus, seref, aile kavramlari onemliyse buyur hodri meydan. Sikayet et beni. Boyunun olcusunu gorelim. Kimin gecmiste bunlarla iliskisi olmus bulduralim mahkemeye. Buna cesaretin yoksa da o iftiralarini al, durup buk, koyabilecegin en uygun yerine cikarmamak uzere koy. Ahlaksiz mahluk seni...

kült abisi

kultabisi
Nick altima entry yazmayi sevmiyorum. Ancak boyle bir asisti gole cevirmesem olmazdi.
@17'yi okuyun. Entrylerime denk geldiginizde soyle bir goz atin. @17'nin sahibinin yazdiklarina da -sayet katlanabilirseniz- bir goz ativerin.
Iste o zaman bu guruhun herhangi bir matematiksel degerle ifade edilemeyecek iftira atma potansiyelini, donekligini, kepazeligini, yalan ve tarafgirlige dayali bakis acisini, cehaletten beslenen curetini hemen farkedeceksiniz.
Ama size tavsiyem boylelerine sakin gulmeyin. Yarin oburgun colugunuz cocugunuz olur. Allah esirgesin ya bunlara benzerse... gulersen basina gelir diye bosa dememisler di mi...

masumiyet karinesi

kultabisi
Bu kavramin, herkesin agzina yakismadigini gordum. Bu tabii tamamen bana ait subjektif bir yorum. Elestiriyi kabul ederim.
Bu kavram sayesinde bir universite talebesinin ne kadar akil mantik disi muhakemelerde bulunabilecegini de hatirladim (Sagolsun ne zaman unutacak gibi olsak o sinirsiz cehaletini hatirlatiyor bize).
Bu kavram sayesinde bir akboyun ne kadar vicdansiz ve pragmatist olabilecegini de tekrar gorduk.
Kendisine hatirlatalim: fetö teror orgutu diyorsun ya. Hah iste o orgutle ilgili olarak turk mahkemelerinde simdiye kadar alinmis tek bir hukum karari yok. Yani yargilama devam ediyor. Yani masumiyet karinesine gore hicbirini suclayamazsin sozlugun curetli akboyu.

erdoğanın düğün takılarını mehmetçiğe bağışlaması

kultabisi
hep söylüyorum, akboylar'ın bu dünyada en uzak oldukları şey bilgidir. daha doğrusu doğru bilgidir. sadece kendilerine sunulanı alabilecek kapasiteye sahiptirler. daha fazlası değil.
gelelim, başlıktaki iddiaya.
doğru mudur? buna asla imkan vermiyorum. ama keşke olsa. şayet olursa ya da olduysa, yine bu başlıkta sümeyye erdoğan ve eşini alkışlamaktan asla imtina etmem, utanmam. bilakis sevinir ve takdir ederim.
tekrar gelelim, girişte akboylarla ilgili söylediğime. durduk yerde söylemedim bunu. entrylerden birinde link verilmiş. her ne kadar verilen linkin doğruluğuna şüpheyle yaklaşsam da, yine de linki tıklayıp yazılanları okudum ve linki burada paylaşanların linkte yazılanları okumadığından emin oldum. zira, linkteki haberin hiçbir yerinde düğün takılarının mehmetçik vakfına bağışlandığına dair bir ibare yoktu.
linkte ne yazdığını size söyleyeyim. linkin en başında, takıların geri gönderildiği yazıyor. buraya dikkat: mehmetçik vakfına bağışlandığı değil, geri gönderildiği. yani, takı getirenlere demişler ki, 'sağolun. düşünmeniz yeter ama takı kabul etmiyoruz.'
yine linkin ilerleyen bölümlerinde bir yerde de, nikah törenine çiçek göndermek isteyenlerin çiçek göndermek yerine, mehmetçik vakfı, polis ya da şehit yakınlarına bağışta bulunulmasının istendiği yazılmış.
bizim akboylar da, takıların geri gönderildiği kısımla, çiçek almak isteyenlerden mehmetçik vakfına bağışta bulunulmasının istenmesi kısımlarını kolajlayarak, 'takılar mehmetçik vakfına bağışlandı' diye mikkemmel bir haber yumurtlamışlar.
okuyun akboylar okuyun. ve okuduğunuzdan daha da fazla düşünün...

ingiltere

kultabisi
ingiltere'nin yazılı bir anayasasının olmaması, enteresan bir bilgidir ve yer yer dile getirilir.
tabii, bu başlık altında dile getirilmesinin nedeni, 'helal olsun adamlardaki toplumsal düzene' kastıyla mı yoksa 'bakın gördünüz mü, madem ingiltere'nin yazılı anayasası yok, bizde de olmayıversin. 80 milyon insan, kaderini uzunumuzun iki dudağının arasına bırakıversin.' kastıyla mı emin değilim. yani aslında eminim de, niyet okuması yapmış gibi görünmeyelim. şimdilik derdim bu da değil zaten. amacım, bunun nasıl olabildiğiyle ilgili birkaç söz etmek.
malumunuz, ingiltere monarşiyle yönetilir ama ingiltere'deki monarşi büyük oranda simgeseldir. yani kral ve kraliçe (günümüz itibarıyla kraliçe), devlet yönetimine karışmaz. sadece şeklen bazı yasaların onayı ve parlamentoyla ilgili bazı rutin işlemler dışında bir şeye karışmazlar.
peki, pratikte parlamenter demokrasiyle yönetilen bir ülkede yazılı anayasa nasıl olmaz?
cevap basit aslında: yazılı olmayan kuralların sağlamlığı sayesinde.
ingiltere'de yasaların uygulaması yargıçlar eliyle yürütülür. yargıçların verdikleri kararlar da yer yer gelenek ve göreneklere, yer yer kanunlara, yer yer vicdana dayalıdır.
hani çok anlatılan bir hikaye vardır. ingiltere'de gece yarısı parkta dolaşan bir kızı adamın biri korkutur. kız kaçar, adamı da yakalayıp mahkemeye çıkarırlar. yargıç, adama 7 yıl 7 günlük bir ceza verir. bu cezanın, birini korkutmaya karşılık çok olduğunu söylediklerinde, hakim şöyle cevap verir: ''verdiğim cezanın 7 günü kızı korkuttuğu içindi. 7 yıllık kısmı ise, parkta gece yarısı gezmek isteyen kadınların özgürlüğüne yapılan saldırının karşılığıdır.''
hikayeden de anlaşılacağı üzere, ingiliz yargıçlarının, diğer pek çok ülkedekinin aksine inanılmaz bir yetki alanları vardır. uygulamaların bir çoğu karşılıklı güven üzerine kuruludur. konuyla ilgili başka bir hikaye daha anlatayım:
bilenler vardır. ingiliz yargıçlarının belli bir maaşı yoktur. yargıçların çek defterleri vardır ve ihtiyaçları olduğunda, o çekin üzerine istedikleri miktarı yazarak bankadan tahsil ederler. yazdıkları miktar sorgulanmaz. devlet, kendi yargıcının bu güveni kötüye kullanmayacağına inanır.
işte efendim, ingiliz yargıçlarından biri çekin üzerine 1 milyon pound yazar ve bankaya giderek tahsil etmeye çalışır. bankadakiler panikler. bu kadar para olmadığını söylerler. hemen adalet bakanlığını arayıp durumu bildirirler. bakanlık ödemeyi yapmalarını söyler. banka ertesi günü, bu ödemeyi yapar. parayı alan hakim, bir iki gün sonra gelir ve parayı geri vermek istediğini söyler. sebebini sorduklarında, yargıç devletin bu parayı gerçekten verip vermeyeceğini merak ettiği için yaptığını söyler. bakanlık bunu öğrenir öğrenmez, 'biz devlet olarak yargıcımıza güveniriz ve yargıçlarımızın da devletine güvendiğini kabul ederiz. bunu sorgulayan bir yargıçla çalışmayız.' diyerek adamı işten çıkarırlar.
bu örnekten de anlaşılacağı üzere, ingiltere'de sistem büyük oranda karşılıklı güven üzerine kuruludur. bakın şimdi yazarken aklıma geldi. zamanın birinde, ingiltere'de doğup büyümüş biriyle, bir tatil beldesine gitmiştik. yolda jandarmalar çevirip kimlik kontrolü yapmışlardı. eleman cebinden a4 kağıdı boyutunda, katlı bir kağıt çıkarmıştı. jandarmalar kağıda bakıp ne olduğunu sorduklarında 'nüfus kağıdı' olduğunu söylemişti. adamlar bunun ingiliz vatandaşı olduğunu anlayınca bizi salmışlardı. elemanın nüfus kağıdına baktığımda üzerinde fotoğraf olmadığını farketmiştim (şimdi nasıldır bilmem. bu olay yıllar önceydi. muhtemelen son yıllardaki terör olayları, göç vs. nedeniyle fotoğraf kullanılmaya başlanmıştır.). elemana, 'e bu nasıl iş? senin nüfus kağıdını başkası da kullanır böyle.' demiştim. o da, 'evet, kullanabilir.' demişti. sebep olarak da, 'ingiltere'de devlet vatandaşına güvenir. normal şartlarda beyanı esas alır. ne zaman ki, bir yalanını yakalar, işte o zaman hayatı zindan eder.' diye açıklamıştı.
hah haa. bu hikayeyi anlatırken, hollanda'daki başka bir hikaye aklıma geldi:
bizim gurbetçilerden biri hollanda'ya yerleşecektir. kayıt kuyut işleri için belediyeye gider. belediyede kendisine çeşitli sorular sorarlar. bu da sırayla cevaplar. buna, 'balkonunuzda saksı var mı?' diye sorarlar. bu da niye sorduklarını sorar. adamlar, 'balkonundaki saksıda çiçek yetiştirenlerin su parası %50 indirimli hesaplanıyor.' derler. bizimki, 'peki saksı yoksa bile saksı var dersem ne olacak?' der. adamların gözleri faltaşı gibi açılır. biraz düşünürler. 'valla bilmiyoruz. hiç böyle bir durumu düşünmemiştik. niye öyle diyesiniz ki?' derler :)
tekrar ingiltere'ye dönecek olursak. örneklerden de anlaşılacağı üzere, oturmuş bir toplumsal düzende, yazılı anayasa aslında bir ayrıntıdan ibarettir. misal, ingiltere'de seçim kararını başbakan verir.
aklınıza geleni biliyorum. çünkü benim de aklıma gelen şey aynı. 'iyi de ya başbakan 20 yıl seçim kararı almazsa...' diye düşündük hepimiz. niye? çünkü biz ingiliz değiliz. ama emin olun, bu uygulama bizim ülkemizde olsaydı aklımıza gelen şey kesinlikle başımıza gelirdi. çünkü burası türkiye...
yazılı anayasası paçavraya çevrilmiş, anayasayı bizzat koruyup kollamakla yükümlü ve bunun üzerine namus ve şeref sözü vermiş kişiler tarafından hallaç pamuğu gibi atılmış, çuvalladığı her konuda 'onlar bizi kandırmış, bunlar bizi kandırmış, şunlar bizi kandırmış' denilerek işin içinden çıkılabilen bir ülkede, bir de yazılı anayasa olmasaydı neler olurdu, onu da engin görüşlerinize bırakıyorum.

4 mayıs 2016 akp olağanüstü kongre kararı

kultabisi
başlıkta yazılanları baştan sona okuyan biri, standart bir akp seçmeninin, bilgi düzeyini, algı biçimini, hayata ve olaylara bakış açısını, beklentilerini ve fikirlerini (aslında bu cümlede 'fikir' kelimesi boş kümeyi ifade ediyor, onun yerine 'kendisine dikte ettirilenleri' demek daha doğru olur) hiçbir şüpheye yer bırakmayacak biçimde görebilme imkanına sahip.
bu güruhun demokrasiyle herhangi bir ilişkisinin olmadığını daha önce belirtmiştim. o konuya girmeyeceğim. zaten, mecliste muhalefetin yetkilerinin şimdiki simgesel durumundan da daha azaltılmasını isteyen bir organizmadan, demokrasiyi içselleştirmesini beklemek, bekleyen kişiyi komik duruma düşüreceği için, böyle bir beklentimiz olamaz.
ancak, siyasetle ilişkisi hülooğğğğ seviyesinden daha yukarıya çıkamayan ve çıkamayacak kitleyle ilgili söyleyeceklerimizin bitmesi anlamına da gelmiyor bu durum.
iki üç yıl önce, serviste akp seçmeni bir meslektaşıma şunu sormuştum: ''üstad, zamanında baskıya uğramış, haksızlıklarla karşı karşıya kalmış, sesi kısılmış, hakları elinden alınmış bir topluluk olarak, sizin şimdi tam tersini yapıp, 'bakın, zamanında bizleri yaşam biçiminize ve inançlarınıza birer tehdit olarak görüyordunuz ancak gördüğünüz gibi bizim tüm derdimiz, kendi inandığımız gibi yaşayabilmenin mücadelesiydi. bizim iktidarımız herkesin inandığı biçimde yaşayabileceği bir ülkenin teminatıdır.' demeniz gerekmiyor mu?''
cevabı şu olmuştu: ''ya ne alakası var. bilakis, onların bizlere yaşattırdıklarını, onlara on misliyle yaşatmadıkça bizim içimiz soğumaz. artık devir değişti. şimdi güç bizde ve bizim istediğimiz gibi olacak...''
bu iki satır, standart bir akp seçmeninin içinden geçenlerin özeti (bu arada, yukarda anlattığım konuşma kelimesi kelimesine doğrudur.)
...
bir hüloooğğğcuya sorun. size geçmişe dair onlarca yüzlerce mağduriyetten söz edecektir. konuşmasının içinde muhakkak ama muhakkak 28 şubat'a atıfta bulunacaktır. orada konuşmayı durdurun ve ona şu soruyu sorun: ''28 şubatta ne olmuştu?'' size garanti veriyorum, bu soruyu sorduğunuz her 10 hüloooğğğğcudan 8 ya da 9'u geveleyecek ve net bir şey söyleyemeyecektir. konuşabilen de, 'ya bize darbe yaptılar vs.' diyecek olayları anlatamayacaktır. niye? çünkü bunlar okumaz. okusa da anlamaz. anlasa da hatırlamaz. hatırlasa da yorumlayamaz...
peki, kendilerine öğretelim. 28 şubat'ta ne olmuştu?
iktidardada refahyol hükümeti vardı. refah partisi ve doğru yol partisi, başbakanlığı dönüşümlü yapmak üzere anlaşmışlardı. rahmetli erbakan başbakanlığı tansu çiller'e devretmek için başbakanlıktan istifa etmişti. cumhurbaşkanı demirel'in yapması gereken şey, başbakanlığı tansu çiller'e vererek ondan hükümeti kurmasını istemekti. o ne yaptı? hükümeti gitti mesut yılmaz'a verdi.
şekil olarak anayasaya uygundu ancak ne teamüllere uygundu ne de milli iradeye...
bu açıkça milli iradeye karşı yapılmış bir sivil görünümlü darbeydi. zaten ateşlenen bu fitil, orta vadede akp'nin kurulmasına ve bugünlere gelmemize neden oldu.
dönelim günümüze ve soralım. 28 şubat'ta olanla günümüzde olan arasındaki 7 farkı bulunuz.
(sorum hüloooğğğculara değil. onlarda ne bu yazıyı algılayabilecek düzey var ne de soruyu cevaplayabilecek bilgi birikimi ve vicdan...)

4 mayıs 2016 akp olağanüstü kongre kararı

kultabisi
akboylar yine devreleri yakmış. mevzuyu anlamakta güçlük çekiyorlar. gelişen olaylarla ilgili yapılan yorumları, minnak başbakanlarının arkasından dökülen timsah gözyaşları olduğunu sanıyorlar. niye? çünkü onlar için ağlanmaya değecek tek şey, adının a ya da b olması farketmeyecek liderleridir.
onlar demokrasi kültüründen nasiplenmemişlerdir. demokrasiyi sadece hedefe giden yolda binilecek ve hedefe gelindiğinde inilecek bir vasıta olarak görürler. bu nedenle de, defalarca ırzına geçildiği yetmezmiş gibi, şimdi de üzerinde akıllarına gelen her türlü fanteziyi gerçekleştirdikleri demokrasinin, uzak ufukta bile görünürlüğünü kaybetmesine üzülenleri, bundan şikayet edenleri anlayamazlar. sanırlar ki ağlayanlar, isyan edenler, minnak başbakana ağlıyorlar.
bunların bir diğer versiyonu ise (donanım yönünden baz model olanı), klasik akp seçmeni tavrı sergilemeye devam etmekte, ve bundan önceki onlarca örnekte olduğu gibi sevinmeye devam etmektedir. bu özellik, bu seçmen türünde muhtemelen sürekli olarak (gbkz:on) konumunda olmalı. sözlükte daha önce de, bir iki yerde değinildiği üzre, her hal ve şartta sevinmeye programlı bu kitle, sevindikleri olayların içeriğini sorgulama yeteneğinden mahrumdurlar. habur'dan terörist girişine de sevinirler, terörist öldürüldüğünde de. türkçe olimpiyatlarında da sevinirler, 'inlerinize gireceğiz' dendiğinde de. generaller içeri atılırken de sevinirler, dışarı çıkarılırken de. 'kardeşim esat'ta da sevinirler, 'diktatör esed'de de. davutoğlu geldiğinde de sevinirler, gittiğinde de. bu konuda yapılabilecek bir şey olmadığının farkındayım. sayın cumhurbaşkanının sevdiği kelimeyle ifade edecek olursak, bu seçmenin fıtratında olmalı bu. ancak, trajikomik olan, başkanı kendilerinin seçeceğini sanıyor olmaları.
oysa çok değil, sadece birkaç sayfa kitap okuyabilseler, havuz medyasının dışında tek satır haber okuma dirayetleri olsa, hadi hepsini geçtim, temel düzeyde düşünebilme ve sorgulayabilme yetisine sahip olsalar, şu son olayların tamamının aslında başkanlık hikayesi üzerinde döndüğünü anlayabilirlerdi.
şimdi gerçekten de fazla zeka gerektirmeyen, 'bütün güller çiçektir. bütün çiçekler bitkidir. bu nedenle bütün güller de bitkidir.' düzeyinde bir mantık algısına sahip herkesin algılayabileceği birkaç tahlil yapalım:

davutoğlu neden alaşağı edildi?
sarayla başbakanlık arasındaki fikir ayrılıkları yüzünden.
peki bunlar neydi?
fetullahçılarla mücadele? hayır.
terörle mücadele? hayır.
ekonomi yönetimi? hayır.
uluslararası ilişkiler? hayır.
atamalar? büyük oranda hayır.
yukarda saydığım başlıklarla ilgili konularda, sarayla başbakanlık arasında %100e yakın senkronizasyon vardı.
peki ayrışılan yer neresiydi? başkanlık sistemi.
ki o konuda da taban tabana zıt bir görüş ayrılığı yoktu. sadece davutoğlu, başkanlık sistemiyle ilgili ayak sürüyordu. yani, saray davutoğlu'nun başkanlık sistemi için, canla başla çalışmadığını düşünüyordu.
peki davutoğlu'ndan ne yapması bekleniyordu?
basit: kamuoyunun olaylar karşısındaki düşüncelerini periyodik olarak ölçtüren ve beklediği tepkiyi alamadığında, ya da beklemediği bir tepkiyle karşılaştığında ak dediğine kara demekten çekinmeyen sayın cumhurbaşkanı, başkanlıkla ilgili yaptırdığı kamuoyu araştırmalarında, sadece muhalif seçmenlerin değil, akp seçmeninin de bir kısmının başkanlığa soğuk baktığını anlamıştı. dolayısıyla, meclisten çıkartamadığı bir başkanlık sistemi içeren anayasa değişikliğini, referandumla halk aracılığıyla çıkartmasının mümkün olmadığını biliyordu. bu değişikliğin muhakkak meclisten geçmesi gerekiyordu. oysa meclisteki aritmetik buna müsaade etmiyordu.
peki bu durumda ne yapılması gerekiyordu?
bunun cevabı da basit aslında. bir erken seçim gerekiyordu. ama bu erken seçime gitmeden önce, bütün şartların hazırlanması gerekiyordu. bu anayasa değişikliğinin meclisten geçebileceği tek bir matematik vardı. sadece iki partili bir meclis. yani akp ve chp'nin olduğu bir meclis. zira, böyle bir mecliste akp 400 civarında bir milletvekili sayısına sahip olacaktı.
böyle bir meclise sahip olabilmek için hdp ve mhp'nin mecis dışında kalması gerekiyordu. hdp zaten kendi ayağına kurşunu sıkmıştı. bir ümit belki sosyal ve siyasal entegrasyonu becerebilirler ümidiyle kendilerine verilen sol oyların tamamını piç etmiş ve kendilerini kürtçü bir parti olarak konumlandırdıkları yetmiyormuş gibi, üstüne bir de terörist partisi haline gelmişlerdi (kişisel fikrim her zaman öyle oldukları yönünde). bu nedenle zaten oyları %5-6 civarındaydı. geriye kalıyordu mhp. orayı da büyük oranda dizayn etmişler ve her türlü hukuksuzluğu kendinde hak gören, partiyi babasının malıymış gibi yöneten (aslında yönetemeyen), cumhurbaşkanına her kritik anda payanda olmaktan başka bir işlevi olmayan bir zihniyete emanet etmişlerdi. bu sayede, ilk seçimde mhp'nin de baraj altında kalması kaçınılmazdı.
geriye ne kaldı? erken seçim. ama sorun burada başlıyordu işte. halkın %49,5 oyunu alarak iktidara gelen davutoğlu, bir erken seçime sıcak bakmıyordu. öyle ya, niye kendisine verilmiş milli iradeyi, durduk yerde niye teslim etsindi? sırf bir liderin başkanlık hırsı için, anasının ak sütü gibi helal bir mevkiyi bırakmak doğru muydu?
işte bu yüzden yavaştan alıyordu davutoğlu. bir tamam diyordu, bir olmaz diyordu. gerçi partiye hakim olamadığı için, açıktan isyan bayrağı da açamıyordu ama bunun zaman içerisinde çözümlenecek bir sorun olduğunu empoze ediyordu.
tabii bu durum, cumhurbaşkanının sinirlerini hoplatıyordu. 'ulan ulan! seni oraya kim getirdi ulan! sen kendini gerçek bir lider olarak mı görüyorsun yoksa?' diye söyleniyordu.
ve netice itibarıyla, akboylar dışında herkesin gün gibi aşikar gördüğü durum somutlaştı. davutoğlu'nun elinden oyuncağı alınıverdi. şimdi olacak şey basit. dediğim gibi, sorun çıkarmadan, ülkeyi baskın bir erken seçime götürecek 'emredersiniz efendim'ci biri o koltuğa oturacak. ülke seçime gidecek. akp belki de %35-40 oyla 400 civarında milletvekili alacak ve uzun adamımızın başkan olma yolundaki taşlar temizlenmiş olacak. bizim akboylar da, uzun adamlarını kendilerinin başkan yaptığını sanıp sevinecekler.
demokrasi ne güzel. sen de gelsene...

davutoğlu'nun yetkilerinin elinden alınması

kultabisi
ankara kulislerinde uzun zamandır konuşulan senaryo şu:
cumhurbaşkanıyla başbakan arasındaki kopuş yeni değil. taa seçimlerden beri devam eden ve gittikçe gün yüzüne çıkan bir mücadele söz konusu.
başbakan, cumhurbaşkanıyla açıktan mücadele edemeyeceği için, kamuoyu önünde sorun yokmuş gibi davranıyor. cumhurbaşkanı ise, artık başbakanla yürümeyeceğinden çok uzun zamandır emin. yerine ilk aday binali yıldırım. binali yıldırım'ın oğlu'nun singapur'daki kumar görüntülerinin altında ise mit var. zira hakan fidan, bu savaşta başbakanın tarafında. başbakanlık için diğer adaylar ise, ihtimal sırasına göre numan kurtulmuş, mehmet müezzinoğlu ve yalçın akdoğan.
cumhurbaşkanı artık bu mücadeleyi gizleme gereği bile hissetmiyor. dünkü açıklamasında,‘başbakanlığım dönemimde ankara palas’ta 2016 ekim’de schengen’in uygulamaya gireceği açıklanmıştı. koşul moşul yok. imzalar atılmıştı. ekim ayında yürürlüğe girecekti. şimdi hazirana, dört ay önceye çekmenin adeta bir kazanımmış gibi sunulmasını anlayamıyorum. kaldı ki elli üç yıl beklemişiz. bu tür küçük şeylerin büyük kazanımmış gibi sunulmasına üzülüyorum.‘ diyerek, başbakan'a ayarı vermişti.
aslında yazacak çok şey var ancak, uzatmanın çok da alemi yok. özetle, ak gençliği 2016 yılı içerisinde büyük bir tercih bekliyor. uzun adam'la gülen adam arasında bir seçim yapmaları gerekecek gibi görünüyor. bakalım kefenlerini giyip, hangisinin yanında saf duracaklar.
3 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol

tag heuer carrera womens price montblanc timewalker 2017 replica watches rolex oyster perpetual datejust made in hong kong vintage heuer chronograph replica watches hublot 992703 price panerai limited edition 2015 replica ladies watches ulysse nardin watches platinum brand watches for ladies uk replica watches belfort watch kickstarter breitling yellow face chrono uk replica watches